Söylenti Edebiyat Bu Ay Neler Okudu?

Editör:
Guşef Alhas
spot_img

Söylenti Edebiyat ekibi olarak her ayın sonunda buluştuğumuz bu serimizde, neler okuduğumuzu sizlerle paylaşıyor olacağız!

Guşef Alhas‘ın Önerileri; 

1.Köpeklere ve Duvarlara Dair – Yuko Tsushima

“Sen bana kendi talihsizliğinin penceresi dışında hiçbir yerden bakmadın. Aksini iddia edebilir misin? İnsanlar talihsizliklere yaslanarak yaşıyorlar. Herkes kendi talihsizliğine sımsıkı bağlanıp ona lanet ederken bir yandan da bununla gurur duyuyor. Sen de istisna değilsin. Kocanı elinden alan sudan ödün koptuğu halde, o suyun yanı başında yaşamadan edemiyorsun. Su hep senin etrafında akıp duruyor. Sana göre kocan ölmedi, sadece suya dönüştü. Yeryüzünde olup bitenler suyun içinde silinip gidiyor. Sular âleminde olanlar ise yeryüzünde siliniyor. En çok korktuğun şey su ama en içten dualarının adresi de sular âlemi.” (s.36)

Ünlü Japon yazar Osamu Dazai‘nin kızı Yuko Tsushima, iki farklı hikâyeyi bu kitabında bir araya getiriyor. Farklı zamanlarda yazıldığı söylenen bu iki hikâyenin temaları birbirine oldukça benziyor. Aile, yas, anne-kız ilişkileri çevresinde ilerleyen Köpeklere ve Duvarlara Dair, Yuko Tsushima’nın hayatından izler de barındırıyor. Özellikle kitabın ilk öyküsü olan Sular Âlemi, babası Osamu Dazai’nin ölümünün ardından ve onun ölümünden detaylar barındıran bir öykü olarak karşımıza çıkıyor. Defalarca kez denediği intihar girişimlerinin ardından kanala atlayarak hayatını sona erdiren Dazai’nin, ardında bıraktığı yalnız bir kadın ve çocuklarının hayatla mücadelesini hem çok gerçekçi hem de masalvari bir yerden izliyoruz. İkinci öykü ise kitapla aynı ismi taşıyor ve yine kayıpların, yasların, hayatla tek başına mücadele etmeye çalışan bir annenin yaşadıklarına yakından şahitlik ediyoruz.

2.Gölgeler – Zülfü Livaneli

“Halide Salih sözlerini bitirince başka kimsenin duymadığı bir alkış kopuyor gölgelerden. Birden ilk yazısını yayımlamış genç bir yazar gibi heyecanlanıyor. Varsın bu alkışları kimse duymasın, o gölgesini yeryüzüne bırakmıştı ya, önemli olan bu. Konstantiniyye Oteli’nde kimse fark etmemişti onları ama burada, İstanbul sokaklarında her birinin izleri vardı. Her birinin sözcükleri yankılanıyordu tenhalarda.” (s.30)

Zülfü Livaneli’nin Konstantiniyye Oteli isimli kitabının bir bölümü olan “Edebi ve Ebedi Gölgeler” başlıklı bölümünün genişletilmiş hâli olarak karşımıza çıkan Gölgeler, tarihin ve edebiyat dünyasının en önemli kişilerini hayali olarak bir araya getiriyor. Zamanında kaleme aldıkları yazılarını takma bir adla süsleyen önemli isimler, bu kitapta da takma adlarıyla var oluyor. Fatih Sultan Mehmet’ten Mustafa Kemal Atatürk’e, Nâzım Hikmet’ten Ece Ayhan’a kadar birçok isim, gölgesiyle birlikte İstanbul sokaklarında geziniyor. Bu gezintinin en güzel kısmı ise isimlerin, şiirleri ve yazılarının İstanbul sokaklarında yankılanması ile gerçekleşiyor. Sanki bir arkadaş grubunun akşam oturmasına eşlik etmişiz gibi bir his yaratan Zülfü Livaneli, kitabın yayımlanmasına birkaç ay kala kaybettiğimiz İkinci Yenicilerin önemli isimlerinden Ülkü Tamer’i de anmadan geçmeyerek saygı duruşu diye adlandırdığı eserini okurlarla buluşturuyor.

3.Aramızdaki Şey – Tomris Uyar

“Çünkü kişi, bu eleme telaşında bazan belki bir daha okumayacağı ama geçmişin vazgeçilmez bir parçası saydığı kitapları sonradan bulamayınca kendine içerlerdi, biliyordu.” (s.66)

Tomris Uyar, birbirinden etkileyici hikâyeleri bir araya getirdiği Aramızdaki Şey kitabı ile dostluklara, aşka, renksizliğe ve en çok da kırmızıya değiniyor. Kitabın ikinci öyküsü Tazı Payı‘nda “İnsan önce renklerden başlamalı değişmeye,” sözü ile de kitabın temasını belirliyor. Kırmızının hep bir yerlerde var olduğu öykülerde, kırmızıya tayin edilen anlamlar, her öykünün kilit noktası konumunda. Bazen aşka bazen öfkeye bazen yalnızlığa dönüşen kırmızı, birbirinden farklı hayatlara dokunuyor. Nilgün Marmara‘nın Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabında geçen, “Hazindir kırmızı ve sonu,” dizesiyle belki de bu kitabı bir cümle ile anlatabiliriz.

Sena Yiğit‘in Önerileri;

4.Ağaçlar – Hermann Hesse

“Her çiçek meyve olmak ister,
Her sabahın arzusu akşamdır,
Her şey fanidir bu dünyada,
Değişimden kaçıştan başka.” (s.90)

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İsviçreli yazar Hermann Hesse’nin kaleme aldığı Ağaçlar, doğa ile iç içeyken okunabilecek bir kitap. Kitapta ağaçlar hakkında şiirlerin ve deneme diyebileceğimiz anlatıların yanı sıra kendimizi ağaçlar arasında hissedebileceğimiz çizimlere de yer verilmiş. Yalın ve akıcı bir anlatım benimseyen yazarı okurken huzur doluyoruz. Gün içerisinde görüp de üzerine düşünmediğimiz Ağaçlar’ın hayatımızdaki etkisini idrak ediyoruz. Kitabı bitirdikten sonra bir süre gözümüz her yerde bir ağaç arıyor; onu selamlama ihtiyacı duyuyoruz. Bununla birlikte yazarın, ağaçları sembol olarak kullandığını ifade edelim. Böylece onlara kulak verdiğimizde; kendimizi hayatın olağan akışına bıraktığımızda, gerçek ve içsel huzuru yakalayacağımız fikrine ulaşıyoruz. Kitabı tercihen ılık bir bahar gününde okumanızı ve etrafınızdaki ağaçlara daha dikkatli bakmanızı tavsiye ederiz.

5.Oğuz Kağan Destanı – Prof. Dr. Necati Demir

“Oğuznameler, Türk tarihi, kültürü, dili, gelenek ve görenekleri açısından çok önemli eserlerdir. Zira Türklerin tarihi, rivayet de olsa, başlangıçtan bu yana, bu eserlerde anlatılmaktadır.” (s.29)

Bu çalışmada Prof. Dr. Necati Demir, Oğuz Kağan Destanı hakkında pek çok nüshayı inceleyerek bir eser ortaya çıkarmış. Böylece destan hakkında tam metin elde etmeyi amaçlayan yazar, Türk tarihinin en önemli destanlarından birini okurla titiz bir çalışma sonucu buluşturmuş. Hem tarihi hem edebi değeri tartışmasız olan Oğuz Kağan Destanı, Hz. Adem ve dünya hayatının başlangıç anlatımı ile başlıyor. Devamında Hz. Nuh’tan oğlu Yafes’e ve Yafes oğlu Türk’ten Oğuz Kağan’a uzanan silsile aktarılıyor. Kitabın geri kalanını Oğuz Kağan döneminin detaylı anlatımı oluşturuyor. Ardından Oğuz Kağan’dan sonraki Türk dünyası anlatılarak kitap bitiriliyor. Oğuz Kağan Destanı, yazarın da ön sözde ifade ettiği gibi; “Türk edebiyatının en önemli destanlarından birisidir. Türk edebiyatının diğer en önemli eserlerinden olan Dede Korkut Destanı da dahil olmak üzere pek çok eserin kaynağı Oğuz-namedir.” Bu bakımdan Türk tarihinin yazılı ve sözlü kaynaklarından biri olması, edebî bir nitelik taşıması ve İslam öncesi Türk tarihini aydınlatma açısından oldukça kıymetli olan Oğuz Kağan Destanı’nı aktardığı için de oldukça kıymetli bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.

6.Kehribar Geçidi – Nazan Bekiroğlu

“Gün gelir hissetmediğin acının da hesabı senden sorulur, kalbimden sorumsuzum sanma.” (s.257)

Kehribar Geçidi, Nazan Bekiroğlu‘nun 2021 yılında çıkan son romanı. Hikâye MS. 300’lü yıllarda Roma’da İmparator Diocletianus zamanında geçiyor. Bir darphane kölesi, İmparator Diocletianus portresi bulunan bir sikkeye hışımla vurduktan sonra sikkenin biçimi bozulur. Kimsenin bu durumunu fark etmediği sikke, Roma’da elden ele, keseden keseye girerek şehri dolaşır. Yedi Uyurlar anlatısından yola çıkan yazar, bu sikkenin yedi insan ve bir köpekle yollarının kesişmesini de ele alır. Nazan Bekiroğlu okuyucularının alışık olduğu detaylı anlatım ve tasvirler, bu romanda da bizleri karşılar. Roma tasvirini çok güzel anlatmayı başaran yazar sayesinde, kadim imparatorluğun başkentini gözümüzde canlandırma şansını yakalarız. Sürükleyici anlatımı ve ilgi çekici konusuyla Kehribar Geçidi, roman boyunca konunun nereye bağlanacağı ve nasıl nihayete ereceği konusunda okuru meraklandırıyor.

Sinem Aykın‘ın Önerileri;

7.Bakkhalar – Euripides

“Dizginsiz ağızların,
Kanunsuz çılgınların,
Bilgelikten uzakların,
Kötüye varır sonu.” (s.19)

Euripides, Atina’nın yetiştirdiği üç büyük tragedya şairleri arasında özel bir yere sahip. Doksan tane tragedya yazdığı bilinmektedir ancak bunlardan sadece on sekiz tanesi günümüze dek ulaşmıştır. Bakkhalar ise Euripides’in son tragedya üçlemesidir. Eserde Dionysos karşımıza hem tanrı hem de aktör olarak çıkar. Bağın ve şarabın tanrısı olan Dionysos, doğduğu yer olan Thebai’ye geri döndükten sonra kadınları dağa sürer. Thebaililere, onların tanrısı olduğunu göstermek ister. Bu kadınlara, eserin de ismi olan Bakkhalar denir. Ancak Pentheus, Dionysos’u ve onun bir tanrı olduğunu kabul etmez. Bu kısımdan sonra ikisi arasında bir çatışma başlar. Bu çatışmaların arasında ise Koro’nun önemli bir yeri vardır. Bakkhalar Korosu, olayları birbirine bağlar ve harekete karışırlar. Kitap, Sabahattin Eyüboğlu‘nun ön sözüyle başlıyor. Olaylara paldır küldür dalmadan, tragedyayla ilgili önemli bilgiler vererek okurunu kitaba hazırlıyor. Bakkhalar, Yunan mitolojisine dair merakınız varsa veya bu alana dair hiçbir bilginiz yoksa bile büyük bir keyifle okuyabileceğiniz bir eser.

8.Tuhaf Bir Kadın – Leyla Erbil

“Huzursuzluktan, yürek çarpıntısından, sevgisizlikten yıkılıp gidecek bir gün;
bir su kıyısına düşecek yüzüstü, içim yanıyor, sevgisizlikten,
sevgisizlikten, en çok bundan ölecek.”
(s.71)

Leyla Erbil‘in Tuhaf Bir Kadın’ı Nermin’in hayatının farklı evrelerini anlatan ve dört bölümden oluşan bir eser. Her bölümde yazarın değişik bir üslubuyla karşılaştığımız için ilk bakışta öykü gibi görünebilir ama bu bir genç kızın ailesiyle çatışmasını, büyümesini anlatan bir roman. Nermin, belki de çoğu kadının kendinden parçalar bulabileceği, hepimizin yaşadığı büyüme sıkıntılarını yaşayan bir genç kız. Yaşıtları arasında marjinal sayılabilecek, belirli bir siyasi ideolojiyi benimsemiş olan Nermin, kitabın ilerleyen bölümlerinde kendi iç hesaplaşmalarıyla aslında bize de ayna tutuyor. Nermin’in hayatına baktığımızda Leyla Erbil’in de hayatı hakkında fikir sahibi olma şansına erişiyoruz. Yazar, kendi hayatını da yansıtmış esere. Otobiyografik bir roman değil ancak yazarın da hayatına dair fikir edinebiliyoruz. Tuhaf Bir Kadın, Nermin’in portresini çizmesinin yanında dönemin Türkiye’sinin siyasi ortamına da ışık tutuyor. Leyla Erbil’in sıra dışı üslubu, kitabı akıcı hâle getirmesinin yanında okuruna bol bol düşünme imkânı sunuyor.

