Edebiyat çevresinde yüzyıllardır tartışılan konulardan biri, edebiyatın dış gerçekliği anlatıp anlatmayacağıdır. Dış gerçeklik etrafında en çok politik gerçeklik üzerinde durulur. Çünkü insanı ve toplumu ilgilendiren konular edebiyatta işlenmiştir. Bu sebeple politik edebiyat, genellikle ideolojik ve sosyolojik bir yaklaşımla irdelenir.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da ideolojilerin sayısı kadar birbirinden farklı görüş ve düşünceler ortaya çıkmıştır. Politik edebiyat konusundaki görüşlerin farklı olmasında insanların birbirlerinden farklı bakış açılarına sahip olmaları, sanatın doğası gereği çok boyutlu olması gibi etkenler söz konusudur.
Sanat Kuramlarına Göre Edebiyatın Görevleri
Edebiyat, tarih boyunca temelde iki farklı bakış açısıyla irdelenmiştir. Edebiyat yapıtları da bu iki farklı bakış açısı etrafında oluşmuştur. Bu bakış açılarından biri, edebiyatı devlet, politika, ahlak, din gibi bir başka olgunun aracı olarak görmüştür. Diğeri ise, edebiyat yapıtlarını değerlendirirken temel ölçü olarak estetik değerlerini ve sanatın özünü temel almıştır.
İlk çağlardan günümüze kadar olan süreçte sanat çevrelerinde var olan sanat kuramlarının temelini önce Platon sonra Aristoteles atmıştır. Aristoteles’e göre edebiyatın görevi:
“Gerçekten olan şeyi değil, tersine olabilir olan şeyi, yani olasılık veya zorunluluk kanunlarına göre mümkün olan şeyi ifade etmektir.” (Moran, 1991, s,14)
Aristoteles, edebiyatı ve sanatçıyı yüceltir, onu diğer sosyal alanların üstünde görür. Aristoteles, özellikle tragedyanın tanımını yaparken, edebiyatın hem bilgi kazandırma, hem de yararlı psikolojik etkisine değinerek bireysel ve toplumsal yaşamdaki yerine de dikkat çeker. Bununla birlikte sanat yapıtlarını değerlendirirken de ölçü olarak her şeyden önce sanat yapıtlarının kendisini alır.
Politikanın Edebiyattaki Yeri
Politika, “devlete ait olan işler” olarak genel bir tanıma sahiptir. Politika dar anlamda devleti yönetme sanatıdır. Politikaya işlevsel açıdan bakan yaklaşıma göre politika, iktidar için yapılan bir kavgadır. 15. Yüzyıl İtalyan düşünürlerinden Machiavelli, sosyolog Max Weber ve filozof Bertrand Russell gibi düşünürler politikanın işlevsel olduğunu savunur. Machiavelli, politik iktidarın ele geçirilmesi, korunması, büyümesi ve yitirilmesi konusunda yazmış olduğu “Hükümdar” adlı yapıtıyla bu konuda öncülük eder. Machiavelli bu yapıtında politikayı, iktidar sahiplerinin gücü elde etmek, korumak ve yaygınlaştırmak amacıyla kullandıkları en iyi teknik araç olarak tanımlar.
Edebiyatın yapısı, işlevi, gerçekliği ve politikayla olan ilişkisi hiçbir zaman yazarlar ve edebiyat bilimcileri tarafından tartışmasız bir biçimde ortaya konulmamıştır. Bu farklı yaklaşımların kaynağı, her zaman sanatın özü ile doğrudan bir ilişki içinde değildir. Edebiyat çok yönlü, toplumsal, kültürel, bireysel bir olgu olarak tüm yaşamı kapsar. Bunun için insanlar sanatı, kendi dünya görüşleri, yaşam felsefelerinin bakış açısıyla değerlendirir. Bu farklılıklarda insanların içinde bulunduğu sosyal ve siyasal olayların da büyük rolü vardır. Örneğin ‘toplumcu gerçeklik’ sanat anlayışına sahip olan yazarların ve bu bakış açısındaki düşünürlerin edebiyata, politik veya toplumsal bir işlev yükler. Sosyalist politikacı Lenin,
“Edebiyat, parti edebiyatı olmalıdır. Kahrolsun partizan olmayan yazar! Kahrolsun edebiyatın üstün adamı! Edebiyat, proletaryanın genel davranışının bir parçası olmalıdır”
diyerek edebiyat ve politika ilişkisini kaçınılmaz olarak görmüştür. Tek taraflı bakıldığı zaman sanatın içindeki zıtlıklar ayrı ayrı görünür. Sanat, tarih içinde kurmaca olarak anlaşılırken diğer taraftan da ondan toplumu değiştirmesi istenmiş ve gerçek gerçekliğe dayanması beklenmiştir.
Politik Olanın Sanat Yapıtına Yansıması
Edebiyat da diğer sanat türleri gibi biçim ve özden oluşur. Her eserin mutlaka bir içeriği vardır. Bu içerikte kurmacanın ve düşlerin olması da ahlaksal değerlerin varlığı da kaçınılmazdır. Bunların içinde politik konuların olması da doğaldır. Çünkü politika da insanın sosyal yaşamının bir gerçeği olarak orada durur. Stendhal, bu konuyla ilgili bir yazısında şöyle yazar:
“bir yazın ürününde politika, bir konserin tam ortasında patlayan bir tabanca sesi gibi gürültü ve kaba ama yine de insanın ilgilenmekten kaçınamayacağı bir şeydir” (Howe, 1987, s,70)
Sanat yapıtlarında insanı anlatan onun çevresini ve sorunlarını da anlatmalıdır. Politik konuları çok boyutlu hale getirmek ve bu arada sanatın temel özelliklerini korumak ise, yazarın politik düşüncelerinden çok sanatsal yeteneklerine bağlıdır. Bir sanat yapıtı, sanatsal bir nitelik kazandıktan sonra ele aldığı ideolojiye ve düşünceye karşı bağımsızlaşır. Ele alınan konu, yazarın özgün biçimiyle farklılaşarak yeni bir gerçeklik kazanır. Sanat yapıtında dogmatik ideoloji kalıpları yoktur. Böylelikle her okur için farklı duygu ve düşünceleri çağrıştıracağından artık o düşünceler, ait olduğu ideolojiyi aşmış ve yeni bir boyut kazanmış demektir. Edebiyat içerik ve biçimden oluştuğu için estetik bir biçimi olacağı gibi, içeriğinin de olması son derece doğaldır. İçerik düzleminde ise onu diğer sosyal alanlardan ayıran şey, konusunu işleyiş biçimi ve ona verdiği estetik boyuttur.
Kaynakça
EYİGÜN, S. (2005). Edebiyat Ne Zaman “Politik” Olabilir? Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 247-252.
HOWE, I. (1987). Politik Roman Kavramı. Ankara: Adam Sanat Dergisi.
MORAN, B. (1991). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları.