Söylenti Edebiyat Bu Ay Neler Okudu?

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

Söylenti Edebiyat ekibi olarak her ayın sonunda buluştuğumuz bu serimizde, neler okuduğumuzu sizlerle paylaşıyor olacağız!

İclal Yaka‘nın önerileri;

1. Saç Örgüsü – Laetitia Colombani

“Eserimi büyük bir ruh ağı gibi,
Birbirlerine saçlarıyla bağlanan o kadınlara ithaf ediyorum.
Seven, doğuran, ümit eden,
Binlerce defa düşüp yeniden ayağa kalkan,
Eğilen ancak yenik düşmeyen kadınlara.
Onların savaşını biliyorum,
Gözyaşlarını ve sevinçlerini paylaşıyorum,
Her biri biraz ben.” (s. 185)

Yazar, yönetmen ve oyuncu Laetitia Colombani‘nin ilk romanı Saç Örgüsü kırk dile çevrilerek ve dokuz ödül almaya hak kazanarak ses getirmeyi başarıyor. Colombani oldukça sade ve akıcı anlatımının yanında edebi endişeler gütmeden anlatıyor anlatacaklarını. Kitap; dinleri, dilleri, kültürleri, hayat şartıları birbirinden apayrı üç farklı kıtada farklı dünyalarda yaşayan üç kadının hikâyesini saç örgüsü misali birbirine bağlıyor. Smita, Giulia ve Sarah kendi hayatlarında, farklı zorluklara karşı mücadele ediyor. Kıtalar, medeniyetler değişse de değişmeyen tek şey kadınların hayata karşı mücadeleleri oluyor. Her biri mücadelesiyle kalbimize dokunurken aynı zamanda gurur ve umutla dolmamızı da sağlıyor.

Benim için özellikle kitabın sonunda bu üç kadını aynı örgüde buluşturacak olan o nokta oldukça etkileyiciydi. İsminden dolayı her ne kadar bir noktada buluşacaklarını anlıyor olsak da üç kadını birleştirecek olan o detayı ilk anladığımız an içimizde benzersiz hisler uyandırıyor.

2. Ev Ödevi – Nurdan Gürbilek

“Adorno şurada haklıydı: ‘Yanlış hayat, doğru yaşanmaz.’ Şimdi bunu bir adım daha ileri götürmek gerekiyor: Yanlış hayat, doğru anlatılamaz.” (s. 119)

Yazar ve edebiyat eleştirmeni Nurdan Gürbilek, edebiyat eleştirisini toplumu anlamakla bağdaştırarak özgün bir tarza imza atıyor. Ev Ödevi adlı denemesinde de yazının çocukluğun ilk sahnesi olan evde yaşanılan deneyimlerle ilişkisini ele alıyor. Gürbilek, bu temayı beş ayrı bölümün ilk dört bölümünde sırasıyla Oğuz Atay, Latife Tekin, Tezer Özlü ve Bilge Karasu ve onların kitapları üzerinden ilerleyerek ele alıyor. Bu noktada Ev Ödevi‘ni okurken yazarlar ve kitaplarıyla önceden tanışmış olmamız gerek ki Gürbilek’in bağdaştırmalarına yabancı kalmayalım.

“Kendine Ait Olmayan Bir Oda” adlı son bölümde ise tek bir yazara bağlı kalmadan edebiyatımızdaki modernist metinlerin üzerinden ev algısı üzerine farklı bir bakış açısı sunuyor. Ev Ödevi, tarzı itibarıyla bana göre ev sahnesinin merkezde olduğu kitapların anlatımı, kurgusu ve ana temaları arasındaki ilişkiye eğilerek yeni ve düşündürücü bağlantılar yakalıyor.