9.Yûsuf ile Züleyha – Nazan Bekiroğlu

“Züleyha, Yûsuf’a bir mektup yazmaya başlayınca Yûsuf diye başladı, Yûsuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın nâmesinde ser-nâmeden öte kelam yok ve Züleyha’nın lügatinde Yûsuf’tan öte sözcük yok.” (s.130)

Lise sıralarında tanıştığım, bende çok ayrı bir yeri olan Nazan Bekiroğlu‘nun Yûsuf ile Züleyha eserini kitaplığımda görünce seneler önce okuyup nasıl etkilendiysem yine aynı duyguları hissedebilmek adına tekrar okudum. Çoğumuzun bildiği Yûsuf ile Züleyha’nın hikâyesi, Nazan Bekiroğlu’nun kaleminde adeta bir şiire dönüşüyor. Yazar, bu aşk hikâyesine Züleyha’nın gözünden bakmamızı sağlıyor. Züleyha, beşeri aşka ulaşmasının yanında ilahi aşka da ulaşıyor. Bir kıssadan hisse olan Yûsuf ile Züleyha hikâyesine rüyalar da eşlik ediyor. Yûsuf‘a, rüyasında peygamber olacağının müjdesinin verilmesi, Züleyha’nın rüyasında yıldıza dönüşüp Ay’ın içinden geçmesi gibi kehanet niteliğinde rüyalara yer vermesi, hikâyenin derinlik kazanması açısından önemli bir yere sahip kitapta. Yûsuf ile Züleyha, Nazan Bekiroğlu’nun sayfalarında yeniden hayat bulup değişik bir şekilde karşılıyor okurunu.

Nazlıcan Karakaya‘nın Önerileri;

10.Geçmişe Yolculuk – Stefan Zweig

 “Tanrım nasıl uzun gelmiş, nasıl bitmez tükenmez olmuştu bu dokuz yıl, dört bin gün ve şu güne, şu geceye kadar dört bin gece! Ne çok zaman geçmiş ne çok zaman yiritirilmişti, ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönülebiliyordu.” (s.3)

Stefan Zweig’in Geçmişe Yolculuk‘u, zamanın akışına karşı koyamayan, tutkulu bir aşkın hikâyesi. Bu kitap, sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda geçmişin gölgesinde yaşamak zorunda kalan insanların psikolojisini de derinlemesine inceliyor. Zweig’ın kaleminden dökülen her bir kelime, o dönemin atmosferini ve karakterlerin iç dünyasını o kadar canlı bir şekilde resmediyor ki, sanki hikâyenin bir parçası hâline geliyoruz. Zweig’ın, savaşın gölgesinde kalan aşkın zaman ve mekân tanımaz gücünü bu kadar etkileyici bir şekilde anlatabilmesi beni oldukça etkiledi. Romanın en sevdiğim yanı, karakterlerin iç dünyalarının derinlemesine ele alınışı. Özellikle kadın karakterin yaşadığı çelişkiler ve duygusal karmaşa beni çok etkiledi. Zweig, kadın karakterin iç sesini o kadar başarılı bir şekilde yansıtıyor ki, okuyucu olarak onunla özdeşleşmek mümkün oluyor. Kitabın sonu ise hem üzücü hem düşündürücü. “Aşkın bu kadar güçlü olmasına rağmen, hayatın acımasız gerçekleri karşısında ne kadar çaresiz kalabiliyoruz?” Zweig, bu soruyu okurun zihninde uyandırarak hikâyeyi sonlandırıyor.

