2024’ün belki de en merakla beklenen filmi olan Joker: Folie à Deux, 4 Ekim’de seyircisiyle buluştu. 2019 yılında Joaquin Phoneix’e kariyerinin ilk Oscar‘ını kazandıran birinci filmin ardından bu film için beklentiler bir hayli yüksekti. Tabi çizgi romanlar ve sinema dünyasında Joker en çok ilgi çeken karakterlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle sinema dünyasında 2008 yapımı Dark Knight filmindeki Joker performansıyla Heath Ledger’ın farklı bir seviyede olduğu kabul görmüş bir gerçekken 2019 yılındaki Joker filmiyle Joaquin Phoneix birçoklarına göre karşılaştırılacak kadar iyi bir performans sergilemişti. Hem bunun etkisiyle hem de daha önce görmediğimiz bir durum olarak Joker’in orijin bir hikayesini olmasıyla film çok beğenilmiş hatta karaktere olan hayranlık duyguları artmıştı. Devamının gelmeyeceği düşünülse de söylentilere göre filmin başarısının ardından yapımcı şirket olan Warner Bros’un isteğiyle ikinci filmin çalışmalarına başlandı. Bu geçen 5 sene içerisinde filmde Harley Quinn‘in yer alacağı, Lady Gaga’nın oynayacağı, filmin müzikal olacağı gibi pek çok bilgiye ulaştık. Bu bilgiler ilk filme göre farklı bir havanın hakim olacağını seyircilerine göstermişti. Tüm bunların ardından nihayet film vizyona girdi. Arsız bir sinemasever ve Joker fanı olarak salonda yerimi aldım, filmi izledim ve şimdi filmin incelemesi için sizlerle birlikteyim. Yazının spoiler’sız ve spoiler’lı olarak iki parça halinde olacağının bilgisini vererek filmin incelemesine geçebiliriz.

Filmin Konusu
Film, Arthur Fleck’in canlı yayında Murray Franklin’i öldürüp tam olarak Joker kimliğini kazanmasından sonra Arkham Hapishanesi’nde geçirdiği günlerle açılıyor. Devamında orada yatmakta olan bir başka hasta Harley Quinzel’le tanışıyor ve ona aşık oluyor. Bu süreçte Arthur Fleck’in işlemiş olduğu cinayetlerle ilgili davası görülüyor. Joker’in yaptıklarıyla birlikte, yozlaşmışlığın içindeki bir kahraman olarak görülüp destekçisi arttığı için davanın kamusal bir boyuta ulaştığını da görüyoruz. Arthur Fleck sürekli olarak gardiyanların kendisini aşağılamasına maruz kalırken bir yandan da Joker kimliğinin taşıdığı popülariteyle mücadele ediyor. Film boyunca bu karmaşanın nereye varacağını izliyoruz ve aslında Joker karakterine dair bir sorgulama yaşıyoruz.

En sonda söyleyeceğimi başta söylemem gerekirse filmin büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söylemek zorundayım. Özellikle de Joker hayranları için. Çünkü film size psikolojik olarak çok fazla şey sorgulatsa da karakterin gelişimi konusunda tatmin etmiyor. İlk filmde Arthur Fleck’in toplumdan her anlamda dışlanmışlığı ve yaşadığı zorbalığın Joker’i yarattığını görmüştük. Başlangıç ve bitişiyle hikaye çok tutarlı ve tatmin ediciydi. Bu filmde de Joker’in acımasızlığını, şiddetini ve Gotham şehrindeki toplumsal düzenin antitezi oluşunu nasıl izleyeceğiz acaba derken bambaşka bir şey izledik. Hem de filme Harley Quinn gibi ikonik bir karakter eklenmişken daha aksiyonlu sahnelerin olması çok mümkündü. Fakat yönetmen Todd Phillips, Joker’i adeta bir kafese hapsediyor. Film seyirciye mahkeme salonuyla Arkham arasında mekik dokuturken müzikal sahneleriyle de yer yer içinizi bayıyor. Müzikal tercihinin yapılması sadece Lady Gaga’yla ilgili değil elbette. Cevabı filmin içinde verilmiş fakat bunu spoiler’lı kısımda irdeleyeceğim. Ne olursa olsun bu tercihin filmin temposunu sürekli böldüğü ve hak ettiği patlamayı engellediği de su götürmez bir gerçek.

