Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, edebiyatımızın değerli ismi Ferit Edgü‘nün 1990 yılında Van Gogh’un ölümünün yüzüncü yılına özel kaleme aldığı “Van Gogh Yüz Yıl Sonra” eseri, Milliyet Sanat’ın yönetiminde Ferit Edgü’ye teklif edildi. Ferit Edgü’nün eşsiz kaleminden şahit olduğumuz Van Gogh’un karmaşık duygularla dolu hayatı, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarla da birleşince ortaya muhteşem bir eser çıkmış. Van Gogh Yüz Yıl Sonra eserinden derlediğimiz en etkileyici alıntılar sizlerle!
- “Nedir imkansız olan?
Yaşam mı? Resim mi? Yoksa ikisi birden mi?” (s.11) - “Ama gene de devam eder. Ressam olmaya karar verdikten sonra, yalnızca resim yapacaktır.
Oysa, karar çoktan verilmiştir. Tüm başarısızlığı, bu içinde patlamayı bekleyen ressamlığından kaynaklanıyordur da, ne o, ne başkası biliyordur.” (s. 12) - “Resmini satmak, sergi açmak, üne kavuşmak değildir derdi.
Anlaşılmaktır.
Kendinden duyduğu kuşkuyu dengeleyecek, ona güven verecek bir ilgi. Yalnızca bu.” (s.12) - “İşte benim sözcüklerim der gibi, resimleri gösterir tek tek.
İnsanlar arası iletişimin yalnızca sözcüklerle sınırlı olmadığını, daha o günlerde bilir.
Resimleriyle konuşur.” (s. 13) - “Daha sonraları kardeşi Theo’ya şöyle yazacaktır:
‘Işığı ve özgürlüğü ara ve pek fazla batma bu dünyanın çamuruna.’
Ama dünyanın çamuruna batmadan, nasıl bulacaksın ışığı?
Bulduğun ışık, gerçekten aradığın ışık mıdır?
Hem bulsan bile, bu ışıkla neyi aydınlatacaksın?
Tüm bu soruların yanıtı, kendisini, tümüyle resme verdiğinde gelecektir.
Çünkü özgürlük de, kurtarıcı ışık da yaratıcılıktadır, resimdedir.
Dünyanın çamuruna bulaşmamanın tek yoludur yaratmak.
Tek başına. Dünyanın bir yaratıcısı varsa eğer, onun gibi.” (s. 14 – 15) - “Bilineni yinelemek neye yarar? Hattâ, bilineni yenilemek neye yarar?” (s. 16)
- “‘Duygu birliğinin yeniden doğduğu yerde yaşam yeniden başlar.’
Ama hangi duygu birliği?
Hangi yaşam – yeniden başlayan?
Yaşamın yeniden başlaması, yeniden doğuş ve sonsuzluk kavramlarını gündeme getirir.
Ama bu duygusal insanın kavramlarla başı hoş olmasa gerektir.
O yalnızca, acının sevince; yalnızlığın birlikteliğe; gecenin gündüze dönüşmesini istemektedir.
Belki bu istekle, yıldızlı gecelerin resmini yapmak cesaretini göstermiştir.
Sözünü ettiği duygu birliğini de, yeniden başlayan yaşamı da, yalnızca resimlerini yaratırken yaşamış olmalı.” (s. 20) - “Gören görür. Bugün değilse yarın. Biri. Birileri.” (s. 24)
- “Sorunun (Nedir sanat? Nedir yaşam?) yanıtını yaratılmış ve yaratılacak olan sanat yapıtı verecektir.
Bunun için ilkin kendi sesine sahip olması gerektir.” (s. 24) - “Ayna, yaşamın aynası, içinde kendisini görmek istediği ayna, bir değil bin kez kırılmıştır.
Ve hep o kırık ayna imgesi ile yaşayacaktır.” (s. 25) - “Hiç kuşkusuz, dünya herkes için aynı hızla dönmüyor.
Düşüncesi, sezgisi, fırçasından, kaleminden önce koşanlar da var.” (s. 27) - “Van Gogh’da, küçük adı Vincent (Hollandaca Zafer demek)’dan yola çıkarak bir gün şöyle yazar bir mektubunda: ‘Kimi zaman yenilgiye uğramış olmak, zafer kazanmaktan daha önemlidir.’
Adı Zafer olan ve tüm yaşamı yenilgilerle geçmiş bir insan!
Yenilgiyse yenilgi!
Yazgıysa yazgı!
Yaşamın sillesini yemekse, yaşamın sillesini yemek!
Ama tüm bunlara karşı resimlerdir.
Gün boyu yaratılan, gece boyu düşlenen resimler.” (s. 32) - “Geleceğe inanıyorum. Yarın gelecekler bunları görecekler.
Gerçekten görecekler mi?
‘(Adına sanat denilen o şeyin) bizden daha yüce olduğunu duyuyoruz ve hayatımızdan daha uzun süreceğini…’
Oysa hayatımızdan daha uzun süremez acılarımız. Ne de yalnızlığımız.” (s. 32) - “Yaşam; dış, iç, karışık, kapanık, açık, yalnız, birlikte, güneşin sıcaklığında, kavakların gölgesinde, son buğday tarlalarında, bağlarda, zeytinliklerde, tımarhanelerin yalnızlık kalabalıklığında, buğday tarlalarının üzerine üşüşen karabasanların kargalarında.