11. Theo’ya Mektuplar – Vincent van Gogh

“Yıldızı sönmekte olan, işleri hep kötüye giden birtakım insanlar… Az huysuz insanlar değil bunlar, her yanı saran kayıtsızlığın, anlayışsızlığın karşısında bir şeyler yapmaya uğraşmalarını beklemek güç… Üstelik bulaşıcı bir şey bu.” (s.159)

Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar, bana Gogh’un iç dünyasının kapılarını araladı. Bu mektupları okurken sadece bir sanatçının değil, aynı zamanda yalnızlık çeken, aşk acısı çeken ve hayata tutunmaya çalışan bir insanın iç dünyasını da okudum. Van Gogh’un resimlerindeki o yoğun renkler ve fırça darbeleri, mektuplarında da kendini gösteriyor. Van Gogh, her bir mektubunda duygularını o kadar samimi bir şekilde ifade ediyor ki, okur olarak onunla bir bağ kurmak mümkün oluyor. Mektupları okurken Van Gogh’un yaşadığı zorlukları ve mücadeleleri daha iyi anlayabiliyoruz. Sanat dünyasının onu kabul etmemesi, yaşadığı maddi sıkıntılar ve psikolojik sorunlar… Tüm bunlara rağmen, sanatına olan tutkusundan asla vazgeçmiyor. Bu yönüyle Van Gogh’un hayatı, bence birçok insana ilham veren ve insanı güçlü kılan bir hikâye.

12.Çavdar Tarlasında Çocuklar – J. D. Salinger

“…büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.” (s.162)

J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar‘ı, okuyucuyu ergenliğin karmaşık dünyasına götüren bir yolculuk. Holden Caulfield’ın iç dünyasının karmaşası, isyanı ve yalnızlık duygusu, romanda derin izler bırakıyor. İki dünya arasında kalması ve bu dünyalar arasında savrulması, yolunu bulmaya çalışması çoğu insanın hayatına ayna tutuyor. Salinger, Holden’ın gözünden dünyayı o kadar çarpıcı bir şekilde anlatıyor ki, okuyucu olarak onun yaşadığı her duyguyu kendimiz yaşıyormuş gibi hissediyoruz. Holden, toplum normlarına başkaldırıyor ve yetişkin dünyasına duyduğu güvensizlikle baş etmeye çalışıyor. Aynı zamanda kendi saflığını ve çevresindeki insanların da saflığını korumaya çalıştığını fark ediyoruz ancak Salinger, bunun ne kadar gerçekçi bir çaba olduğunu da bizlere sorgulatıyor. Salinger, Holden karakteri aracılığıyla iki farklı dünya arasında sıkışmışlığın ve gençliğin en zorlu dönemlerinden birini o kadar gerçekçi bir şekilde anlatıyor ki, okuyucu olarak Holden’ı kendi hayatımızla bağdaştırıyoruz.

İclal Yaka‘nın Önerileri;

13.Yersiz Yurtsuz Bir Çocuk – Irmgard Keun

“Ben her yerde hoplar zıplarım, neşem yerindedir hep, bunun için paraya ihtiyacım yok. Ama yetişkinlerin neşelenmek için paraya ihtiyacı var. Bu yüzden bir çocuğa göre çok daha zor onların işi.” (s.55)

Eserlerindeki özgüvenli ve bağımsız kadın portreleriyle dikkat çeken Irmgard Keun’un edebî kariyeri, Nazilerin iktidarda olduğu döneme denk gelmesiyle sebebiyle birçok kez baltalanmaya çalışılmıştır. Kitapları yasaklanan yazar çareyi ülkesini terk etmekte bulmuştur. 1938’de yayımlanan Yersiz Yurtsuz Bir Çocuk romanında yersiz yurtsuz bir aileyi on yaşındaki Kully’nin gözünden anlatır. Muhalif bir yazar olan Kully’nin babası II. Dünya Savaşı öncesinde ailesiyle birlikte Almanya’dan ayrılmak zorunda kalır. Tüm kitap boyunca vizeleri bittikçe ülke değiştiren ailenin biz de peşinden gideriz. Bu takipte bize Kully’nin çocuk aklı ve masumluğu eşlik eder. Keun, dönemi okuyucuya küçük bir çocuğun bakış açısından en basit aynı zamanda en net şekliyle aktarır. Satır aralarında Kully’nin düşündürücü soruları, komik ama gerçekçi tespitleri ve sorunlara karşı bulduğu masum çözümleri yaşanılan duruma farklı bir pencere açar.

