7 Şubat 1870 tarihinde, Macaristan sınırları içindeki Burgonya’dan Viyana’ya göç eden ve burada hububat ticaretiyle uğraşan orta sınıf bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Alfred Adler, döneminin önde gelen psikologlarından biridir. Adler‘in doktor olma kararı, hasta annesi, kaybettiği kardeşi ve kendi sağlık sorunlarıyla bağlantılı olabilir. Onun anlatımıyla Viyana sokaklarında geçen çocukluğu, insanları anlama yeteneğini geliştirmesine katkı sağlamıştır. İşte 5 maddede Alfred Adler…
1. Bireysel Psikoloji Ekolü

Alfred Adler, Sigmund Freud‘un psikanaliz ve Carl Gustav Jung‘un analitik psikoloji görüşlerinden ayrılsa da, derin psikolojinin önemli figürlerinden biri olarak kabul edilir. Kendisi, kuramlarla arasının iyi olmadığını dile getirmiş, bunun yerine organik bir şekilde hastalara yardım etmeyi tercih etmiştir. Adler‘in bilimsellikten uzak bir yaklaşıma sahip olmasına rağmen, döneminin önde gelen düşünürlerinden biri olarak tanınmasının sebebi, insanlara duyduğu empati ve yardımseverliğidir. (Adler, 2017)
Freud‘un psikanalitik yaklaşımına alternatif bir bakış açısı sunarak bu ekolü oluşturan Adler‘in temel amacı, insan davranışlarını anlamak ve açıklamak için bireyin içsel dinamiklerine ve bireyin toplumsal bağlamına odaklanmaktı. Adler’in bireysel psikoloji anlayışı, kişinin toplum içindeki rolünü ve ilişkilerini vurgular. Bireyin kişisel hedeflerini, motivasyonlarını ve yaşam amaçlarını anlamak, Adler’in teorik çerçevesinde merkezi bir konumdadır. Adler’e göre, bireyin yaşamında belirleyici olan faktörlerden biri, “aşağılık duygusu” veya “aşağılık kompleksi” olarak adlandırdığı kavramdır. Bu kompleks, bireyin yeteneksiz, yetersiz veya değersiz hissetmesine neden olan bir içsel duygu durumudur. (Adler, 2015)
2. İnsancıl Yaklaşım
:max_bytes(150000):strip_icc()/psychiatrist-carl-rogers--2r--leading-a-panel-disc-53370988-7e6ddbbdd4804dfab2907a07c417fafc.jpg)
Adler, insanların birbirini anlamalarının zor olduğunu çünkü toplumdan soyut bir şekilde yaşadıklarını ifade eder. Ona göre başta ailemiz bizi toplumdan soyutlar. Kendimiz dışındakilere yabancı gözüyle baktığımızdan birbirimize anlamakta zorlanırız. Adler, Darwin’in doğada beceriklilerin yaşayacağı, beceriksizliklerin yok olup gideceği düşüncesine de karşı çıkmıştır. Ona göre insanda bulunan eksiklik duygusu, duygusal yönden sakatlanmış olma, kalıtsal nitelikteki yetersiz organlar veya diğer özellikler zamanla güçsüzlüklerini dengeleyip olağanüstü bir üstünlüğe kavuşabilirdi. Diğer yandan kekeme Demosthenes’in iyi bir hitabetinin bulunması, miyop Menzel’in iyi bir ressam olması kayda değer örneklerdi. (Adler, 2017)
Adleryen yaklaşımı benimsemiş olan psikolojik danışmanlar, yanlış inançlar, hatalı değerler ve hedefler nedeniyle danışanlarının cesaretsiz oldukları ve etkisiz eylemlerde bulunduklarının farkındadırlar. Adler’in yaklaşımını benimseyenler, temel hatalarını keşfettiği ve bunları düzelttiği takdirde, danışanların kendilerini daha iyi hissedecekleri ve daha iyi davranacakları varsayımı doğrultusunda çalışırlar. Terapistler, güvensizlik, bencillik, gerçek dışı hırslar ve kendine güven eksikliği gibi düşüncede ve değer sistemindeki başlıca hataları araştırma eğilimindedirler. (Corey, 2008)
3. Kibrin ve Büyüklenmenin Zararı