3. İntihar Dükkânı – Jean Teulé

“Gülümseyen bir çocuk görmek insanın yüreğine su serpiyor.” (s. 7)

Fransız yazar Jean Teulé karikatürist de olmasının etkisiyle eserlerinde anlatacaklarını kendine özgü mizahıyla harmanlayarak anlatıyor. 2006’da yayımlanan kitabı İntihar Dükkânı’nda ise ölüm temasına yeni ve farklı bir bakış açısı getirerek trajikomik bir atmosfer yaratıyor. Kitabın merkezinde, ölmenin artık ihtiyaç haline geldiği bir çağda insanların ölme isteklerini çeşitli yöntemlerle kolaylaştıran bir intihar dükkânı var. Bu dükkânı işleten Tuvache ailesinin karanlığının karşısında en küçük çocukları Alan bitmeyen neşesiyle duruyor. Alan, ailesinin onu tüm değiştirme çabalarına rağmen mutluluğundan ve umudundan vazgeçmeyi bir an bile düşünmüyor. Ailesine mutluluğun görmek isteyenler için gözlerinin önündeki küçük şeylerde saklı olduğunu anlatmak tek gayesi oluyor.

İntihar Dükkânı, ölüm temasının alışıldık karamsarlığını kırarak okuyucuları ilgi çekici ve sıra dışı bir kurgunun içine davet ediyor.

Sinem Aykın‘ın önerileri;

4. Kızıl Serap – Burhan Cahit Morkaya

“Ve anladım ki hayatın bir noktasında, geçmiş kendini aratmak
için insanın yoluna çıkıyor.” (s. 183)

Kızıl Serap, genç bir kızın hayal kırıklıklarıyla dolu aşk hikâyesini anlatıyor. Varlıklı bir ailenin iyi yetişmiş kızı Ayten, talihsiz bir evliliğin ardından ailesinin yanına döner ancak içten içe aşka olan inancını hiçbir zaman yitirmez. O, saf aşkın ve yalansız bir sevginin peşindedir. Saf aşkı bulma uğruna bir sürü şanssızlıkla mücadele eder. Trabzon’dan İstanbul’a kadar sürecek olan maceraların peşinde sürüklenir. Burhan Cahit Morkaya, olayları uzun uzadıya anlatmaktan çok Ayten’in duygularını ve hayal dünyasını aktarıyor okuyucularına. Ayten’e kızmak şöyle dursun yaşadıklarına üzülüyor ve empati kurmaktan geri duramıyorsunuz. Sade dili, akıcı üslubuyla bir çırpıda bitireceğiniz bu kitapta kendinizden ve aşka dair düşüncelerinizden parçalar bulacaksınız.

5. Gecenin Öteki Yüzü – Füruzan

“…Ama özlüyorum işte. Seni özlüyorum. Bazı geceler tan atarken capcanlı görüyorum. Yüzüme eğiliyorsun, sensin, ağzında yeni içilmiş sigaranın harı, sensin elimi bile değdiriyorum. Acıyla, sevinçle diriliyorum ben. İstemiyorum, hatırlamak istemiyorum artık. Çıldıracağım yoksa. Tanrım, içimden al bu özlemi! Her yanım paralanıyor. Gidip günlerce az durmadım rıhtımda. Öleyim, diyorum, yapamıyorum, hiç değilse içim durulsun. Onu tanımadan önceki insan olacağım. Olacağım, mecburum, olacağım…” (s. 158)

Sahafta gezinirken tesadüf eseri karşıma çıkan Gecenin Öteki Yüzü, içerisinde dört tane öykü barındırıyor. Kanı Unutma, Çocuk, Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Kent, Gecenin Öteki Yüzü ismiyle yer alan öykülerde pek aşina olmadığımız kelimeler de yer alıyor. Kanı Unutma öyküsünün dışında diğer öykülerde çocukların dünyasına değiniyor. Hikâyesini anlattığı bu çocukların yaşadıkları zorlukları ve nasıl büyüdüklerini anlatıyor. Füruzan’ın etkileyici üslubunun yanında kitap, içimizde ince bir yerlere dokunuyor. Özellikle çocukları konu edindiği hikâyeler, içimizdeki küçük ve yaralı çocuğun duygularına tercüman oluyor. Tadının damağımda kaldığı bu kitap “Keşke bu kadar çabuk bitmeseydi,” dedirtti bana.

