Türklerin ana yurdu olan Orta Asya bozkırları; güneyde Himalaya Dağları, kuzeyde Altay Dağları ve Baykal Gölü, batıda Hazar Denizi, doğuda ise Kadırgan Dağları ile çevrilidir. Yapılan arkeolojik kazılarda bölgenin en eski kültürünün ise Anav Kültürü olduğu belirlenmiştir. Türkler göçebe bozkır hayatını benimseyerek yaşamlarındaki en büyük değişimi yapmışlardır. Özellikle at kültürünü benimsemiş olmaları onları kapalı toplum yapısından yayılmacı bir toplum yapısına itmiştir.
Bu yaşam tarzı neticesinde diğer milletlerle mücadeleye girmiş ve dünya üzerinde gerçekleşen değişikliklerden ve gelişmelerden haberdar olmuşlardır. Yeni inanç sistemleri ile de tanışma fırsatı bulan Türkler İslamiyet’i kabul etmeden önce çeşitli dinlerle ilgilenmişlerdir. Bu nedenle İslamiyet öncesi dini inanç sistemlerinde bir bütünlük olduğundan söz edemeyiz. Bilinen en eski Türk dini ise Gök-Tengri’dir.

Şamanizm, Maniheizm, Zerdüştlük, Taoizm ve Konfüçyüsçülük inançlarının da etkisi altında kalan Türkler, bunların yanında evrensel anlamda etkili olan Hıristiyanlık ve Musevilik dinine de inanmışlardır. Doğuda bulunan Uygurlar Maniheizm’i, Hazarlar Museviliği, Tuna Bulgarları ise Hıristiyanlığı resmi din olarak benimsemişlerdir.

Türkler, gelenekleri vasıtasıyla Tek Tanrı inancını en eski çağlarda benimsemişlerdir. Gök Tengri’nin bütün kutsalların üzerinde yer aldığına ve tek iktidar sahibi olduğuna inanan Türkler, bu konuda manevi açıdan yüksek bir tefekkür içindelerdi. Göktürk Kitabelerinde Tanrı ‘’Tanrı gibi Tanrı’’ şeklinde, İslamiyet’te ise bu düşünce ‘’Vacib’ül Vücud’’ olarak ifade edilir.
Budizm

Budizm M.Ö. 6. yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Diğer toplumlara yayılmaya başlaması ise M.Ö. 3. yüzyıla dayanır. Başlarda Gök Tengri inancını benimseyen Hunların 4. Yüzyılda Budizm’i kabul ettikleri bilinmektedir. Göktürkler zamanında Buhara ve Belh Budizm’in başkentleri olmuştur.
630’lu yıllarda Budizm mabetlerinin sayısında artış yaşanmıştı hatta Bilge Kağan Orhun etrafında surlarla çevrili bir şehir ve Budizm mabetler, yaptırmak istemişse de Vezir Tonyukuk buna şiddetle karşı çıkmış, ‘’Bu olmaz!… Eğer etrafı surlarla çevrili şehirler yaparsak kendimizi hapsetmiş oluruz. Buda ve Tao dinleri ise insanlara miskinlik verir. Bu sebeple Türklerin yaşayışlarına ve savaşçı ruhlarına uygun gelmez. Çinlilerin karşısında mağlup oluruz. Bu nedenle mabetleri yapamayız’’ demiştir.
Zerdüştlük

Diğer bir inanç biçimi Zerdüştlüktür. Bu inanış bir ateş kültüdür. İnanışa göre Ahura Mazda’nın sembolü olan ateşi İranlılar tapınma objesi olarak benimsemişlerdir. Bunun aksine ateş Türklerde bir arınma, temizlenme unsurudur. Orta Asya’ya ne zaman ve hangi sebeple geldiği tam olarak bilinmeyen Zerdüştlük Maveraünnehir bölgesinde hâkim durumdaydı.

Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyindeki bölgede yaşayan Türk toplulukları olan Hazarlar ve Bulgarlar da Musevilik ve Hıristiyanlık inancı hâkimdi. Hazarlar Bizans ile ilişki içinde oldukları için onların vesilesiyle tek tanrı inancı ile tanışmışlardı. Hazar Devleti’nde Museviliğin yanı sıra Müslümanlık ve Hıristiyanlık da görülmüştür.
Türklerin İslamiyet’i seçmeden önce diğer dinlere dair yeterli derecede bilgiye sahip oldukları bilinmektedir. Türklerin İslamiyet’i seçmelerinde etkili olan sebepler noktasında birkaç görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki; Türklerin askeri özelliklerinde bulunan cihat anlayışının bir benzerini İslamiyet’te bulmuş olmaları yönündedir.
Fakat sırf bu yüzden İslamiyet’i seçtiklerini söylemek uygun olmayacaktır. Türkler için yalnızca inanışın değil gelenek ve kültürün de benzer olması gerekmekteydi. Türk töresinin İslam ahlakına olan yakınlığı İslam dininin Türkler arasında güçlenmesini sağlamıştır.
Diğer bir husus; İslam’ın evrensel bir din olması ile ilgili olduğu düşüncesinden kaynaklıdır. İslam sadece bir kavme ya da topluluğa hitap etmez dolayısıyla Türklerin Müslüman olmalarındaki bir diğer etmen dinin evrensel nitelikte olmasıdır. Türkler arasında Musevilik, Mecusilik veya Budizm gibi herhangi bir dini benimseyenlerin de zamanlar İslamiyet’i seçtikleri bilinirken hiçbir Müslümanın sonradan din değiştirdiği görülmemiştir.
Türklerin göç yolu olarak kuzey yollarını değil de güney yollarını tercih etmeleri Müslüman Araplar ile karşılaşmalarına ve İslam ile tanışmalarına neden olmuştur. İslamiyet’ten önce Araplar ve Türkler arasında herhangi bir bağlantı bulunmuyordu ve coğrafi açıdan da uzaklardı. Türkler göçebe yaşam tarzını benimsedikleri için genelde suyu bol toprakları tercih ediyorlardı Arap toprakları Türkler için yerleşmeye elverişli değildi.
Türklerin İslamiyet ile Karşılaşması

Türkler M.Ö. 7 .yüzyılda Derbend yoluyla Azerbaycan’a yerleşmeye başlamışlardır. Bundan dolayı Derbend yani Babül evbab Türk Kapısı olarak adlandırılmıştır. Türkler Derbend bölgesine Kafkasları aşarak geldikleri için Türkler ve Arapların ilk temas yerleri olarak Kafkaslar gösterilmektedir.
Yaşanan Arap fetihleri de İslamiyet’in yayılmasında etkili olmuştur. Hicaz’dan başlayan fetih hareketleri büyük bir coğrafyaya yayılmış ve güçlü bir medeniyet kurulmuştur. Kurulmuş olan bu medeniyet sayesinde Müslümanlığı seçenlerin sayısı artmıştır.
Türkler 7. Yüzyılın ortalarında Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiş olan 642 yılında gerçekleşen Nihavend Savaşı sonrası İslam dünyası ile tanışmaya başlamışlardır. Müslümanlığı benimsemiş olan Sasani Devleti’nin yıkılmasıyla Türk-Arap ilişkileri hız kazanmış sonraki yarım yüzyılda ise bu süreç karşılıklı çatışma şeklinde devam etmiştir. Cahiliye döneminde Arap şairler Türklerle ilgili çeşitli şiirler yazmış ve onların kahramanlıklarından bahsetmiştir. Türkler ve Arapların İslamiyet öncesi birbirlerini tanımalarına sebep olan bir diğer etken de ticaretti. Ünlü ticaret güzergâhı olan İpek yolu çeşitli Türk boyu ve devletlerini bir araya getirirdi. Araplar da bu vesileyle Türkler ile tanışma fırsatı bulmuşlardı.

