“Aşk basit bir şey olmalı.”
Monia Chokri‘nin yönetmen koltuğuna oturduğu, Mayıs ayında Cannes Film Festivali‘nde prömiyerini yapan The Nature of Love (Aşkın Tabiatı), Filmekimi‘nin merakla beklenen filmlerinden yalnızca bir tanesiydi. Romantik-dram bir film oluşunun ardına kahkahalar sığdıracağı söylentilerinin olduğu film, Atlas Sineması’nın atmosferine karışarak izleyicisiyle buluştu.
Sophie‘nin (Magalie Lépine Blondeau) on yıldır beraber olduğu kocası Xavier (Francis-William Rhéaume) ile olan mutlu ama fazlasıyla monotonlaşmış hayatı, Kır evini yenilemek için tuttuğu marangoz Sylvain‘e (Pierre-Yves Cardinal) aşık olmasıyla farklı bir renge boyanır. Film, Sophie’nin iki kişi arasındaki seçimini yansıtsa da arka planda konu bambaşka dallara ayrılıyor. Sorular soran, yeni tanımlar yaratan filmde; başlangıçlar ve gidişlerin beraberinde konu olarak klasikleşmiş temanın farklı bir perspektiften işlenişine izleyici olarak tanık oluyoruz.
Film, bir sofranın etrafında başlıyor. Sophie on yıldır beraber olduğu kocası Xavier ve arkadaşları ile toplanmış bir şekilde, hepimizin kafasındaki evrensel sorular hakkında sohbet ederken görüyoruz. Bu diyaloglara arkadaşlarının çocuklarının gürültüleri ara verirken normalleşmek zorunda kalan ebeveyn tartışması karakterimizin andan yabancılaşmasına neden olurken, yakınlaşıp uzaklaşan sahnelerle beraber elimize takip edebileceğimiz bir ip veriliyor.
Böylece Sophie’nin başlayan içsel yolculuğuna tanık olmaya başlıyoruz. Her sahnede bu ipi takip ederek sona doğru ilerliyoruz. Bizim için sonu olan film, karakter için henüz yeni başlayacak olan bir hikayeye dönüşüyor. Devamında benzinlik ve araba sahnesiyle devam eden film, elimize bu sefer filmin sonunda izleyicilerine farklı metaforlar açtıracak anahtarlar veriyor.
Almış olduğu kır evini yapması için Sylvain ile anlaşan Sophie’nin bir barda aşk ve hayat üzerine konuşması üzerine aralarında bir bağ oluşmaya başlıyor. Başta bu durumu kabullenmekte zorlansa da sonra bu duygunun aşk olduğu kanısına varması pek uzun sürmüyor. Fakat hepimizin aşk hakkındaki tanımı farklı değil midir?
Bu ikilem uzun ilişkisindeki monotonluk ile heyecan dolu, yeni bir ilişki arasında tercih yapmakla sınırlı kalmıyor. Tüm bu sürecin beraberinde Sophie’nin kendi, inandığı ve yeniden öğrendiği şeylerle hayatı yeni bir ivme kazanıyor. Bir akademisyen olan Sophie’nin her dersinde aşkı farklı açılardan anlatışı filmle birleşerek arka planda izleyicinin de aşk hakkında olan teorilerini de açığa çıkartmasına neden oluyor. Böylelikle karakter gelişimiyle beraber aşk adına günden güne farklı tanımlamalar yapışını da gözlemleyebiliyoruz.
Karakterimiz çokta uzun diyemeyeceğimiz bir sürenin sonunda kocasına biriyle tanıştığını anlatıyor. Bu ayrılığın ardından tek başına kalan Sophie’nin hayatına Sylvain’ı almaya karar vermesiyle her şey ilişkinin başındaki gibi ilerleyecek gibi durmuyor. İkisi arasındaki bağın ciddi bir ilişkiye dönüşmesiyle işler sarpa sarıyor; insanı değişime iten aşk mıydı? yoksa değişim olarak nitelendirdiğimiz şey aşkın tabiatı mı?. Film aslında başladığı yerde, yine bir masanın etrafında son bulmaya başlıyor. Sylvain’ın ailesiyle tanışmaya gelen Sophie’nin, Sylvain’ın kardeşi ve karısının tartışmaları ve arka planda çocukların olması karakterimizin yeniden kayboluş düşüncelerinin gözlerine yerleştiğini izleyici olarak gözlemleyebiliyoruz. Aynı zamanda Sophie’nin başından beri sahip olmak istediği duyguyu bulduğunu sandığı dakikaların ardından tekrar kendini hikayesinin başındaki noktada buluşu karakterimizin kabulleniş sürecini başlatırken izleyicinin arka planda çözmeye çalıştığı bir denklem haline geliyor.
Her birimiz duyguları tek bir isimde basite indirgesek de her bir ruh her duyguyu başka bir gözden tanımlıyor. Bu duyguların başında gelen aşk, en güzel; bazen de en çok can yakanı olmakla kalmayıp bize Sophie’nin perspektifinden ulaşıyor. Sadece aşk değil aşkın dönüştüğü ve dönüştürdüklerine de değinen filmde karakterimizin gözünden yeni bir yolculuğa çıkıp, aşkı defalarca yeniden tanımlıyoruz. “Komik” bir film olduğunu bizce söyleyemeyiz fakat araya sıkıştırılan küçük diyalogların salonda küçük gülücüklerin yükselmesine neden olduğunu da es geçemeyiz. Bizce festivalin izlemeye ve tüm bu bekleyişe değer filmlerinden bir tanesiydi.
Peki siz Filmekimi götüreceksiniz?