Emily Brontë‘nin tek romanı olan “Uğultulu Tepeler” yazıldığı dönemin geleneklerine ait olmayan ve zamanını aşan gotik kurgudan oluşan bir romandır. Viktorya çağının ve romantizm akımının izlerine rastlanır ancak tamamen bir kategoriye konulamaz. Yazarın biricik eseri kendisi gibi benzersiz ve sınıflandırılamazdır. Bronte’nin kullandığı sembollerden kurguladığı karakterlere kadar oluşan bu nefes kesici romanı okumanızı öneriyoruz.
Emily Bronte Kimdir?
Emily Jane Brontë, 30 Temmuz 1818 tarihinde doğduğunda en büyük çocuğun sadece 4 yaşında olduğu bir ailenin 5. çocuğuydu. Emily ve kardeşleri babalarının kütüphanesinin hevesli okuyucularıydı. İhtiyatlı, çalışkan ve saygılı davranışlarıyla kardeşleri arasında göze çarpıyordu. 1844 yılında Emily, şiirlerini iki ayrı defterde toplamaya başladı. Biri “Gondol Poems” diğeri ise kişisel yazılarından oluşan bir defterdi.
“Uğultulu Tepeler” eserinin oluşumunun çoğu 1845 ve 1846 güz dönemleri arasındaydı. Eser, Thomas Newby isimli bir yayıncı tarafından Aralık 1847 yılında basıldı. Bir sene sonra Kasım ayındaki abisi Branwell ’in ölümünden sonra Emily de vefat etti. Arkasında “Uğultulu Tepeler” adlı eserini bıraktı. Şimdi birlikte neden bu eseri okumamız gerektiğini 5 farklı sebeple inceleyelim.
1. Olağan Dışı Bir Aşk Hikâyesi Olması
Kimileri Uğultulu Tepeler’i bir aşk hikâyesi olarak görmese de Heathcliff ve Catherine arasındaki tutku gerçekten sıra dışıdır. Catherine’nin “Ben Heathcliff im” ve “Ruhlarımız neyden yapılmışsa onunki de benimki de aynı” sözleri bütün olmaya kendini kayıtsız şartsız sevdiği insana adamaya ve birbirleri için bir arada olmaya yönelik tutkulu özlemi ifade eder. Kendi kimliğini, kendi dünyasını onunkine teslim eder; onun yansıması olur çünkü bu aşk doyumsuzdur ve her iki sevgiliye yönelik taleplerinde de acımasızdır. Romandaki her ölüm sahnesi her aşk sahnesi gibi trajiktir. Emily Brontë’ye göre aşk, ölümden farksızdır. Bu yüzden bu iki element romanda tek bir parça haline gelir.
2. İlgi Çekici Gotik Kurgusu
Gotik kurgu; terör, ölüm ve romantizm elementlerini içeren edebi bir türdür.
Hikâye, kasvetli ve vahşi İngiliz bozkırlarında geçer. Uğultulu kelimesinin de bu yüzden başlık için çok iyi bir seçim olduğunu görebiliriz. Bronte romandaki karakterlerin duygularını ortaya çıkarmak için şimşek ve fırtınalı havalardan yararlanır. Romanda hayaletler, rüyalar ve mezarlık gibi birçok unsur bulunur.
Uğultulu Tepeler’in binasının ürkütücü ve hayaletimsi bir bina halinde olması, gotik bir roman için mükemmel ortam oluşturur. Hayaletlere gelirsek gotik kurgunun önemli özelliklerinden biridir ancak eserde hayaletler öyle bir şekilde gösterilir ki gerçek varlıklardan nasıl ayrıldığını unuturuz.
Romanın sonunda Heathcliff ve Catherine’nin başıboş dolaşan hayaletleri okura eserdeki gotik unsurları sunar. Zamanla iki aşığın hikâyesinin halk arasında romantik bir yer kazandığı söylenir. Nelly’nin anlatımına göre Heathcliff’in vampir gibi davrandığını okuruz ve roman boyunca bu karakterin bir çok ürkütücü benzetmelerine şahit oluruz.
