“Sanatta yemekle ilişkili görünen şey tabii ki yemeğin kendisi değildir, yalnızca onun görüntüsüdür. İzleyicinin sanat eserine duyduğu hayranlık, onu kavramaktan, kendince çözümlemekten, yorumlamaktan, bir bakıma gerçeğini tatmaktan ve özümsemekten geçtiği için sanat eserlerinin ve imgeler dünyasının neyi ifade ettiğini bilmek bu noktada önem kazanmaktadır(Kaya Zenbilci,2020:13).”
Sanatçı tarafından sanat eserinin içerisine çözümlenen imgelerin, sanatçının belleğinde bulunan “yemek” gibi yerleşik bir kavramsal tema etrafında gelişigüzel örülmediği izleyici üzerinden görülebilir. Sanatçının eserindeki temanın “yemek” gibi bir kavram aracılığıyla açıklanması sanatçının o kavrama yönelik belleğini analiz etmeyi zorlaştırabilir. Bu nedenle izleyicinin çıkarımları, esere bir kavram üzerinden tema belirlemekten öte bir bellek okumasını gerektirir. Burada izleyici tarafından sanatçıya ilişkin bir bellek okuması yapılabileceği gibi çıkarımlar izleyicinin belleğiyle ilişkili olarak da açığa çıkabilir. Sanatçının eseriyle olan ilişkisi sanatçının değerlerine ilişkin zorunlu bir ilişki kurmayı gerektirmez. İzleyici ise eseri yorumlarken, kendi belleğine danışması bağlamında, sanatçının eseri ve kendi belleği arasında bir ilişki kurabilir. Yani, bir eser üzerinden yapılacak çıkarımlar her zaman o eserin sanatçısı kaynaklı olmak zorunda değildir. İzleyici çıkarım yaparken kendi belleğini de referans alabilir.
“Bir noktadaysa sanatın tarihindeki imgelerin yorumunun, izleyicinin bellek kalıbı doğrultusunda şekillendiğini unutmamak gerekir. Bellekler tarihle, zamanla, olaylarla, bireysel yaşantılarla, inanışlarla, öğretilenlerle, öğretilmişliklerle şekillenir ve sürekli evrilir. Evrim geçiren bellekler sanatı da bu evrime dâhil eder, sanatçıyı da, kendini de; hatta daha makro düzeyde toplumu da ve dolayısıyla çağı da(Kaya Zenbilci,2020:12).”
Kelimeler üzerinden ifade edilen temalar, kendi içlerinde farklı alt başlıkları barındırır. Bu alt başlıkların her sanatçıda farklı açılımları vardır. Örneğin bu yazıda ele alacağımız eserler, günün farklı saatlerinde etrafında toplanılan sofralara ya da o sofralarda bulunan yiyeceklere dolayısıyla “yemek” temasına indirgenemeyecektir. Öyle ki, bu eserler üzerinden: Sınıf farkları, sosyokültürel desenler, tarımsal üretim, iklim, tüketim kültürü ile göç, ticaret gibi harekete dayalı olgular da çözümlenebilecek; kutsallık, din, inanç ve mitler yorumlanabilecektir.
Vincent Van Gogh, Patates Yiyenler(1885)
“Onlar nasıl emek emek tarlalarını sürüyorsa, ben de tablolarımı aynı şekilde ortaya çıkarıyorum.”
Van Gogh
“Köylüleri onlardan biriymişiz gibi çizmeliyiz, köylü gibi duyarak, köylü gibi düşünerek.” (Gogh,52.sy)
Tabloda ilk bakışta, sanatçının aşina olduğumuz eserlerindeki figür ve renk kullanımı açısından farklılık olduğu görülüyor. Canlı renkler yerine koyu renkler kullanılmış. Renk tonu aralığı da oldukça sınırlı tutulmuş. Köylü figürleri kullanılmış. Kullanılan figürler ile renk tonları arasındaki ilişkinin bilinçli bir tercihten ileri geldiği söylenebilir. Köylülerin yaşadığı hayatın sıradanlığı, tekdüzeliği ve toprağa bağlı olarak sürdürdükleri yaşam renkler üzerinden yansıtılmış. Odada bulunan ışık, figürlerin yüzlerini ve masadaki tabağı aydınlatıyor. Patatese uzanan ellerin ışık altındaki görünümü köylülerin emekçiliğini yansıtıyor. Patates tek bir tabak içinde ve odadaki figürleri yakınlaştıracak şekilde konumlanmış. Bu birlikteliği ve dayanışmayı hissettiriyor. Figürlerin yüzleri ayrıntılı bir çizimle yaratılmamış olsa da her bir yüz üzerinde bir düşünce halini taşıyor.