Filmin elbette iyi yönleri de mevcut. Hatta tek başına bir sinema filmi olarak değerlendirildiğinde kötü bir film demek bir yana dursun kusursuz olduğunu bile söyleyebilirim. Filmin kendi içinde tutarlılığı, oyunculuklar, müzikler, ses kullanımı, sinematografi gibi konularda çok başarılı. Filmi problemli yapan unsurlar bir devam filmi olmasından ileri gelen şeyler. Özellikle ses kullanımı ve müzikler üst düzeydi. İlk filmde olduğu gibi bu filmde de albümü İzlandalı müzisyen Hildur Guðnadóttir bestelemiş. Distopik ve gergin havayı fazlasıyla yaşatan parçalar ortaya koymasıyla çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Filme Lady Gaga’nın da katkısıyla eklenen yeni parçalarla birlikte harmanlanmış müzikler sahnelerin etkisini fazlasıyla artırıyordu. Ayrıca film çoğunlukla bir festival filmi havasında geçiyor ve bir yere bağlanmamasının daha iyi olacağı fikrine kapılıyorsunuz. Mahkeme sahnelerinde 2024 Oscar Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film adaylığı alan Anatomy Of A Fall filmi aklıma geldi. Zaten oradan sonra da alıştığımız Joker’i değil de başka evrenden bir yapım izlediğimizi kabul ederek filme devam ettim.
Ben filmi sinemada iki kez izledim. Doğrusu ilk izlediğimdeki hislerim beklediğim şeyleri görememenin yarattığı hayal kırıklığı ve kötü bir müzikal örneği olmasıydı. Ancak ikinci seyredişimde ilk izleyişimdekine göre heyecanımı dizginleyebildim ve objektif bir yerden bakabildim. Böyle olunca buram buram sinema kokan bir yapım olduğunu ve fazlasıyla haz verdiğini daha iyi görmüş oldum. Ancak tabi ki 5 yıldır beklediğim Joker bu değildi ve şimdi bunları konuşacağız. Filmi önce IMAX özellikli bir salonda, sonra da ses ve görüntü sistemine aşırı derecede güvenemediğim bir salonda izledim. Her ikisinde de filmin atmosferine girmek konusunda problem yaşamadım. Bu da filmin teknik kalitesini gösteriyor. Alabileceğiniz zevki yukarılara taşımak istiyorsanız IMAX özellikli bir salonda izlemenizi hak etmiş bir film olduğu önerisini yapmış olayım. Şimdi spoiler içeren yorumlara geçiyoruz. Buradan sonrasını filmi izledikten sonra okuyabilirsiniz.

Filmin Sahneleri ve Spoiler İçeren Yorumlar
Filmin açılış sahnesi çok yaratıcı bir fikirdi ve başarılı buldum. Warner Bros stüdyolarının çizgi filmlerine gönderme yapılarak filmin geçtiği dönemde Joker için bir çizgi film tasarlanmış. Bu durum filmin başından itibaren beni o dönemin içine sürükledi. Aslında film Joker’in avukat olarak kendisini temsil etmeye başladığı sahneye kadar hiç de fena gitmiyor. Çünkü sürekli olarak bir patlama bekliyorsunuz. Mahkeme salonunun patlamasından daha farklı bir şey. Tıpkı ilk filmde metroda üç kişiyi öldürüp tuvalette dans etmesi gibi. Joker’in ortaya çıkışına dair bir işaret. Ancak buna film boyunca bir türlü ulaşamadığımız gibi git gide düşüşler de başlıyor. Filme dair en büyük sıkıntım müzikal olması değil. Çünkü buna bir sebep getirilmiş. O da bunun aslında bir fantezi olduğu. Arthur Fleck zaten yeterince hayalperest bir karakter. Harley Quinn’le şarkı söylemeyi, sevişmeyi, bir dağ inşa etmeyi en çok da onun isteyeceğini biliyoruz. Sadece şarkılar biraz tartışılabilir. Çünkü ilk filmden süregelen miras çok daha distopik bir atmosferdi. Şarkılar hem bende hem de izlediğim iki salondaki seyircide vasat bir müzikal hissi uyandırdı. Yine de şarkılar ve fon müziklerinin harman olduğu yerler beni mest etti. Zaten 2019’dan beri Hildur Guðnadóttir tüylerimi diken diken eden bir müzisyen.

Patlama noktasına gelirsek bu film nasıl oldu da bu kadar aksiyonu düşük oldu aklım almıyor. Joker’in psikolojik bir rahatsızlık olduğu fikri tamamıyla sınıfta kalmış bir fikir. Çünkü Joker ne çizgi romanlarda ne de bu serinin ilk filminde ortaya böyle çıkmıyor. Evet Arthur Fleck psikolojik rahatsızlıkları olan bir karakter ve bu yüzden Gotham şehrindeki yozlaşmışlık içinde iyice eziliyor. Zaten Joker de bu ezilmişliğin içinden çıkıveriyor. Joker’i hem bize hem de Arthur Fleck’e neden bu kadar sorgulattı Todd Phillips? Gerçekten anlaşılır gibi değil. Yine de Joker’in avukat olduğu ana kadar her şey umut verici ilerledi. O sahneden sonrası karaktere tamamen yanlış bir yerden yaklaşıyor. Joker, işlerini her zaman şiddetle çözen, acımasız ve korkutucu bir karakterdir. Zaten bu yüzden benimsenmesi yanlıştır. İlk filmin en güzel yanlarından biri finalde görüştüğü doktoru da öldürmesiydi. Joker’e her ne kadar hak versek de sürekli şiddet eğilimli bir duruma gelmesi ona durmamız gereken mesafeyi de bize gösteriyordu. Ancak bir anda Joker kendini mahkeme karşısında savunan, ikna etmeye çalışan birine dönüştü. Hal böyle olunca ne maskenin gizemi kaldı ne de heyecanı.

