Beirut, alıştığımız tınıların dışında, bambaşka bir ifade biçimine sahip. Balkan müziği ile harmanlanmış, indie folk tarzında şarkılara sahip olmasıyla kendine aslında farklı bir kategori oluşturmuş durumda. Zach Condon’ın solo projesi olarak ortaya çıkan Beirut, zamanla çok daha fazla enstrümanı bünyesinde barındırmaya başlayarak bugünkü haline gelmiştir. Kültürel dokuları cesurca, çağdaş bir indie tarzıyla birleştiriyor.

Zach Condon Kimdir?
Zach, 14 yaşından beri enstrümanlarla yakın olmuş ve içten gelen bir yetenekle erkenden üretim yapabilecek kadar şanslı bir çocuktur. Babasından kalan akustik bir gitar ve bir trompetle ilk denemelerini gerçekleştirerek ilk adımlarını atmıştır. Müziğin sözlerinin kendi sahip olduğu notalar ve ritmi olduğuna inanan bir felsefeye sahip. İfade biçimi için bir arayış içindeyken, indie rock grubu Neutral Milk Hotel gibi gruplardan oldukça etkilenmiştir. Amerika’da doğup büyümesine rağmen balkan kültürü ve Goran Bregović müziği, ilk albümünde en etkili faktör olmuştur. Emir Kusturica’nın büyülü gerçeklik temasının müzikle eşleştiği pek çok albümde gözlemlenebilir. Henüz 19 yaşındayken yayınladığı Gulag Orkestar, ilk konserini New York’ta yaparak büyük bir ilgi odağı haline gelmiştir. Grubun üyeleri sürekli olarak değişse de Zach, Beirut’un yapı taşı rolünde devam ediyor. Esinlenmek için sürekli dünyanın farklı yerlerinde kalıyor ve bundan besleniyor. Bulunduğu şehrin kalpte yarattığı çağrışımlar, albümlerinin ana temasını oluşturmaktadır.
Şehirlerin Kalplerini Dinleyen Şarkılar
Zach Condon, yeni bir şarkı yazmak istediğinde, gözlerini kapatıp parmağını haritanın üzerinde rastgele seçtiği bir noktayı hayal ederek ilhamı bulduğunu söylüyor. Seçtiği şehirdeki yaşam, insanlar, barındırabileceği tüm hikayeler ona yol gösteriyor. Bir gün gözlerini kapatıp Beirut şehrine parmağını koyduğu zaman, oradaki büyüleyici his, karmaşa, tarihindeki çatışmalar onu öylesine etkiliyor ki bunun grubun adı olmasına karar veriyor.
İstanbul da bu şehirlerden bir tanesi!
“No No No” (2015) albümüne çalışırken bir dönem Kadıköy’de yaşayan Zach, o sıralar üzerinde çalıştığı melodilerden birine “Fener” adını vermiş ve İstanbul’a armağan etmiştir. İstanbul’da geçirdiği süre boyunca tanıştığı insanlar ve huzur veren anılarından sıklıkla övgüyle bahsediyor. Türkiye’de tanıştığı biriyle bir dönem evlilik yaşadığı için olsa gerek, İstanbul artık bir seyahat rotasından çok ev haline gelmiş. Bu karşılıklı bağ sayesinde Beirut, İstanbul’da verdiği konserlerde inanılmaz bir sahiplenme ve coşkuyla karşılanmakta.
Bir başyapıt olarak “Rhineland”
Trompet ve akordiyonun resmen bir diyalog halinde olduğu ritmi ile muazzam bir ağıt. Zach Condon’ın akrobatik, güçlü, duygusal olarak nüanslı sesi ”Rhineland” ile yükseliyor. Standart gitar-popun yerine Doğu Avrupa süslemeleri ile eşleştirilmesi açık bir çekicilik yaratıyor. Sözlerinde çaresiz bir arayış yatsa da bu şarkıda tam olarak hangi hissin beslendiğini seçmek mümkün değil. Nasıl ve hangi hisle yazıldığı bilinmez ama kesinlikle bir dönüm noktasını anlatıyor. Gulag Orkestar’ın karanlığının bir özeti şeklinde. Baskın atmosferin altında savaş, ayrışan toplum, sığınağın içindeki yaşam gibi temalara değinerek Almanya’ya odaklanıyor.
“Hayat hala Ren Nehri kıyılarında güzel ama zaten gidecek başka yer de yok.”
Life, life is all right on the Rhine
No, but I know, but I know
I would have nowhere to go
No, but there’s nowhere to go, to go
Gulag Orkestar
2006’da ilk kez “Beirut” adıyla yayınlanan albüm, “Gulag Orkestar” adını Sovyet çalışma kamplarına olan atıfla almasıyla, başlı başına ideolojik bir duruş benimsiyor. Goran Bregović müziğinin balkan esintisi ve Emir Kustirica’nın mercek altına aldığı kültürün etkisi, albümün ana temasını oluşturmakta. Her ne kadar Balkan müziğinin savaş yaralarından esinlenmiş olsa da müziği iyimserlik ve teslimiyetin yüksek bir karışımını da temsil ediyor. Mandolin, ukulele, trompet ve akordiyon gibi enstrümanlar, hüzünlü kutlamaları çağrıştırarak müziğine zenginlik katıyor. Condon’ın titreşimli vokalleri, müziğine hafiflik ve yoğunluk dengesi ekliyor. “Prenzlauerberg”, ritimler altında gizlenmiş hafif ve puslu bir hissi uyandırırken, “Rhineland”, akordiyon eşliğinde bir yasın ağırlığını taşıyor. Albüme adını veren “Gulag Orkestar”, ritim değişiklikleri ile eski Doğu Avrupa’nın sesini yansıtıyor. “Bratislava”, Slovakya’nın başkenti için bir kutlama marşı olmasıyla coşkusunu bastırıyor. Çatışan unsurların tüm bu sıcaklıkla bir araya gelmesiyle Beirut’un en eşsiz albümü haline geliyor.
