Coğrafi Keşifler Sonrasında Amerikan Yerlilerine Ne Oldu?

Editör:
Ayşe Olgun, Mehmet Samet Acar
spot_img

15. yüzyıl, Avrupa’nın henüz ayak basılmamış topraklarını keşfetmeye başladığı ve Keşif Çağı olarak bilinen Coğrafi Keşifler dönemi olarak hızla gelişen bir dönemdi. Avrupalı tüccarları bu keşiflere iten en büyük motivasyon ise “3G” olarak bilinen Altın (Gold), Şan (Glory) ve İnanç (God) idi. Avrupalıların altına, yani kazanca sahip olabilmeleri için ticari baskının üstesinden gelmeleri gerekiyordu. Bu baskı, Osmanlı kontrolündeki Doğu’da bulunan İpek Yolu’na alternatif yollar bulma gerekliliğinden kaynaklanıyordu. Böylece, yüksek vergilerden kaçınmak için deniz yollarını tercih ederek ekonomilerine katkı sağlayacak değerli maden ve kaynaklara ulaşabileceklerdi.

Keşif ve fetihler sayesinde Avrupalılar, toprak rekabeti ve dinî yayılma konusunda da üstünlük sağlayacaklardı. En güçlü Avrupalı devletler, keşiflerin getirdiği şan ve kazançla güçlenirken aynı zamanda kendi inanç sistemlerini yeni topraklarda yayma fırsatı bulacaklardı. Coğrafi Keşiflerin gerçekleştiği dönemde bulunan Amerika, Avrupalılar için amaçlarını ve isteklerini gerçekleştirecekleri ideal yer olarak anıldı.

Amerika’nın Keşfi

Nova Reperta Amerigo Vespucci rediscovers America Stradanustan sonra Theodor Galle tarafından yapılan gravür Royal Museum Greenwich

Kristof Kolomb, 1492’de Asya kıtasına ulaşmak isterken Bahama Adaları’nı, dolayısıyla Amerika’yı keşfetti. Keşfettiğinin farkında olmayıp Hindistan’a ulaştığını zanneden Kolomb’un ölümünden sonra, onun izinden giden ve adı Amerika’ya verilen İtalyan denizci Amerigo Vespucci, Amerika kıtasını tekrar keşfederek yeni bir kıtanın varlığını duyurdu. Bunun sonucunda, Amerika’nın keşfi, Avrupalıların Amerika’yı ve yerlileri himayesi altına alarak ticari ve dini kazançlar elde etme ve topraklarını genişletme amacıyla kolonileşme dönemini başlattı.

Amerika’da Kolonileşme

Amerikanın Kolonileşme dönemini yansıtan bir resim shortformcom

Orta Çağ döneminde Hıristiyanlık, özellikle Katolik Kilisesi; sosyal, kültürel, siyasi, maddi ve manevi anlamda merkezdeydi ve insanlardan sorgusuzca inanmaları bekleniyordu. Bütün kararlar, bilgiler ve doktrinler; son sözü belirleyen Papa’nın kontrolü altındaydı. Papa, insanların günahlarının bağışlanması ve cezalarının hafifletilmesi adına verilen endüljans belgeleri ile maddi zenginlik kazanıyor, insanlardan faydalanıyordu. Bu durum, Martin Luther‘i tezlerini yayınlayarak Papa ve Katolik Kilisesini eleştirmeye ve Protestanlığın ortaya çıkmasını sağlayan reform hareketini başlatmaya itti. Pek çok Alman prensliği Luther’in görüşlerine ihtimam göstererek Katolik Kilisesinden bağımsızlıklarını duyurdu. Amerika ise dinî topluluğun kendi dinlerini özgürce yaşayabilecekleri ideal bir konum olarak görülmeye başladı. Amerika, özellikle İngiliz Püritenler için gayet cazip bir yerdi.

