Yalnızlıktan kaçıp kitaplara sığınırız hep. Peki ya o sığındığımız sayfalar da yüzümüze vura vura yalnızlığımızı anlatırsa bize? O sayfalarda kendimizi görüp teselli mi buluruz yoksa daha derinlere gömülüp yaralarımızı mı kanatırız? Bu kitaplardan en az birini okumuş olan bu duyguları çok iyi anlayacaktır. Hem yara bandı hem yara olan bu kitaplara gelin birlikte bakalım.
“İnsan çok yalnızken bir tane daha kendinden doğuruyordu içinde, “Korkma” desin diye.” –Ece Temelkuran
1. Kör Baykuş – Sadık Hidayet
“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen kemiren yaralar.”
Listemize ilk cümlesinden sonuna kadar okura kalemi elinden bıraktırmayan İran Edebiyatı’nın incisi ile başlıyoruz. Kör Baykuş, yüzden az sayfa sayısıyla hayatımızda silinmez izler bırakacak satırlar sunuyor bize. Kitabın ana karakteri hem ontolojik hem de sosyolojik yalnızlığını son damlasına kadar yaşıyor ve Sadık Hidayet mükemmel kalemiyle bunu okuruna aktarıyor. Yazarın aynı zamanda kendisini de anlattığı iddia edilen bu kitapta ana karakterimiz sürekli bir şekilde hem insanlar tarafından incitildiğini hem de onlardan çok farklı olduğunu dile getirmekten kaçınmıyor. Toplum tarafından dışlanmış olan karakter, kitap boyunca çeşitli hastalıklarla mücadele ediyor. Hasta yatağında hem ailesi hem de eşi tarafından hiçbir zaman sevilmemiş olmanın acısıyla savaşamayıp ağır psikolojik sorunlarla karşılaşıyor. Bu bunalımdan kaçamayan baş karakterimizin sonu da, yazarın kendi sonu kadar hüzünlü bitiyor. Bu da bize “Yoksa gerçekten de Sadık Hidayet bu kitapla kendi kaçınılmaz bunalımını ve planladığı sonu mu anlatıyordu?” sorusunu sorduruyor.
2. Uzayda Piknik – Arkadi ve Boris Strugatski
“Ama sizin için çalışmak istemiyorum ki ben, sizin işlerinizden midem bulanıyor, anlıyor musunuz bunu? İnsan çalışıyorsa her zaman birileri için çalışır, köledir o, başka bir şey değil, ama ben daima, daima kendim olmak istedim, hepinizin ağzına, can sıkıntınıza, kederinize tükürebileyim diye…”
Strugatski kardeşler klasiği olan Uzayda Piknik bilim kurgu türünün en önde gelen örneklerindendir. Kitabın hem Tarkovski tarafından yönetilen filmi, hem de aynı konuyu ele alan oyun uyarlaması mevcuttur. Bilim kurgu romanlarından hep distopik ve fantastik olaylar, insan ve duyguları dışında hikayeler beklenir. Edebiyatta genellikle yalnızlık kavramı bu tür kitaplarda işlenmez. Ama Uzayda Piknik insanın evrendeki acizliğine vurgu yaparak küçük bir toplum içinde değil de tüm evrende yalnız kalmayı veya bunu seçmeyi ele alıyor. Sürekli ilerleyen karakter gelişimleri okuru hem karakterlere, hem kitaba bağlıyor. Kitap insan duygu ve zekasını, sosyal değişimlerini felsefik açıdan ortaya koymaktan çekinmiyor. Bilim kurgu severlerin mutlaka okuması gereken bir Rus Edebiyatı örneği olan kitap Boris Strugatski’nin vurucu sonsözüyle bitiyor.
3. Az – Hakan Günday
“Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir insan az olması demekti. Öğreniyordu Derda. Ne kadar az, o kadar iyi.”
Yalnızlık çoğunlukla yetişkinlere mahsusmuş gibi gelir. Gençler hiç yalnızlık çekmez çünkü onlar çılgındır, onlar eğlenmesini, arkadaş edinmesini bilirler hep. Peki ya çocuklar? Yeri oyun parkları, okul sıraları olan çocuklar hiç sürüklenir mi hayatın karanlık tarafına? Ana karakterimiz Derda‘nın yaşamı tam da bunu anlatıyor işte. Yoksa ana karakterlerimiz mi desek? Çünkü kitap, iki ayrı geçmişe sahip birbirinden hem çok farklı hem de aynı acıları ve isimleri paylaşan iki çocuğun hikayesini anlatıyor. Daha yaşamlarının en başından yalnızlığı tatmış bu karakterler tüm acıları birbirilerini bulabilmek için yaşıyor sanki. Onlar yalnızlığa sürüklenmiyor, onlar toplum tarafından dışlanmıyor onlar toplumdan kaçıyor, hem de iğrenerek. Hakan Günday’ın vurucu kaleminden çıkan bu kitap insana hayatı, yaşadığı toplumu ve gerçeklerini tekrar tekrar sorgulatıyor. Yoksa gerçekten de kaderleriyle yalnız mı bıraktık çocuklarımızı?
