Western filmi denilince herkesin aklına tabi ki kovboylar, şerifler ve suçtan arınamayan köhne bir kasaba gelir. Ancak Ölü Adam (Dead Man), alışılagelmiş western filmlerinden biraz farklı. İnceleyeceğimiz eser, standart kavramların dışına çıkmayı başaran, Western türünün çarpıklıklarını ve gerçeküstü ögelerini olduğu gibi aktarmayı başaran yönetmen Jim Jarmusch’un önemli bir eseri. Amerika yerlilerinin, katillerin ve çeşitli toplumsal olayların bahsinin geçtiği Ölü Adam filmini, yönetmen Jarmusch kendi içinde ”Psychedelic Western” olarak tanımlıyor.
1995 yılında, tamamı monokrom olarak çekilen western/dram türündeki eserde, çekim yöntemi ve açılarından sonra öne çıkan bir diğer unsur ise oyunculuklar. Filmin çekildiği dönem olan 95’li yıllar, usta bir oyuncu kadrosuna, özellikle Johnny Depp’in sinemada zirvede olduğu gençlik yıllarına denk gelmesi de izleyici açısından ekstra bir haz oluşturuyor. Filmin oyuncu kadrosu ise şu şekilde: Johnny Depp (William Blake) – Gary Farmer (Hiç Kimse) – Crispin Glover (Train Fireman) – Robert Mitchum (John Dickinson).
‘’Tercihen ölü bir adamla yolculuk edilmemelidir.’’
Henri Michaux
Western yapımlarının vazgeçilmez unsurlarından olan çöl görüntüleri, huzur veren kara trenler ve silahlar eşliğinde film başlar. John Dickinson tarafından gönderilen bir mektupla, maden ocağına baş muhasebeci olarak atandığını öğrenen William Blake, Cleveland’dan ayrılarak, Amerika’nın ıssız kasabalarından biri olan Machine kasabasına doğru yola çıkar. Kasabaya vardığındaysa işler pek de Blake’in umduğu gibi gitmez. Bunun üzerine kasabada tanıştığı bir kadının kıskanç aşığına hedef olan Blake, yaşanan çatışma sonucunda Amerika’nın ıssız çöllerine kaçar. Tam bu esnada Hiç Kimse adındaki bir Amerika yerlisi, William Blake’in yardımına koşarak, onun hem akıl hocası hem de ruhani yol göstericisi olur.
Eser içerisindeki karakteristik değerler ve olaylar birbirleriyle ilişki içerisinde gelişir. William Blake karakteri daha olaylar başlamadan evvel efendi ve ahlaklı bir birey olarak öne çıkarken, filmin gidişatına göre bu temel değerler kademe kademe yerini soğukkanlılık, öldürme ve yargılama gibi güdülere bırakır.
Yaşanan ilk olayın ardından Blake’in öldürdüğü ilk adamın maden sahibi Dickinson’ın oğlu çıkmasının üzerine, Blake kendini hiç ummadığı bir maceranın içinde bulur. Bu serüven belalı bir kaçış öyküsü olarak gözükse de aslında William Blake için kendini bulma yolculuğudur. Ona önderlik eden Hiç Kimse adındaki bir Amerika yerlisi sayesinde, hayatın toz pembe olmadığını ve ruhani dengelerin yeniden şekillenebileceğini öğrenmektedir.
Hiç Kimse’nin kim olduğu sorusuna cevap arayacak olursak ise, annesi ve babasının birbirinden farklı iki yerli kabilenin üyesi olduklarını ve onun da bu birleşmeden doğan melez bir birey olduğunu söylememiz mümkün. Kabileler arasında yaşanan bu melezlik durumunu yerliler hoş karşılamadığı için Hiç Kimse, kendi toplumu tarafından çocuk yaştan itibaren dışlanır. Daha sonra İngiliz askerleri tarafından kaçırılıp tüm dünyada bir sirk maymunu gibi insanlara gösterilir. Yıllar sonra kendi coğrafyasına geri döndüğünde, bu durum onun için bir eksiklik hissiyatını doğurmuş ve artık tek başına dolaşmaya başlamıştır. Yani Hiç Kimse, gerçekten hiç kimsedir.