En anlam veremediğim şeylerden biri de Joker’in filmde sürekli güçsüz olması. Mesela gardiyanlar tarafından cinsel şiddete maruz kalması. İnanılmaz kötü bir fikir. Çünkü Joker yenilse bile kaybetmez ya da bunu bize hissettirmez. Canlı yayında kendisini öldürürse insanların onu ancak görebileceğini düşünen bir karakterin kaybedecek bir şeyi yoktur. Ancak filmde Joker yok oluyor ve sıradan birinin davasını izliyoruz zamanla. Joker’i üzgün görmek, kaybetmiş görmek karaktere adeta yüz çevirmek gibiydi. Zaten Arthur Fleck de bunu yaptı ve Joker kimliğini bıraktı.
Peki Harley Quinn neden bu filmde vardı ve hiçbir işe yaramamış mı oldu? Benim teorim aslında Harley Quinn’in gerçekten olmadığı şeklinde. Arthur Fleck’in içtiği ilaçların da etkisiyle Joker’den uzaklaşması ve iyi-kötü sorgulaması yaptığı sırada bulduğu bir çıkış yolu gibiydi. Çünkü aslında Joker için tek kurtuluş serbest kalmak ve Harley Quinn’le kaçmak olamaz. Şehre daha çok kaos getirmek onun başlıca görevi ama Harley Quinn bunun için bir yol arkadaşından ziyade ulaşılmak istenen hedefe yönelik hem araç hem amaç gibi bir noktada durdu. Bu da bana tıpkı ilk filmde Arthur’un komşusu Sophie’yle ilgili kurduğu düşlerdeki gibi bir durumu düşündürdü. Zaten söyledikleri şarkılar da bundan dolayı oldu. Yani film bu yüzden müzikal. Arthur’un filmin başında Murray Franklin’i öldürdüğü geceyle ilgili hatırladığı ilk şeyin müzik olduğunu söylemesi önemli bir detaydı. O yüzden Arthur kafasının içinde bir müzikal yarattı ve Harley Quinzel başrolü oynadı. Harley Quinn’e kavuştuğunu düşündüğü ve artık şarkı söylemek istemediğini söylediği sahnede ise aslında her şey ortaya çıktı: Joker yoksa hiçbir şey yok!

Mantığın yanlış kurulduğunu düşündüğüm için finali de kesinlikle beğenemedim. Bu tartışmaya fazlasıyla açık bir şey ama Arthur Fleck’le Joker’in birbirlerinden bağımsız olabilecekleri fikri bence kesinlikle yanlış. Çünkü Arthur’un öldürülmesi artık onun Joker kimliğini taşımaya muktedir olmadığı ve sırasını katiline devrettiği gibi bir noktaya çıktı. Oysaki Joker makyajının özünde Arthur Fleck’in palyaçoluk yapması var. Filmden iki güzel detay vermek gerekirse bunlardan ilki; Arkham’da film izlenilen sahnede perdede oynayan filmin belki de sinema tarihinin en iyi müzikal filmi olan Singing In the Rain olmasıydı. Müzikal denemesi yapılan bir filmde güzel bir saygı duruşuydu. İkincisi ise finalde Arthur Fleck’i öldüren karakterin, kamera Arthur’a zoom yaparken bıçakla yanaklarını kesmesiydi. Bu da Heath Ledger’ın Joker’ine bir saygı duruşu olabilir. Tabi ilk filmde olmasına rağmen neden bu filmde Bruce Wayne’e, Thomas Wayne’e ya da Gotham şehrine dair pek bir iz yoktu bilmek mümkün değil.

En nihayetinde biz Arthur Fleck’in suçtan suça koşacağı bir aksiyon beklerken Joker’in sorgulandığı bir film izlemiş olduk. Fantezilerinin içinde kaybolan bir Joker’dense ortalığı kaosa sürükleyecek bir Joker’i görmek çok daha tatmin edici olurdu. Bu yüzden fantezilere çok da gerek yok. Kimse ilk filmdeki standardı aramasa da herkes Joker’in fantezilerinden çok yapabileceklerinin sınırını ya da böyle bir sınır olup olmadığını görmek istiyordu. Tüm bu sebepler ve ilk izlenme verilerine göre Joker: Folie à Deux sınıfta kalmış bir devam filmi olma yolunda ilerliyor.
Kaynakça:
- “Joker 2’nin tartışmalı sonu, 5 yıl önceden belliymiş”. INDEPENDENT Türkçe. Web. 09.10.2024
-
“Joker: Folie à Deux Is So Bad and So Boring It’s Absolutely Shocking”. The Daily Beast. Web. 04.10.2024
- Öne çıkan görsel: The Movie Database