4. Pedro Paramo – Juan Rulfon
“Çok konuşkan biriydi. Sonra birden sustu. Kendisinin duymadığı, kulağında çınlamayan ve bizzat tadına varamadığı şeyleri anlatmaya kalkışmanın hiç bir anlamı olmadığını söylüyordu.”
Kitap sadece yalnızlığı değil insan ruhunun yaşadığı huzursuzlukları ele alan çok katmanlı bir Latin Amerika Edebiyatı örneğidir. Zaman ve mekan kavramı birbirine karışıyor, insana yaşananların hayal mi gerçek mi olduğunu sorgulatıyor. Bu açıdan Kör Baykuş kitabını hatırlatsa da hikaye ana karakter gibi görünen karakterin değil de aslından babası olan Pedro Paramo’yu ele alıyor. Diğerlerinin aksine karakterimiz tek başına bir yalnızlık yaşamıyor, aksine hayatına çeşitli karakterler bile alıyor bunların bazıları gerçek insan olmasa da. Yazarın mükemmel kurgu yeteneği sayesinde okur bir filmin içindeymiş gibi yaşıyor hikayeyi. Gabriel Garcia Marquez‘in “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabına da ilham olan kitap yalnızlığı direkt olarak değil de duygularla yaşatıyor okuruna. Zirveye ulaştığını hissettiğinden olacak ki yazar bundan başka bir kitap yazmamıştır. Sadece bir kitapla bile Carlos Fuentes, Gabriel Garcia Marquez gibi yazarlara ilham olarak edebiyata dolaylı yoldan katkılarını sağlamıştır.
5. Kamyonet – Per Wahlöö
“Bazıları limana bile inmez, ama bekliyorlardır, gemiyi ya da başka bir şeyi. Yabancılar için başlangıçta zordur bu, ama zamanla beklemeye alışır insan.”
İspanyol İç Savaşı’nı anlatan kitap küçük bir köye farklı yerlerden gelen arkadaş grubunun başına gelen olayları konu alıyor. Kitap ilk başta durgun bir şekilde günlük olaylarla ilerlese de karakterleri insana bağlamayı başarıyor. İşte bu anda da kitabın dönüm noktası olan olay gerçekleşiyor. Sistem yanlıları tarafından İsveç’ten gelen çift, acımasız bir şekilde katlediliyor. Bu olay sonrasında kitabın başlarında kendini olaylara dahil etmeyen, arkadaş ortamında yabancılaşan karakterimiz Willi Mohr öne çıkmaya başlıyor. Hikaye boyunca yalnız hisseden kahramanımız artık bir amaç ediniyor. Tek başına verdiği bu savaşta gittikçe kendini adanmışlığa götüren bir yola giriyor. Kitap boyunca toplumsal olaylar, siyaset ve Willi Mohr timsalinde yalnızlık kavramı ustalıkla işleniyor.
6. Mülksüzler – Ursula K. Le Guin
“Bir şey eksikti- kendisinden geldiğini düşünüyordu bu eksiğin, bir yerden değil. O yapamıyordu. O kadar cömertçe sunulan şeyleri alacak kadar güçlü değildi. Bu güzel vahada kendini bir çöl bitkisi gibi kuru ve kavruk hissediyordu.”
Listemizin sonunda yine bir bilim kurgu romanı var. Kitap bir birinden tamamen farklı olan ve farklı yönetilen iki gezegeni ele alıyor. Ana karakterimiz Shevek ise yaşadığı gezegenden kendileri için Ay gibi olan gezegene taşınıyor. Tamamen yabancısı olduğu gezegende yalnız kalan Shevek için şartlar gittikçe zorlaşıyor. Herkesin aynı olduğunu, iki gezegenin de kardeş olduğunu savunan kahramanımızı derinden incelediğimizde aslında her ikisine de yabancı olan, hiç birinde kök salamayan bir tenha olduğunu gözlemleyebiliriz. Artık bu gezegende kalamayan karakterin eve dönmesi de olanaksızdır. Ursula K. Le Guin‘in usta kaleminden siyaset, feminizm, anarşizm ve yabancılaşma aslında çok da yabancı olmayan bu dünyalarda yeniden anlam kazanıyor. Sadece bilim kurgu severlerin değil, her türün okur kitlesine hitap edebilecek nitelikte dolu dolu bir kitap.
Kaynakça:
Temelkuran, Ece. Muz Sesleri. İstanbul: Can Yayınları, 2016.
Hidayet, Sadık. Kör Baykuş. Çev: Behçet Necatigil. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Strugatsk, Arkadi ve Boris. Uzayda Piknik. Çev: Hazal Yalın. İstanbul: İthaki Yayınları, 2018.
Günday, Hakan. Az. İstanbul: Doğan Kitap, 2011.
Rulfon, Juan. Pedro Paramo. Çev: Süleyman Doğru. İstanbul: Doğan Kitap, 2012.
Wahlöö, Per. Kamyonet. Çev: Nuran Yavuz. İstanbul: Telos Yayınevi, 1998.
Le Guin, Ursula K. Mülksüzler. İstanbul: Metis Yayınları 2021.