Pablo Picasso, Kör Adamın Yemeği(1903)
Picasso’nun 21 yaşında olduğu 1901’den 1904’e kadar yaptığı eserler “Mavi Dönem” olarak adlandırılır. Bu dönemde yoksulluk çeken ve arkadaşının intiharıyla sarsılan Picasso’nun ruh halinin eserlerine de yansıdığı görülebilir. Bu dönemde sanatçının eserlerinde mavi ve yeşil renk tonları hakimdir. Sanatçının bu dönemde yarattığı figürler melankoliktir. Bu melankoli figürlere renk tonlarının kullanım biçimiyle işlenir. Elbette bu dönemdeki eserleri çözümlemek için sanatçının kendi yaşam seyrine de bakmak gerekir. Sanatçı “Mavi Dönem”de kısıtlı imkanlara sahipti. Öyle ki, resim yapmak için malzeme alamıyordu. Tuval bile bir lüks sayılırdı. Hatta aynı tuvale birden fazla resim çizdiğine dair güçlü kantılar elde edildi. Bunun göstergesi olan resimlerden biri de 1903’te çizdiği “Kör Adamın Yemeği” eseriydi. İngiltere’nin College London Üniversitesi’nden uzmanlar, tablonun altındaki eseri açığa çıkarmak istedi. Bunun için yapay zekadan faydalanıldı. Eserin içerisinde “Çömelmiş Yalnız Çıplak” adıyla anılan figürün 118 yıl boyunca saklı kaldığı ortaya çıktı.
Benzer bir olay, sanatçının 1901 yılında “Mavi Dönem” içinde yaptığı “Mavi Oda” isimli eseri için de yaşandı. Uzmanlarca yapılan incelemeler sonucunda, tuvale daha önce çizilmiş olduğu anlaşılan, yüzünü eline dayamış papyonlu bir adam ortaya çıktı. Teknik analizle, gizli portrenin Mavi Oda’dan hemen önce yapılmış olabileceği doğrulandı. Ancak açığa çıkan figürlerin sanatçının gizlemek istediği şeylerden mi yoksa sanatçının yaşadığı dönem içinde bulunduğu koşullardan mı ileri geldiği tartışılabilir.
John Frederick Lewis, Öğlen Yemeği(1875)
1804 yılında Londra’da doğan oryantalist ressam, yaptığı geziler sonucu pek çok kültürü yakından inceleme şansı buldu. 1832-1834 arasında İspanya ve Fas’a; 1837’de İtalya ve Yunanistan’a; 1840’da Konstantinopolis’e seyahat etti. Seyahatleri Mısır’da devam etti ve 1841-1851 yılları arasında -1841’den itibaren- Kahire’nin Müslüman kesimi olan ve zenginlerin yaşadığı Özbekiye (Azbakiyya/ Esbekiyah) mahallesinde büyük bir evde, resimlerinde de sıkça kullandığı gibi geleneksel üst sınıf bir evde; her yönüyle bir Doğulu gibi yaşadı. Sakal bıraktı ve Doğu’ya özgü giysiler giydi.
Sanatçı, Doğu’da on yıla yakın bir süre kalan ilk Batılı ressam olarak bilinir. İngiliz sanatçılar için gezi rotaları oluşturan önemli bir gezgin olarak tanınır ve eserlerine gezilerinden edindiği kültürel tanışıklıklar yansıtır. “2000’den fazla oryantalist konulu resmi olan J. F. Lewis de, daha çok suluboya tekniğinde çalışan üretken bir ressamdır. Doğu’dayken yaptığı resimlerin suluboya olmasında, iklimin de etkisi olmuştur(Topallı,2013).”
Michelangelo Caravaggio, Emmaus’ta Yemek(1601)
Eserde gerçeklik duygusunu ön plana çıkarması bakımından göze ilk çarpan özellik, figürlerin gerçek boyutlarda 55 x 77 inç, 141 x 196,2 cm (Ulusal Galeri, Londra) resmedilmiş olması. Resmin öyküsü ise şöyle: Hz. İsa çarmıha gerilmiştir, havariler ise yolda yürürlerken bir adamla karşılaşmış ve sonrasında hep birlikte yemeğe oturmuşlardır. O sırada ortadaki adam ekmeği koparır ve yanındaki havariler tarafından ortadaki adamın aslında dirilmiş olan Hz. İsa olduğu anlaşılır. Resimde olayın hayret uyandırdığı figürler üzerinden okunur.
Yeşil giysiler içinde olan soldaki havari tüm dikkatiyle Hz. İsa’ya bakıyor. Sandalyesini biraz arkaya doğru itiyor ve buradan biraz korkmuş olduğu anlaşılıyor. Geniş bir açıdan baktığımızda ise Hz. İsa’nın havarilerin ellerinin uzanış biçiminden, etrafının sarılmış olduğunu hissedebiliyoruz. Aynı zamanda, hem sağdaki havarinin sol eli hem de Hz. İsa’nın sağ eli resimden dışarıya, izleyiciye doğru uzanıyor ve izleyiciyi tabloya çekiyor.