The Flying Club Cup
Çok geçmeden 2007’de “The Flying Clup Cup” yayınlanıyor. Bu sefer Fransa topraklarının üzerinde keşfe çıkılıyor. Bu albümde Gulag Orkestar’dan tanıdığımız Beirut ezgilerini duyuyoruz. Otantik vurguları ve çok sesli orkestrası biraz daha neşeli bir uyuma yöneliyor. Zach’in kadifemsi sesi daha ön plana alınmış durumda. “A Sunday Smile”, “Guyamos Sonora” keman ile daha fazla klasikleştirilmiş ezgilerle süslenmiş. “Cliquot” ile orkestra havasını tekrar soluyoruz ancak “The Penalty” ve “St. Apollina” çoğunlukla Zach ve ukulelesinin sakinliğine teslim olmuş durumda.
March of the Zapotec and Real People Holland
Meksika’nın Oaxaca eyaletinde Zach ve ekibi bu albüm üzerine çalışmalar yürütmüştür. Meksika’nın sokak sanatçıları, düğünlerindeki karnaval ezgileri albümün ana hatlarını oluşturuyor. “La Llorona”, “On a Bayonet”, “The Akara” art arda dinlendiği zaman muhteşem bir uyum içinde. Her şarkı bir öncekinin ruhundan beslenen bir cevap şeklinde ilerliyor. Saksafon, trompet ve akordiyon bu albümü tamamıyla ele geçirmiş durumda. Diğer albümlerden farklı olarak albümün ikinci yarısında “Real People”, elektronik müzikle buluşturdukları “Venice”, “My Wife, Lost in the Wild” parçaları yer almakta.
The Rip Tide
“The Rip Tide” Zach Condon’ın deyimiyle biraz daha güneşli bir his veriyor. “Santa Fe” ile Zach, doğduğu şehri neşeyle kutsamış. Bu sefer ritimler şarkının ortasından büyüyerek katlanmaktansa daha küçük dalgalanmalarla ilerliyor. Piyano, hiç olmadığı kadar başrolü üstleniyor. Her defasında yeni bir şey denenmesine rağmen hep o aynı Beirut tarzının özü etrafında biçimlenmiş.
No No No
2015’te yayınlanan albüm yer yer klasik 70’ler hissini veriyor. 60,70’lerin R&B geleneğini biraz da olsa anımsatmakta. Basit ama oldukça etkili melodilerini “August Holland”, “Perth” üzerinde buluşturmuş. Beirut bu albüm ile eski melankolisinden yavaş yavaş koparak daha umutlu ve iyileşen bir tavrı yaratıyor. “At Once”, piyanoyu döngüsel kullanımıyla sadelikten uzaklaşmadan bir şaheser yaratıyor.
Gallipoli
Uzun bir sessizliğin ardından 2019’da “Gallipoli” ile Beirut, tarzını hiç bozmadan piyasaya geri dönüş yapıyor. Bekleneni verip vermemesi tartışılır ancak aradan geçen yıllara rağmen kendini yine hatırlatmayı başardığını söylemek mümkün. Tekrar 1970’lerin esintileriyle savrulduğumuz albümde, naif indie rock dokunuşları şiirsel bir anlatımla sunmayı başarıyorlar.
Artifacts
Artifacts (2022); yayınlanmamış parçalar, Zach Condon’ın 14 yaşına kadar inen eski kayıtlarına sahip. Beirut’un (2007) “Long Gisland” EP’leri ile uzun bir zamana yayılmış çalışmasının eseri. Duyurusunun yapıldığı şarkı, “Now I’m Gone” kilise orgu ile yeniden yorumlanmış versiyonuyla da muazzam bir tat bırakıyor. 26 şarkılık dev çift albümde bir hayli keşfedilecek gizli hazineler olduğu söylenebilir. “Napoleon on the Bellerophon” tarihe yaptığı atıfla en öne çıkan parçası halinde. Her parça muhtemelen kendi başına tam bir incelemeyi hak edebilecek kadar derin. Beirut’un nasıl ilmek ilmek işlendiğini görmek için oldukça kapsamlı bir albüm. ”Artifacts”, akordiyonun adım adım kendini ortaya çıkarışının bir temsili. Revize edilmiş parçalarıyla risksiz ama başarılı bir albüme imza atılmış.
Hadsel
En güncel albümü (2023) Hadsel, rotayı beklenmedik bir şekilde Norveç’e çeviriyor. Zach bu albümdeki tüm enstrümanları tek başına kaydediyor. Albüm kapağında bulunan kilise, Hadsel adasında albüme çalıştığı ahşap kilisenin ta kendisi. Dünyanın bir ucunda, kuzey ışıklarının eşliğinde geçen gerçek bir inziva sürecine ait. 12 parçalık albüm, saf, ilahi bir niteliğe sahip. Zach, müzikle kuşanmış düşüncelerin dünyasında bir flanör. “Melbu” ve “Island Life” gezgin ruhunun bir ürünü. Drum machine, kilise orgu, kornet gibi “Gulag Orkestar” havasını yeniden sezdiğimiz mistik enstrümanlarla yaratılmış. Albümdeki birçok şarkının altında yatan Hadsel kirke orgunun kullanımı, özellikle albümün adını taşıyan parçaya, modern pop müziğin ultra parlak tonlarından çok uzak, sade ve barok bir zarafet katıyor.