14.Nakano Eskici Dükkânı – Hiromi Kawakami

“İnsanlar bazı şeyleri sırf işe yaramadıkları için alırlar.” (s.8)

Japonya’nın önemli çağdaş yazarlarından Hiromi Kawakami, kazandığı ödüllerle kurgulamadaki başarısını göstermiştir. Nakano Eskici Dükkânı’nda da diğer çağdaş Japon kitaplarından alışık olduğumuz üzere sıradan olaylar, sade bir anlatımla buluşur. Sıradan olayların merkezi Nakano’nun sahibi olduğu eskici dükkânı oluyor. Olaylara Hitomi’nin gözünden tanık olurken yazarın anlatımı birkaç sayfa sonrasında da kendimizi hikâyenin olağan akışı içerisinde bulmamızı mümkün kılıyor. Kawakami, insan ilişkilerini ve bireylerin ruh halleri üzerine eğilirken arka planda da okuyucuyu yormayan bir atmosfer çizmeyi başarıyor. Anlatımın şekillendiği yer olarak eskici dükkânının seçilmiş olması ise tesadüf olmadığını hissettiriyor. Eşyaların da bir hikâyesi olduğu gibi aynı zamanda her biri insanlara dair bir hatırayı da sonsuza kadar saklamalarıyla öne çıkıyor.

15.Amok Koşucusu – Stefan Zweig

“Bir Amok koşucusuysanız uzun süre cezasız kalamazsınız, eninde sonunda sizi yere sererler.” (s.58)

Dünya edebiyatının en üretken yazarlarından olan Stefan Zweig, eserlerinde insan psikolojisini odağına alır. Derin psikolojik tahlillere yer verdiği bu eserleriyle de kuşkusuz zamansız bir yazardır. Yazarın sevilen novellalarından Amok Koşucusu, kısa ama okuyucuyu etkisi altına alabilecek bir anlatı. Nedenini bilmediğimiz bir kaza olayıyla başlayan kitap yerini hızla psikolojisini anlamaya çalışacağımız garip bir doktorun hikâyesine bırakır. Hollanda Doğu Hint Adaları’nda görev yapan bir doktorun ondan yardım isteyen bir kadına anlık bir gururla sırt çevirmesinden sonra yaşadığı pişmanlık anlatılır. Bu pişmanlık basit, sıradan bir hissin aksine karakterin tüm hayatını etkileyerek onda bir saplantı haline gelir. Karakteri dışarıdan bakıldığında neredeyse bir delinin sınırlarına sürükleyen bu duygu durum halini ise bizzat karakterin diyaloglarıyla adeta zihnimizin içinde hissediyoruz.

Kitabın ilk bakışta dikkat çeken ismi Amok Koşucusu’ndaki “amok” kelimesi, Malezya halkında rastlanan bir nevi öldürücü delilikteki cinnet halini tarif eder. Amok Koşucusu ise saplantısının peşinden tehlikeleri umursamadan vazgeçmeksizin koşan kişiyi anlatır. Amok koşucusunun hikâyesi saplantısına kurban gittiği noktada biter, tıpkı kitapta da olduğu gibi.

Deniz Filiz‘in Önerileri;

16.İnsan İnsana – Doğan Cüceloğlu

“Seni Diğerlerinden Farksız Yapamaya
Bütün Gücüyle Gece Gündüz Çalışan Bir Dünyada,
Kendin Olarak Kalabilmek, Dünyanın En Zor Savaşını Vermek Demektir.
Bu Savaş Başladı mı, Artık Hiç Bitmez!”
(E.E. Cummings, s.127)

Benlik nedir? İç benlik bilinci nedir? Büyüdükçe içimizdeki sesler artar mı? Neden bulunduğumuz ortamlarda zaman zaman kendimiz gibi olmaktan çekiniriz? Sosyal maske nedir? Doğru bir iletişim nasıl kurulur? Değerli psikolog ve yazar Doğan Cüceloğlu‘nun sade ve akıcı dilinden bu soruların ve benzerlerinin cevaplarıyla birlikte iletişim türlerini, günlük hayatta meydana gelen ve gelebilecek iletişim kazalarını, bazı durumlarda konuşurken kelimeleri seçmek kadar dinlemenin de ne denli önemli olduğunu okuyoruz. Bu alt başlıkların olma nedenine değinmek istersek eğer; diyebiliriz ki hem sözlü hem sözsüz iletişim, hayatımızı idame ettirirken sosyal canlılar olan bizler için çok önemlidir. Doğru bir iletişim kurmak hem çevremizdekilerle kurduğumuz bağların kuvvetlenmesine yardımcı olur hem de kendimizi daha iyi tanımamıza imkan sağlar. “Çevremizdekiler” dediğimiz çember, aklınıza gelebilecek herkesi içine alır niteliktedir diyebiliriz aslında. Aileniz, arkadaşlarınız, dostlarınız, öğretmenleriniz, fazla konuşmasanız bile sizinle aynı sınıfta veya iş ortamında olan bir arkadaşınız… Her sabah kaldırımda gördüğünüz bir çiçek bile bu çemberin içinde yer alabilir. Kurduğumuz bu ilişkilerle hayatın içine karışırız. “İnsan iletişimi hem kafa hem gönül zenginliği ister: Biri olmadan diğerinin etkinliği yoktur.” (s.15) Doğan Cüceloğlu, tüm kalbimizle iletişim ve bağ kurabilmenin yaşamın kilit noktalarından olduğunu savunuyor İnsan İnsana‘da.