William’ın kaçması üzerine, Dickinson bölgenin en azılı üç katilini tutarak William’ı yakalamaya çalışır. Bu iş için tuttuğu katillere ek olarak bir de başına ödül koyarak ”aranıyor” (wanted) ilanı bastırır. Bu durumu izah etmek gerekirse, klasik western geleneği olarak açıklanabilir. Çünkü bu türe ait filmlerde bir ”wanted” posteri görmemek pek mümkün değil. Bu duruma ideolojik açıdan bakacak olursak, arama ilanı çıkartılması Dickinson’ın tuttuğu üç katile olan saygısını da gösterir nitelikte. Neticede ilanı gören herhangi birisi o saatten sonra Blake’i yakalayıp ödülü alabilir. Bu sekanslar izleyiciye karşılıklı saygının ve bireylerin karşısındakini hangi konumda gördüğünü yansıtır. Tahmin edersiniz ki tüm bu gelişmelerin ardından hakkaniyet kavramı William Blake için ölmüş olur.
Hali hazırda ölüm konusu açılmışken, filme neden ”Ölü Adam (Dead Man)” ismi verildiğine de değinebiliriz. Baş karakterin adı elbette tesadüfen seçilmiş değil. William Blake aslında 18. yüzyılın ortalarından, 19. yüzyılın başlarına kadar gerçekten yaşamış bir şair. Film içerisindeyse Hiç Kimse’nin kaçırıldığı yıllarda, gittiği şehirlerde kitabını bulup okuduğu bir şair olarak da karşımıza çıkar. Bu yüzdendir ki Hiç Kimse Blake’e ”sen ölü bir adamsın” diye sık sık yineler. Blake de belli bir zamandan sonra bunu benimseyerek öldürdüğü adamlara ilk önce ”şiirlerimi bilir misiniz?” diye sorar ve adamları öldürdükten sonra William Blake’in ”Masumiyet Kehanetleri” adlı şiirinden ”Doğar bazıları sonsuz geceye” dizesini söyler. Jim Jarmusch tarafından William Blake’e ustalıkla donatılmış bir atıf ve şiirin öldürücü gücü bu sahnelerde hayat bulur.
Hiç Kimse’nin yönlendirmeleri ve Blake’in kendini geliştirmesi doğrultusunda son sekans büyük anlam ifade eder. Son çatışmada bir haydut tarafından vurulan Blake artık ölümün eşiğinde, çaresiz bir haldedir. Hiç Kimse, onun en huzurlu yere -ki burada bahsedilen huzurlu yer Tanrı’dır- gidebilmesi için kendi geleneklerine uygun bir hazırlık yapar. Devam eden sahnede Blake konforlu bir sandalın içinde, sırt üstü yatmış biçimde görülür. Son yolculuğunda huzura ermek için kendini gökyüzünün maviliklerine ve deri suların akıntısına bırakmıştır. Ancak Blake’i yakalamak için tutulan haydutlardan biri Hiç Kimsenin arkasından gelir ve karşılıklı bir çatışma yaşanır. Blake’in akıntıyla yol alırken, arkadaşının ölümünü izlemesi onun artık huzurlu mu, yoksa hüzünlü bir son mu yaşayacağı konusunda açık kapı bırakır.
Jim Jarmusch’un yönettiği ”Ölü Adam (Dead Man)” filmine MUBI platformundan ulaşabilirsiniz.
Bu filmi izlemiş ve çok beğenmiştim. Şimdi neden beğendiğimi daha iyi anladım. Kalemine sağlık sevgili Alptekin…
Çok teşekkürler. Siz değerli takipçilerimizin mutluluğu bizleri de mutlu ediyor…