Adler’e göre, insanlar bir sorun yaşadıklarında bu sorunlarla baş etme becerisi geliştirirken güç sahibi olma özlemi de duyarlar. Onun değerlendirmelerinde kibirlenme ve büyüklenme kavramlarına sıkça rastlarız. Ona göre; kendini belirli bir ruh durumunun insanları olarak tanımlayanlar, şanssız olduklarını düşünenler, sorumluluk almaktan kaçınan ve çevrelerine faydası dokunmayan insanların kendini beğenmişlik duyguları ağır basmaktadır. Zira onlar bu durumlarla böbürlenebilmektedirler. Adler’e göre bu insanlar hayat boyu kendilerine şu soruyu sorarlar: “Nasıl herkesten daha üstün olabilirim?” Bu kişiler daha çocukluklarında evdekileri sağa sola koşturmuş, kendilerini lider olarak görmedikleri herhangi bir oyundan hoşlanmamışlardır. (Adler, 2017)
4. Kadın ve Erkek İlişkilerine Bakış

Adler’e göre, uygarlığın güçlülük eğilimi doğrultusunda gelişmesi erkekleri ayrıcalıklı bir konuma getirmiştir. Erkekler kadınların yaşam biçimlerini kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda ele geçirebilmişlerdir. Erkek ve kadının sıkı bir bağla birbirine bağlandığı düşünülürse bu durum kadınlarda büyük bir hoşnutsuzluğa neden olmakta ve bu da beraberinde kadın ve erkek arasında tatsız bir havanın oluşmasını getirmektedir. Öyle ki bu durum çocukların odalarına kadar gidip ruhlarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bunun sebebi ise yine aile içindeki eğitimin güçlülük isteği ve gücü ele geçirme üzerine kurulu olmasıdır. Zira çocuğun ailede gücün simgesi olarak gördüğü baba her türlü ayrıcalığa sahiptir ve evde eşi dahil herkes onun sözünün geçtiğine inanmaktadır. Adler’e göre erkeğin kadın üzerinde üstünlük savaşının izlerini yaşadığı dönemde miras hukuku gibi yasalarda da görmek mümkündür. (Adler, 2015)
5. Kaçıncı Çocuksunuz?

Adler, bir insanı yargılarken onun içinde yetişmiş olduğu ortamı da değerlendirmeye katmanın faydalı olduğunu belirtir. İnsanın kardeşleri arasında işgal ettiği yer de böyle bir ortamdır. Adler, bireyleri kardeşleri arasındaki sıralamalarına göre kategorize etmiştir. Her birinin kendine özgü bir tipi olduğunu kaydeden Adler’e göre, evin en büyük çocuğu ailenin en elverişli koşullarını deneyimler. Daha çocukluktan itibaren kendilerini nasıl imkanların beklediğini bilir ve bulundukları konum itibarıyla endişe içinde büyümezler. Ebeveynlerinin yardımcılığı görevini üstlenen ilk çocuklar aynı zamanda kardeşlerinin de başında bulunarak, onları denetleme yetkisine sahiplerdir. Ancak ailenin diğer fertleri için bu durum geçerli değildir. Onlar zamanı gelince evlerini terk etmeleri gerekeceği korkusuyla mücadele etmek zorundadır. İkinci doğanda da benzer bir üstünlük duygusuna rastlanır ancak o herkesten öne geçmek için harıl harıl çalışmak zorunda hisseder. Adler, ikinci doğan çocukları mal mülkten yoksun sınıfların varlıklı sınıflarla mücadelesine benzetir. Eğer savaş başarısızlıkla sonuçlanırsa ikinci doğan çocuk kendisini ruhundaki haksızlığa uğramışlık duygusuyla bir sinir bozukluğunda bulabilir. Yine en küçük kardeşte de ikinci doğanda olduğu gibi haksızlığa uğramışlık ve yetersizlik duygusuna rastlayabiliriz. Tek çocukların da kendine özgü durumları vardır. Ebeveynlerinin eğitsel saldırılarına öyle yoğun bir şekilde maruz kalırlar ki bağımsızlıklarını yitirebilirler. Çevresinden sürekli destek arayan ve ne yapacağını birilerinin ona söylemesini bekleyen bireylere dönüşebilirler. Sonuç olarak Adler’e göre, tek bir vaka üzerinden yargıya varmak mümkün olmasa da hayatta birincilik duygusu hayati bir öneme sahip değildir. Birincilik ilkesi insanı toplumun iyi bir bireyi olmaktan alıkoyar. Çocuğun yalnızca kendisini düşünmesine, kıskançlığa ve kin duygularına neden olur. (Adler, 2017)
Kaynakça
Adler, A. (2017). İnsanı Tanıma Sanatı. Ankara: Say Yayınları
Adler, A. (2015). Bireysel Psikoloji. Ankara: Say Yayınları
Adler, A. (2016). Modern Psikoloji. Ankara: Yason Yayınları
Corey, G. (1996). Theory and Practice Of Counseling Approach. New Jersey: Merill Prentice Hall.
Kapak görseli: psychcentral.com