6. Şiir Hikâyeleri – Haluk Oral

“Orhan Veli, kendi şiirini aramış ve bulmuştu, ama bunu eski şiire hakaretler yağdırarak yapmak yerine, şiirin tanımı üzerine uzun yıllar çalışarak, yazarak ve düşünerekyapmıştı. Orhan Veli gibi yazmaya öykünen pek çok şairin Türk şiirinde onun yerine yaklaşamamasının en büyük nedenibu çalışmanın gerekliliğini fark edememeleridir.” (s. 75)

“Edebiyat arkeoloğu” olarak bilinen Haluk Oral, bu sefer de hepimizin çok sevdiği ve bayılarak okuduğu şiirlerin arka planını anlatıyor. Özdemir Asaf‘tan Orhan Veli‘ye pek çok şairimizin Türk edebiyatında kilometre taşı sayılacak şiirlerinin hikâyesini aktarıyor bizlere. Eser, adeta bir müze kataloğu gibi. Şairlerin el yazısından mektuplar, dönemin gazete kupürleri, şiirlerin ilk nüshaları, şairlerin çok fazla rastlamadığımız fotoğrafları gibi bir çok kıymetli bilgiler barındırıyor. Bence, edebiyat tutkunu herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bir kitap. Şairlerin iç dünyasına yolculuk yapmanın yanında şiirleri okurken hissettiğimiz duyguların aynısını yıllar önce bir şairin de yaşamış olması ve bunları kaleme alıp dizelere aktarması edebiyatın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor okuyuculara.

Deniz Filiz‘in önerileri;

7. Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi – Stefan Zweig

“Dostoyevski’nin karakterleri ilkin, dünya sevgisi nedeniyle dünyaya yabancıymış, hakikate olan tutkuları nedeniyle de hakikilikten uzaklaşmış gibi bir izlenim bırakırlar. İzledikleri dosdoğru bir yönleri, görünür bir hedefleri yoktur: Yetişkin olmalarına rağmen bu dünyada görme engelliymişçesine ya da sarhoş olmuşçasına sendeleyerek ilerler. Sonra bir an durup etraflarına bakınırlar, tüm soruları sorar ve cevaplarını almayı beklemede bilinmeyene doğru ilerlemeye devam ederler.” (sf. 73)

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Satranç, Korku ve Olağanüstü Bir Gece gibi daha birçok novellasıyla tanınmasının yanında Stefan Zweig, özellikle yazdığı yaşam öyküleri ile ünlenmiş bir yazardır. İnsan psikolojisine dair unutulmaz tahlilleriyle öne çıkan Dostoyevski’yi inceliyor Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi adlı kitabında. Dostoyevski’nin yaşamına dair ayrıntılara yer verir, kitaplarındaki karakterlere değinir ve onun ne denli özel bir yazar olduğunu zarif cümlelerle açıklar. Yazarı daha yakından tanımak isteyenler ve eserlerini okumak veya okumuş olanlar için bir rehber niteliğindedir bu kitap.

8. Günden Kalanlar – Kazuo Ishiguro

“Doğrusu, bugünün dünyası çok karmaşık ve güvenilmez bir yer. Gerek sizin gerek benim anlayacak durumda olmadığımız pek çok şey var,…” (sf. 128)

Bu zamana gelene kadar Gömülü Dev, Noktürnler, Uzak Tepeler gibi roman ve öykü türlerini kaleme almıştır Kazuo Ishiguro. Eserlerinde görülen çok katmanlılık, biz okurları sayfaları çevirdikçe beklenmedik olaylarla ve ayrıntılarla karşılaştırır. Beyaz perdede seyircilerle buluşmuş olan Günden Kalanlar da benzer bir seyir izler. “Katman katman açılan, büyüleyici bir roman.”dır. Ömrünü babasının mesleği olan başuşaklığa adamış Stevens‘ın ağzından anlatılır olaylar. Stevens’ın kendiyle yaşadığı ruhsal çatışmaları, duygusal dönüşümleri ve malikanedeki diğer insanlarla kurduğu bağları okuruz. Kazuo Ishiguro’nun kalemiyle tanışmışsanız bu kitabı okuduktan sonra bir kez daha hayranlık duyabilirsiniz yazara.