Püritenler, İngiltere’nin Anglikan Kilisesi’nin reformundan ve Katolik Kilisesine bağlı öğretilerin devam etmesinden hoşnut değillerdi. Baskısız, saf bir Hıristiyanlık anlayışı dilediler fakat buna imkan yoktu. Kral I. James ve daha sonra Kral I. Charles, Anglikan Kilisesi savunucusu olarak bu dinî reformun devamını savunup Püritenlerin dinlerini gerçekleştirmesine izin vermediler. Bu hoşnutsuzluk ve zulüm, Püritenleri fırsatlar ülkesi Amerika’ya doğru göçe ve orada özgür bir yaşam kurmaya teşvik etti. Bir yandan İspanya, Portekiz ve İtalya’nın da bulunduğu Katolik ülkeleri; Almanya, İngiltere, İskoçya ve Hollanda gibi belli başlı ülkeler Protestanlığı temsilen Amerika’da misyonerlik girişiminde bulunarak dinlerini Amerika kıtasına yayma eğilimindeydiler. Aynı zamanda bu ülkeler arasında güç rekabeti de mevcuttu. Ülkelerini geliştirecek himayeler arayışındayken Amerika’nın varlığıyla daha fazla toprağa sahip olabileceklerdi. Bu toprak arzusu, Coğrafi Keşiflerin de teşvik ettiği şan ve üne ulaşmak için kısa bir yoldu.

İspanyol kaşifler, Amerika kıtasına ayak bastıklarında, kıtada değerli taşlar ve mücevherler keşfettiler. Bu keşifle beraber değerli madenleri Avrupa’ya götürerek hem kendi ülkelerine kazanç sağlayıp hem de diğer ülkeler için kolonileşmeyi cesaretlendirmiş oldular. Aynı zamanda Portekizli kaşifler şeker kamışına -ki Orta Çağ’da çok nadir bulunan bir üründü ve işlevi sadece leydi ve lordların mide ağrısını kesmekti,- İngilizler ise tütün ve pamuk gibi hammadde kaynaklarına erişmişti. Avrupa’daki insanlar; işsizlik, ekonomik sıkıntılar ve nüfus artışı gibi olumsuz nedenlerden dolayı bu hammaddelerden gelir elde etmek ve ülkelerindeki borçlarını sildirmek adına Amerika’ya göç ederek hizmet sözleşmelerini imzalamışlardı. Böylece Avrupa’dan Amerika’ya sözleşmeli hizmetkarlık, bir nevi beyaz kölelik başlamıştı.

Amerika’nın Yerlileri: Kızılderililer (Indians)

Amerikan Yerlileri Kızılderililer historycom

Amerika kıtasına ayak basan insanların tanık olacağı ilk manzara el değmemiş vahşi yaşam gibi görünse de aslında bundan çok daha fazlası vardı. Bu topraklar, Kızılderili yerlilerin bulunduğu zengin ve kültürel yapıyı kapsıyordu. Tek bir Kızılderili kökeni yoktu. Takip ettikleri kuşlara bağlı olarak etraflarına adapte oluyorlardı. Bazıları küçük topluluklarla avlanırken bazıları yönetici, tapınaklar, ritüeller, sanatkarlar ve tarla sahipleri olarak değişkenlik gösteriyordu çünkü hayatta kalabilmek için bulundukları ortama uyum sağlamaları gerekiyordu. Örneğin, Güneydoğudaki Kızılderililerde kast sistemi hakimdi. Bir “Büyük Güneş” yani kralları, ve akrabaları Küçük Güneş” tarafından yönetiliyordu. Kralın ve akrabalarının altında ise “Onurlu İnsanlar” adı altında soylular yer alıyordu. En düşük rütbelilere ise “Stinkard” deniyordu.

Başka bir Kızılderili türü olan Aztekler ya da diğer adıyla Meksikalılar, en karmaşık Kızılderililer olarak biliniyordu. 1519’da İspanyol Hernán Cortés, İspanya ile savaşmanın zorluğunu bilen düşman yerlilerin, Tlaxcala halkının, ittifakıyla Aztek İmparatorluğunu fethetti. Ne de olsa Kızılderililer kendilerine muhalif olan başka bir Kızılderili kabilesini kendi çıkarlarını savunarak elemeliydi.

Genel anlamda, Kolomb yerlilere “Hintli” (Indians) olarak hitap etti çünkü Doğu Hindistan’a vardığını düşünmüştü. Kolomb’un gözlemlerine göre, “anadan üryan” ve silahsız dolaşan Kızılderililer; inançları değiştirilebilecek, yönetime açık ve cana yakın bir topluluktu. Yerliler, gelişmiş topluluk olan kolonistlerin karşısında pasif ve güçsüzdü. Kolomb, yardımsever ve kendi ülkelerinin kapısını açan Kızılderililerin İspanya için çalışabileceğini ve böylelikle keşiften kâr edebileceğini düşündü. Bu, pratikte köleliğe teşvikti. Yerlilerin daha önce tanık olmadıkları farklı ülkeden bir baskıcı grupla karşılaşmaları onları Avrupa kültürüne, gücüne ve Hıristiyan misyonerliğine ayak uydurmaya zorlamıştı. Ya denileni yapacaklardı ya da canlarından olacaklardı. Bu vesile ile kolonistler, özellikle İspanyollar, maddi kazanç için Kızılderilileri topraklarından ve adetlerinden ederek onların iş gücünden yararlandı. Kızılderililer, deniz seviyesinden yaklaşık 4000 metre yüksekliğinde olan Potosí’deki madenlerde çalıştırılıyordu. Madende soludukları siyah tozlar, yerlilerin akciğerlerine zarar vererek onları öldürüyordu.