Figürlerin yerleştirilme biçimi, masanın üstündeki tabağın masanın ucunda duruşu, arka fonun sadeliği, ışık ve karanlık dengesi izleyiciyi figürlere yaklaştıran detaylar arasında sayılabilir. Ayrıca masadaki figürlerden de anlaşılacağı üzere natürmorta da oldukça özen gösterilmiş. Bu Caravaggio’da oldukça rastladığımız bir durum. Burada asıl görünen şey ise ilahi olanın gerçek hayatın içine karışması, figürlerin gerçekçi tepkileri… Mucizeler yaratan ruhani lider günlük hayatın içinde yerleşik olarak izleyicinin karşısında konumlandırılıyor. Bu bakımdan esere katılan bu yorum, Hıristiyanların inançlarına yakınlaştırılmasının sağlanması bakımından dönemin amacına hizmet ediyor.
Edward Hopper, Gece Kuşları(1942)
“Sanırım Amerika manzarasını resmetmeyi hiç denemedim, kendimi resmetmeyi deniyorum.”
“Eğer kelimelerle anlatabilseydim resim yapmak için sebep kalmazdı.”
Edward Hopper
Eserde, 1920’lerden başlayarak Amerikan kültüründe yer eden ve “dinner” olarak adlandırılan bir mekan görülüyor. Sanatçının eserini, New York’taki Greenwich Sokağındaki bir köşede rastladığı bir lokantadan esinlenerek yaptığı biliniyor. Amerikan şehir ve tüketim kültüründe, insanların yemek yemekle birlikte sohbet etmek için bulundukları “dinner” isimli mekanlar, şehrin bireyi yalnızlaştıran tarafından kaçmak için elverişliydi. Ancak eserde bunun aksine bir yabancılaşma hali seziliyor. Şehrin bireyleri yalnızlaştıran ruhu lokantanın dışında bırakılamamış ve adeta mekanın içindeki figürler arasında dolaşıyor. Şehirdeki bireylerin, birbirine fiziksel olarak yakın; duygusal olarak da bir o kadar uzak olduğu figürler üzerinden seziliyor.
Mekan, ışık ve mimarinin yorumlanış biçimiyle şehir sokaklarından keskin bir şekilde ayrılmış. Sokak, dinner ve bar alanı olmak üzere bağlamlar iç içe geçmiş. Figürlerse mekana sıkışmış gibi. Sokağı mekana bağlayan ve sokakla mekan arasındaki geçirgenliği sağlayan herhangi bir açık kapı ya da pencere yok. Sokakta sessizlik ve hareketsizlikten ileri gelen bir ıssızlık hakim. Mekan içindeki figürlerin de iletişim halinde olduğu söylenemez. Her bir figür kendine odaklanmış ve diğerlerinden yalıtılmış gibi. Eserde kullanılan çizim tekniği izleyicide bir dinginlik hali uyandırıyor. İzleyici sokağa baktığında ıssızlık ve karanlık; mekana baktığında, ışık kullanımı aksine figürlerin yorumlanış biçiminden ileri gelen bir yabancılaşma seziyor. Ancak Hopper, yalnızlık ve yabancılaşma temasını eserlerinde doğrudan işlemediğini söylüyor.
Hopper verdiği bir röportajda, eserlerine yönelik yalnızlık üzerine yapılan yorumlar için şöyle diyor:
“Bence bunlar eleştirmenlerin sözleri. Doğru olabilir ya da doğru olmayabilir. Önemli olan, izleyenin ona nasıl baktığı, onu nasıl gördüğü.”
Sanatçı, yalnızlığı çağrıştıran renk, teknik ve figürler kullansa da izleyici üzerinde yalnızlığı ve yabancılaşmayı uyandırma kaygısı taşımıyor. Buradan anlaşılacağı üzere, Hopper’ın eserlerinden çıkarımlar yapan izleyici, sanatçının aklındakini eserde çözümlemekten muaf tutulabilir. İşte tam bu noktada bir eserin çözümlenmesinde, izleyici ile sanatçı arasında bir bellek ve imgelem benzeşimi olması gerekmediği görülebilecektir. Hem bu zorunlu benzeşim kurulsaydı, sanatçı üretmeye izleyici de ilgi duymaya devam eder miydi?
Kaynaklar:
Kaya Zenbilci,İlkgül, Sanatta Tema:Yemek,Hiperyayın,İstanbul,2020.
Theo’ya Mektuplar, Vincent Van Gogh, Remzi Kitabevi, 2017
https://www.bbc.com/news/entertainment-arts-27884323
Topallı, Elvan,“İngiliz Oryantalist Ressam John Frederick Lewis’in Resimlerinde Bursa”, Uludağ Üniversitesi Bilgilendirme ve ARGE Günleri, 2013.
www.istanbulsanatevi.com