9. Fırtına – William Shakespeare

“Bu azgın dalgaları sihrinle, babacığım, /Sen kudurttuysan eğer, durdur onları, n’olur!”

William Shakespeare‘in en bilinen oyunlarından olan Fırtına orijinal adıyla The Tempest, Can Yücel‘in çevirisiyle biz okurlarla buluşuyor. Shakespeare’in bu oyununda olay örgüsü bir fırtına ile başlar. Oyun da adını bu fırtınadan alır. Çıkan fırtınanın yaratıcısı da oyunda sıklıkla adı geçen Prospero‘dur. Oyun, önceden Milano dükü olan fakat kardeşi Antonio’nun ihanetiyle karşılaşan Prospero, kızı Miranda ve Miranda’ya aşık olan Ferdinand; Caliban, Alonso, AntonioAriel ve daha birçok karakterin etrafında şekillenir.

Sena Yiğit‘in önerileri;

10. Denizler Altında Yirmi Bin Fersah – Jules Verne

“Bu insanoğlunun şu an ulaşamadığı fakat kaydedilen ilerlemelerle bir gün ulaşacağı bir elementin altında yapılan inanılmaz bir seferin sadık anlatısıdır.”  (s. 525)

Jules Verne romanları çocukken hayal gücümüzün gelişmesinde yadsınamaz bir yere sahipti kuşkusuz! Çocuk ruhumuz maceradan maceraya sürüklenmekten keyif alır, bilimin ışığında, dünyanın herhangi bir yerinde türlü maceralar yaşardık sayfaları çevirdikçe. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Denizler Altında Yirmi Bin Fersah tam metin olarak raflarda yer alıyor. Jules Verne romanlarının çocuk kitabı olmadığı ve okuyucuyu hala derin maceralara sürüklediğini fark etmek büyük bir keyif yaratıyor. Altı yüz sayfalık bu roman o kadar akıcı ve sürükleyici ki kısa sürede bitiveriyor.

Hikâye 1860’lı yıllarda geçiyor. Kaptan Nemo, Nautilus adlı denizaltı gemisi ile dünyadan kendini soyutlamış bir şekilde yaşam sürer. Denizaltını uzaktan gören ve bazen çatışmaya giren insanlar ise bunun ne olduğuna bir türlü anlam veremez. Bu varlık nedir? Bir tür canavar mı yoksa daha önce keşfedilmemiş bir canlı mı? Çünkü bu tarihlerde denizaltı ile uzun sürede denizde kalabilecek bir teknoloji söz konusu değildir. Profesör Aronnax, sadık hizmetkârı Conseil ve ünlü zıpkıncı Ned Land‘in esrarengiz nesneyi yakalamak için çıktıkları maceralı bir yolculuk ardından Kaptan Nemo’nun denizaltına esir düşmeleri ile birlikte macera farklı bir boyut kazanıyor. Yazar, roman boyunca bilimsel bilgileri bonkörce kullanıyor. Zira sadece denizaltıyla seyahat etmekle yetinmeyen kahramanlarımız, insanların o dönem inmediği kadar derinliğe iniyor, meşhur Atlantis kıtasını geziyor; hatta o döneme kadar hepsi başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen onlar buzullara gitmeyi dahi başarıyor.

11. Dersimiz Cinayet – Agatha Christie

“Bazı kanlı katillerin melek gibi yüzleri olur. Masum bir yüz ve kötü bir şekilde gelişmiş gri hücreler…”  (s. 49)

Agatha Christie kitaplarını kışın okumak bambaşka bir keyif! Bir Hercule Poirot macerası olan romanda, Merlinville’den bir mektup gelmesi ile macera başlıyor. Paul Renauld acilen Hercule Poirot’u malikânesine çağırmaktadır. Zira bazı çekinceleri ve endişeleri vardır. Mektubu alır almaz yola koyulan Hercule Poirot ve yardımcı Yüzbaşı Hastings, Merlinville’e vardıklarında ise iş işten geçmiş; Paul Renald evinin yakınındaki bir golf sahasında ölü bulunmuştur. Bundan sonra Hercule Poirot klasik yöntemlerini ve küçük gri hücrelerini kullanarak olaya el atacak ve çözecektir. Bu süreçte de okuyucuyu gizeme boğan ve merak duygusunu kamçılayan bir anlatım tercih eden Agatha Christie yine ters köşe yaparak heyecanı had safhaya çıkaracaktır.

12. Avuçlarıma Sığmıyor Yıldızlar – Cahit Sıtkı Tarancı

“Bence hakiki şiir bir an içinde haletiruhiyemize cevap teşkil eden ve o anda mırıldanacağımız şiirdir.”  (s. 28)

Şiirleri ile tanıdığımız Cahit Sıtkı Tarancı’nın makaleleri ve konuşmalarından derlenen bu kitap şiir ve edebiyat üzerine kıymetli bilgiler ihtiva ediyor. Şairlerin düz yazılarını okumak her zaman etkileyicidir. Burada da Cahit Sıtkı Tarancı’nın edebiyat hakkındaki görüşlerini, farklı bir edebi türde yazılarını okumak şairin şiire bakışını öğrenmemiz açısından da önem arz ediyor. Bildiğimiz şairleri başka bir şairin dilinden okumak ve değerlendirmelerine şahit olmak okuyucuya farklı bir deneyim sunuyor. Nâmık Kemal, Abdülhak Hamit, Necip Fazıl ve Orhan Veli gibi şairler hakkındaki makaleleri oldukça ilgi çekiyor. Ayrıca şiir hakkındaki düşüncelerini, üslup ve dil meselesini detaylıca incelediği ve fikirlerini sunduğu makaleler dönemin edebi anlayışını idrak etmemiz açısından da önem taşıyor. Küçük bir hacme sahip olan kitap, çabuk okunması ve öğretici olması açısından da kıymetli bir derleme olarak raflarda yer alıyor.

Nazlıcan Karakaya‘nın Önerileri;

13. İnsanın Anlam Arayışı – Viktor E. Frankl

”Tüm bunlardan dünyada iki insan ırkı olduğu sonucuna varabiliriz. Sadece iki: Düzgün insanların oluşturduğu ”ırk” ve ahlaksızların ”ırkı”. İkisi de her yerdeydi, toplumdaki tüm gruplara sızmış haldelerdi. Hiçbir grup tamamen  düzgün ya da tamamen ahlaksız insanlardan oluşmuyordu. Bu anlamda hiçbir grup ”saf ırk” değildi ve bu yüzden de kamp gardiyanları arasında bile düzgün birileri bulunabiliyordu.” (s. 97)

Viktor Frankl‘ın bu eseri, bir insanın en zor şartlarda bile anlam bulabileceğini kanıtlayan bir başyapıt. Frankl, toplama kamplarındaki deneyimlerini ve insanın anlam arayışını psikoterapiye olan katkısıyla birleştirerek, yaşamın karanlık anlarında bile umudu bulmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Kitabı okurken sık sık düşündüm: Anlam, biz onu aradığımız sürece mi var? Bu kitap, sadece bir bireyin hayatta kalma hikâyesini değil, aynı zamanda varoluşun anlamını nasıl şekillendirebileceğimizi de sorgulatıyor.

Frankl’ın geliştirdiği logoterapi yaklaşımı, hayatın en zor anlarında bile anlam bulmanın önemini vurguluyor. Kitap, bireyin karşılaştığı olaylar ve yaptığı seçimler üzerinde düşünmesine, bu süreçte bir değer aramaya yönelmesine yardımcı oluyor. Okuma süreci, yalnızca bir bilgi edinimi değil, aynı zamanda yaşamın anlamına dair derin bir sorgulama deneyimi sunuyor.