17.Kirpinin Zarafeti – Muriel Barbery

“Bizler hayatta kalma silahıyla donanmış hayvanlar olduğumuzu biliyoruz; yoksa bu dünyayı kendi düşünceleriyle şekillendiren insanlar değiliz. Bu uzgörünün bizce hoşgörülür olması için bir şeyler gerekir,  bizi biyolojik yazgıların hüzünlü ve sonsuz ateşinden kurtaracak bir şeyler… İşte o zaman sanatı icat ederiz. Biz hayvanların türümüzü sürdürmek için bulduğumuz başka bir yordamdır Sanat” (s.226)

Modern klasiklerden olan Kirpinin Zarafeti, Fransız yazar Muriel Barbery adlı bir felsefeci tarafından kaleme alınmıştır. Kitap bir apartman kapıcısı olan Renée Michel ve Paloma Josse adlı on iki yaşındaki bir dehanın ağzından anlatılıyor. Grenelle Sokağı’nda yedi numaranın kapıcısı Renee, entelektüel birikimi oldukça fazla olan ama bu yanını göstermeyen, kendi hâlinde yaşayan biridir. Diğer karakterimiz Paloma ise zeki, okumayı seven, içe dönük ve sürekli sorgulayan bir yapıdadır küçük yaşına rağmen. Her bölümde zengin iç dünyalarını biz okuyucularla paylaşan karakterlerle kitabı okumak, farklı dünyaları görmeye yardımcı oluyor birçok edebiyat yapıtında olduğu gibi. Fakat bu akıcı kitabı farklı kılan bir şey var ki o da yazarın felsefe profesörü olması ve kitapta da değindiği konuların kariyerini ilerlettiği bu alanla rahatlıkla bağdaştırılabilmesi.

18.Divan – Irvin Yalom

“Ah nasıl da yardımcı olmuştu hastalarının kendi gölgelerini ıslah etmesine, o gölgenin gücünü kullanmayı öğrenmesine: Kudret, yaşama enerjisi, yaratıcı dürtüler. İyi bilirdi bütün o sözleri; Nietzsche’nin sözünü de bilirdi: En güçlü ağaçlar en derinlere kök salmak zorundadır, karanlığa, kötülüğe kadar uzanmak zorundadır.(s.129)

Nietzsche Ağladığında, Günübirlik Hayatlar, Bugünü Yaşam Arzusu, Aşkın Celladı gibi psikoloji türünde birçok kitap kaleme alan Irvin Yalom, tıp mezunu bir psikiyatristtir. Bir başka kitabı olan Divan‘da ilginç bir kurguyla karşımıza çıkıyor. Ernest adlı bir psikoterapistin terapilerinde yaşadıkları ve Carol adlı hastasıyla kurduğu ilişkiyi anlatan roman etik değerleri sorgulatıyor. Gelen hastaların iç dünyasında dönenler dışında terapistin iç dünyasında yaşadığı karmaşalar, yaşamın temel yapıtaşları, “etik” kavramı üzerine tartışmalar, insanın kendiyle yüzleşmesi kitabı okurken karşılaşacaklarınız arasında. Farkında olsak bile zaman zaman unutabildiğimiz şey, terapistlerin de etten kemikten oluşması ve duygularının olması. Bu kitapta hem bizlere yardımcı olan terapistlerin neler hissettiklerini okuma fırsatını bulurken hem de kendimizle bağdaştırabileceğimiz birçok cümleyle karşılaşıyoruz.


Öne Çıkan Görsel Linki

spot_img
Soylenti
Soylenti
Söylenti Dergi'deki kurumsal, sponsorlu ve ortak yazarlı yazıların yayınlandığı profil.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.