İslam tarihinde Türklerden ilk olarak hadislerde bahsedilmiştir. Hz. Muhammed’in Türkleri fiziksel özellikleriyle birlikte anlattığı hadisler bulunmaktadır bunlardan birkaçı;
“Müslümanlar yüzleri kat kat deriyle kaplanmış kalkan gibi olan, kıldan elbise giyen Türk denilen kavimle savaşana kadar kıyamet kopmaz.”
“Gözleri küçük bir kavimle savaşacaksınız.”
“Sizler küçük çekik gözlü, kırmızı benizli, yatık burunlu, yüzleri örs üzerinde dövülmüş derilerle kaplanmış kalkan gibi olan Türklerle çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Yine sizler kıldan çarık giyen bir kavimle(Türkler) çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”

Hz. Muhammed’in Türklere İslamiyet’e davet mektubu yazıp yazmadığı konusunda net bir bilgi bulunmamakla beraber Emevi Halifesi Hişam bin Abdülmelik’in bu amaçla Türk Hakanı’na elçi gönderdiğine fakat Hakan’ın elçiye cevap vermediğine dair rivayetler bulunmaktadır. Türkler ve Arapların karşılaşmaları her ne kadar fetih hareketleri ile olsada Türkler hiçbir zaman egemenliklerini kaybetmemişlerdir.
751 yılında gerçekleşmiş olan Talas Savaşı önemli bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Bu savaş sonrası yenilen Çin Maveraünnehir bölgesi ile bir daha ilgilenememiş ve bu bölgede Müslüman sayısı artmaya başlamıştır. Talas Savaşı Abbasilerin kuruluşunun başlangıç yıllarında yaşanmıştır. Horasan bölgesinde Emevilere karşı başlatılan isyanda hilafet Abbasilere geçmiştir. Hilafetin Abbasilere geçmesiyle birlikte Maveraünnehir’de Çin etkisi azalmış aynı oranda İslam etkisi giderek artmıştır.
Türklerin İslamiyette tam anlamıyla gelişme yaşayabilmeleri Karahanlı Devleti‘nin kurucusu olan Satuk Buğra Han‘ın resmi olarak İslamiyet’i benimsemesine kadar sürmüştür. O dönemde Hakan ile birlikte halk da İslamiyet’i resmi olarak kabul etmiştir. Böylece Karahanlılar döneminde Türklerin İslamlaşması hız kazanmıştır. Bu dönemde Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut gibi önemli isimler yetişmiştir. Kaşgarlı Mahmut eserinde ”Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır.” hadisinden bahsetmiştir.

Türkler İslam’ın ortaya çıktığı ilk yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamışlardır. İranlılardan oluşan Merv şehrinin de zamanla İslam’ın merkezi haline geldiği görülmektedir. Öyle ki, Basra‘da kalan Türk esirler için 670 yılında bir cami yaptırılmıştır. Türklerin sahip oldukları özellikler İslam’ı seçmelerinde etkiliyken İslam’ın kendilerine ulaşmasında tüccarlar ve din alimleri etkili olmuştur. Sünni İslam’ı benimseyen Türkler sonrasında Anadolu’nun İslamlaşmasında görev almışlardır. İslamiyet’i yayma düşüncesiyle ağırlıklı olarak dini eğitimlerin verildiği Medrese ve Tekkeler‘i inşa etmişlerdir.
Türkler Arap fetihlerinde aldıkları yenilgiler dolayısıyla İslamiyet’i kabul etmiş değillerdir. Kendilerine her anlamda en uygun din olduğuna inandıkları için bu dini benimsemişlerdir. İslamiyet’i tamamen benimsemeleri bir anda gerçekleşmemiş bu anlamda uzun bir süreç yaşanmıştır. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmeleriyle Türklerin ismi İslamiyet ile anılmaya başlanmıştır.
Kaynakça
- Sarıoğlu,Atanur, Türklerin İslamiyete Geçiş Süresi ve Etkili Olan Faktörler, World Journal of Human Sciences, 2023. Araştırma Makalesi.
- Mert,Rabia,İslamiyet Öncesi Türkler ve Türklerin İslamlaşma Süreci, Sinop Üniversitesi,2021.Araştırma Makalesi.