14. Gece Yarısı Kütüphanesi – Matt Haig

”Ağaç metaforunu birçok felsefeci ve yazar da kullanmıştır. Sylvia Plath için, varoluş bir incir ağacı ve olası bütün hayatlar -evli ve mutlu olduğu, başarılı bir şair olduğu hayatlar- olgun ve tatlı birer incirdi ama Plath o olgun ve tatlı incirlerin tadına bakamıyor, meyveler göz göre göre çürüyüp gidiyordu. Yaşamadığımız onca hayatı düşünmek, insanlı delirtebilir.” (s. 109)

Matt Haig‘in Gece Yarısı Kütüphanesi, hayatımızda verdiğimiz kararların yarattığı ihtimaller denizinde kaybolmuş bir ruhun öyküsü. Nora Seed‘in, hayata dair pişmanlıklarını bir kitaplıkta keşfetme süreci, kendini affetmenin ve yaşamın farklı yollarını kabul etmenin ne kadar zor ama aynı zamanda gerekli olduğunu hissettiriyor. Kitap boyunca, kendi hayatımdaki seçimlerimi ve ”acaba”larla dolu düşüncelerimi hep gözden geçirdim. Gece Yarısı Kütüphanesi, yaşama tutunmanın değerini naif ama derin bir şekilde anlatıyor.

Kitabı okurken fark ettim ki, geçmişte farklı kararlar alsaydım hayatım nasıl olurdu diye düşünmek yerine, mevcut hayatımın güzelliklerini görmeye çalışmak çok daha değerli. Nora’nın yolculuğu, kendi pişmanlıklarımı bir yük olarak değil, öğrenilecek dersler olarak görmemi sağladı. Hayatın farklı versiyonlarını deneyimlemek, aslında tek bir hayatın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor. Hikayenin sonunda kitap, okurun içinde ince bir huzur bırakıyor.

15. Yabancı – Albert Camus

”Etrafımdaki kır manzarasına baktım. Göğe, yakın tepelere giden sıra servileri, bu kızıllı yeşilli toprağı, bu seyrek ve çizgileri belirgin evleri seyrederken annemi anlıyordum. Bu dolaylarda akşam saati, hüzünlü bir sükûn devresi gibi olmalıydı herhalde. Bugünse, güneşin taşkın ışınları manzarayı ürpertip titreterek onu yabani ve yorucu bir hale sokuyordu.” (s.21)

Camus‘nün bu romanı, hayatın anlamsızlığı ve bireyin dünyaya yabancılaşması üzerine varoluşçu bir yapıt. Meursault‘un ilgisizliği ve toplum normlarına aykırı tavırları, okuru rahatsız ederken bir yandan da kendi değer yargılarını sorgulatıyor. Camus, hayatın anlamını absürd felsefesiyle ustalıkla işlerken, bu anlamsızlık içinde bile bir başkaldırı cesareti barındırabileceğimizi hissettiriyor. Kitap boyunca, hem karakterin hem de dünyanın kayıtsızlığına tanık olmak etkileyiciydi.

Roman boyunca, Meursault’nun hayatındaki sıradan olaylar üzerinden varoluşu ele alışı, okuru basit gibi görünen ayrıntılarda bile derin anlamlar aramaya yönlendiriyor. Meursault’nun, hayatın saçmalığını kabullenişi ve bu kabullenişle gelen huzuru, ilk başta rahatsız edici görünse de aslında özgürlüğün farklı bir tanımını sunuyor. Camus, bu eserle okuyucunun hayata karşı duruşunu sorgulamasını sağlıyor ve absürd felsefenin pratikte nasıl yaşanabileceğini gözler önüne seriyor.


Öne Çıkan Görsel Linki

spot_img
Soylenti
Soylenti
Söylenti Dergi'deki kurumsal, sponsorlu ve ortak yazarlı yazıların yayınlandığı profil.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.