Wikimedia Commons

Köleleştirme ve beraberinde getirdiği ölümler, yerli nüfusun azalmasına sebep oldu. Ölüm yalnız zorla çalıştırılmaktan dolayı Kızılderilileri selamlamadı. Avrupa’dan gelen kolonistler, grip ve kızamık gibi hastalıkları da beraberinde getirdiler. Bağışıklık edinememiş milyonlarca Kızılderili, Avrupa hastalıklarından dolayı hayatlarını kaybetti. Kolonistler, daha da açgözlü bir şekilde yerlilerin bulunduğu her bir topraktan faydalanıp Kızılderilileri evlerinden ve yaşam alanlarından zorla çıkartarak batıya sürüyordu. Bu topraklara el koyma girişimleri, yerliler ve kolonistler arasında olan ve pek çok ölümle sonuçlanan Kızılderili Savaşlarını tetikledi.

Anglo-Powhatan Savaşı

İlk Kızılderili Savaşlarından biri olan Anglo-Powhatan Savaşı, 1609-1614 yıllarında Powhatan yerli Konfederasyonu ve 1607’de Amerika kıtasında İngilizler tarafından kurulan Jamestown Kolonisi arasında gerçekleşti. İngilizler, Kızılderili topraklarında gittikçe genişleyerek Kızılderililere tehdit oluşturdular. Bunun sonucunda, Kızılderililer İngilizlere saldırılar başlattı. Bu dönem tam olarak Açlık Dönemi’ne denk gelmiş, gıda tedariğinin gecikmesi, kışın sertliği ve hastalıkların yayılmasından yanında yerlilerin de gıda stoklarını engellemeleriyle pek çok İngiliz hayatını kaybetmiştir. İki taraf arasında yıkıcı sonuçları olsa da Powhatan şefinin kızı Pocahontas’ın İngiliz John Rolfe ile evlenmesiyle barış dönemine geçildi.

Metacom Savaşı

Amerikan Yerlileri ve Kolonisler arasındaki anlaşmazlığı temsil eden bir resim historycom

Diğer en yıkıcı savaş olarak bilinen Kral Philip’in Savaşı veya Metacom Savaşı, Wampanoag kabilesi ve Plymouth İngiliz Kolonisi arasında yaşanmıştır. Savaş adını, duyduğu kültürel ve ekonomik baskıdan rahatsız olan Wampanoag lideri Metacom’dan ve ona İngilizler tarafından takılan Philip lakabından almaktadır. Her iki taraf da kanlı bir şekilde birçok kayıp vermiştir. İngiliz kolonistlerin galibiyeti ile sonuçlanan bu savaşta, kalan yerli kısım ya sürgüne gönderilmiş, ya esir alınıp köleleştirilmiş ya da öldürülmüştü. Bu savaş İngilizlerin Amerika kıtasında daha rahat ve özgür şekilde yayılmasına sebep oldu.

Sonuç olarak, Coğrafi Keşifler ve ardından gelen kolonileşme dönemi, Kızılderili yerliler için çok ıstıraplı ve kayıplı bir dönemdi. Keşiflerle baskıcı kolonistler tarafından yerlilerin toprakları ellerinden alınıp köle olarak esir tutuldular. Bununla da kalmadı, hastalık ve savaşlarla mücadele ederek hem kendi kültürlerini hem hayatlarını kaybettiler. Yaşayan Kızılderililer ise zoraki bir şekilde Hıristiyan Avrupalı hayat biçimini benimsemeye zorlandı.


Kaynakça

  • Davidson, James West. Kısa Amerika Birleşik Devletleri Tarihi. Translated by Can Evren Topaktaş, Say Yayınları, 2017.
  • Craig, Albert M. Discoveries and Expansion. Harvard University Press, 2016
  • Craig, Albert M. Religion, Culture and Society in the Early Modern Era. Harvard University Press, 2016.
spot_img
Sudenur Sarıyıldız
Sudenur Sarıyıldız
now she walks through her sunken dream

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.