Ama her şey yerli yerindedir. Hemen hemen.” (s. 47) - “Düzensizlik kendi içinde düzenli.” (s. 47)
- “Nietzsche’yi okumadığı halde ‘gecenin de bir güneşi olduğunu’ biliyordu.” (s. 49)
- “Bir şeyler gerçekleştirmek istemenin bunaltısı.
Bir şeyler gerçekleştirmenin bunaltısı.
Bir şeyler gerçekleştirip, gerçekleştirdiklerinin
hiçbir işe yaramadığına inanmanın bunaltısı.” (s. 50) - “Derdi günü, gündüzü gecesi resim olan bu adam, içindeki ateşi resmetmek istiyordu. Başka çaresi yoktu. Hiçbir çaresi yoktu. Yağ ve boya ile bir ateş nasıl söndürülebilirse öyle söndürmeye çalışacaktır içindeki ateşi.
Söndürmek eyleminin bir yangına dönüştüğünü görerek ya da görmeyerek.
Bilerek ya da bilmeyerek.” (s. 59) - “Bir mektubunda şöyle der:
‘Yeşil renkte, insanların korkunç tutkularını
dile getirmeye çalıştım.’
Kırmızılarla da, belki başkaldırılarını.
Buğday sarılarıyla belki sanrılarını. Ya da içinde yanan ateşi. Ya da o ateşin küllerini.” (s. 62) - “Ama her ressamın gözü, her griyi, her yeşili, her moru, her sarıyı aynı gözle görmez. Hiç değilse bu renkleri, aynı duyguyu, aynı coşkuyu, aynı düşünceyi, aynı aynıyı dile getirir gibi görmez.
Picasso’da mavi başkadır. Van Gogh’da başka. Cezanne’da yeşil başkadır, Matisse’de başka.” (s. 65) - “‘…kişiyi bir limana ulaştıracak güçlü bir akıntı olduğuna – tabii, insan kendisi de katkıda bulunacak elinden geldiğince – kesinlikle güveniyorum: ve ne olursa olsun
yaşamını yönlendirecek işi bulmuş birinin,
Tanrı’nın büyük armağanına kavuştuğunu
öylesine iyi biliyorum ki,
kendimi bahtsızlar arasında saymam söz konusu değil.’
Kendine ve resmine güveni yaşadığı günlerde (Mart ortası 1883, Lahey) yazılmış bir mektup.” (s. 79) - “‘Bazen bir rahatlama geliyor; bazen insanın içinden enerji doğuyor ve bundan dolayı yüceliyor kişi,
ama günün birinde en sonunda,
belki de yücelemeyeceği gün gelecek…
İnsanoğlunun ortak yazgısı bu, inanıyorum.’
Sürekli karşıt kutuplar arasında gidip-gelme.
Hem yücelme. Hem düşüş. Hem inanç. Hem inançsızlık.
Hem bir yerlere varmak. Hem hiçbir yere varamamak.
Unutmayın, bu inişler çıkışlar arasında (çoğu kez)
gerçekleşir çağlarına damgasını vurmuş en önemli yapıtlar.” (s. 80) - “Van Gogh, son derece açık bir biçimde gerçek kurtuluşu dile getirir: ‘Herkesin kendi düğümünü kendinin çözmesi gerek.’
Ama çözüldükçe karışan, büsbütün işin içinden çıkılmaz olan düğümler de vardır. Kördüğümler.
Fırça, tuval ve boyalar da yetmeyebilir bu kördüğümü çözmeye. Ama gene de düğümü çözecek olan kişinin kendisidir. Ak kâğıda düşmüş sözcüklerle. Ya da ak keten tuvale düşmüş renklerle.
Van Gogh daha o yıllarda Beckett gibi konuşur: ‘Devam etmek, devam etmek, işte gerekli olan bu…'” (s. 84-85) - “Bilmiyordu ki son soluğunu verdiği anda, resimleri yaşamaya başlayacak ve aralıksız, hiç durmadan, evrensel bir ilgi odağı oluşturacak.
Ne cennet, ne cehennem, yalnızca sanat. Yalnızca resim.
Yaşayan. Dünya durdukça yaşayacak olan.
Yaşama elveda dediğinde, resme elveda dememişti.
Ya da, daha doğrusu, resimleri yaşama, dünyaya elveda dememişlerdi.
Sanki yaşama kavuşmak, sevilmek, beğenilmek, sergilenmek, satılmak, müzeleşmek için onun ölümünü beklemişlerdi.” (s. 90) - “Bir fırça vuruşu…
(…)
Yarınlara seslenme (anlaşılma) ihtiyacı.
Kendi ölümünü kendi eliyle gerçekleştirecek olan bir adamın ölümsüzlük peşinde olması.
Ne çelişki!
Ama bu çelişkide gerçekleşir, yaşamla sanatı
böylesi bir tutarlılık içinde birleştirebilme;
yaşamın ve sanatın son sınırlarına yapılan yolculuk.” (s. 92) - “‘İşte böyle
gerçek olan şu ki
yalnızca resimlerimizi
konuşturabiliriz.’
(Theo’ya son mektubu)” (s. 93)
Edgü, Ferit. Van Gogh Yüz Yıl Sonra. Everest Yayınları, İstanbul: 2022.