3. Emily Bronte’nin Eşsiz Yazı Tarzı
’Emily Brontë kardeşi Charlotte Bronteye göre;“Onu hiçbir şey ile paralel görmedim. Adamdan daha güçlü, çocuktan daha basit, onun doğası yalnız dururdu.”
Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler romanı, Bronte’nin yaşadığı dönemden farklı bir kaleme sahip olmasıyla dikkat çeker. Bir parçası olmayı reddettiği şehir tarzını yazı stilinde de reddeder diyebiliriz. Ne de olsa Emily Brontë yaşamını yalnız ve huzurlu bir şekilde evde geçirmeyi tercih eder. Yazarın kullandığı çerçeve anlatım tekniği de romanın kurgudan ziyade gerçeğe bu kadar yakın olmasının başlıca sebeplerinden biridir.
Nelly Dean ve Lockwood karakterlerini farklı seslendirmelerle yazması o dönemde aslında ne kadar iyi bir yazar olduğunu görmemizi sağlar. Nelly Dean‘in ağzından gerçekçi bir şekilde hikâyeyi okuruz. Romanda değinmek istediğimiz yazı özelliklerinden birisi de sembollerin zekice kullanımıdır. Romandaki sembollerden en önemlisi olan pencere sembolü çoğu zaman gözden kaçar fakat romanda çok sık kullanılır. Özellikle Heathcliff ve Catherine’nin marazi mezar sahnesinde, Heathcliff’in aralarındaki pencereyi parçalamaya çalışmış olduğunu düşünebiliriz.
4. Kurgusal Karakterleri
“Onu seviyorum çünkü o benim, benden öte bir parçam. İkimizin nasıl bir ruhu var bilmiyorum ama , onunkiyle benimki birbirinin aynı.”
Uğultulu Tepeler eserindeki karakterlerin yalnızca hayal ürünü olmadığı, Bronte’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir çünkü roman gerçekten de duygularını zirvede yaşan karakterlere sahiptir. İki nesilden oluşan karakter kadrosuyla başta kafa karıştırıcı olabilir ama her karakterin bakış açılarını okumak, romana o takdir edilen gerçekliğini katar. Özellikle ana karakterlerin duygularının hepsinin kurgu olması pek inanılır gibi değildir. Sevgi, korku, paranoya ve kızgınlık. Karakterlerin bu duyguları belki de bizim empati kurarak romana daha yakın hissetmemizi sağlar.
5. Doğa İle Olan Bağı
“Linton’a olan sevgim ormandaki yeşillikler gibidir. Kış gelince ağaçlar nasıl değişirse, eminim zamanla benim bu sevgimde değişecektir. Heathcliff’e olan sevgim ise o ormandaki ölümsüz kayalıklar gibidir. Kayalıkların görüntüsü pek hoş değildir, ama onlarsız da olmaz.”
Romanda karakterlerin doğa ile olan ilişkilerini çok sık görürüz. Hatta Catherine’in yukarıdaki sözleri de buna önemli bir örnektir. Yazar, şehir tipi yazı tarzını reddedip o dönemde doğa ile güçlü bir bağ kurar. Romanda doğa çok büyük bir rol oynar. Emily Brontë’nin karmaşık karakterlerine ve olay örgüsüne paralellik sağlar. Yeni gelenler manzarayı tehlikeli bulurken, bazı karakterler doğayı ruh için bir merhem olarak görür.
Bulunduğunuz ortamdan uzaklaşıp Uğultulu Tepeler’de kaybolmak isterseniz kesinlikle okumanızı öneriyoruz.
Kaynakça
Emily Bronte,Wuthering Heights by Rod Mengham (Penguin Critical Studies)
Uğultulu Tepeler, Emily Bronte .Can yayınları ,2020.
https://thinkingliterature.com/wuthering-heights-as-a-gothic-novel/
http://academic.brooklyn.cuny.edu/english/melani/novel_19c/wuthering/love.html
https://victorian-era.org/emily-bronte-writing-style.html