Bir animasyon filmi olan, Grave of the Fireflies orijinal adı ile Hotaru no haka, Isao Takahata‘nın yazıp yönettiği 1988 yapımı savaşın halk üzerindeki etkisini ve yaşanan trajediyi anlatan bir filmdir. Animasyon bugüne kadar çekilen en sarsıcı drama olarak kabul görmüştür.
Ülkemizde de Ateş böcekleri Mezarlığı olarak bilinen filmin konusu Akiyuki Nosaka’nın yarı otobiyografik romanından uyarlanır. Yazar, II. Dünya Savaşı’nda ölen kız kardeşinden bu romanı yazarak özür dilemeye çalıştığını dile getirmiştir. Neden özür dilemek istediğini ise filmin sonlarına doğru net bir şekilde anlıyoruz. Yönetmen Takahata da savaş zamanı kardeşi ile yaşadığı tecrübelerini hatırlayarak bu filmin yönetmenliği üstlenir. Kısaca bu filme, bir yazarın dilediği içten özrün ve bir yönetmenin vicdanında oluşan yaranın, harmanlanmış bir vaziyette izleyiciye yansıması diyebiliriz.
Studio Ghibli’nin yapımını üstlendiği bu anime, oldukça eski olmasına rağmen çizim konusunda başarılıdır. Animeler de alışık olunan aksiyon, doğaüstü olaylar veya karizmatik karakterler yoktur. İki kardeşin dram dolu mücadelesine tanık oluyoruz ve bu bize fazlasıyla yetiyor.
Tüm dünyayı etkileyen II. Dünya savaşı Japonya’yı da oldukça etkilemiştir. 1945’li yılları bize yansıtan sahnelerde, verilen onca kayıp ve yaşanan onca acının arasında, iki kardeşin savaşa karşı verdiği mücadele ve insanların acımasızlığına karşın masumiyetin direnişini hissedebiliriz.
Seita’ nın ”Öldüğüm geceydi’’ cümlesi ile başlıyor filmimiz. Tren istasyonunda bir yere yığılmış ve bitik halde karşımıza çıkar. Gördüğü rüya ile ateş böcekleri arasında kardeşi Setsuko ve kendisini görür. Setsuko’yu görür görmez bir anda bağrımıza basma isteği gelebilir. Bizi en çok yaralayan karakterimiz diyebiliriz. Setsuko, konuşması ve onun da benim de hiç bitmemesini dilediğim meyve şekerleri ile bu kadar tatlı bir kurgusal karakter olamaz dedirtiyor.
Kardeşlerin geçmişlerine doğru çıktığımız bu yolculukta, bombalanarak birer birer yanan evler ve harabeler baştan bir burukluk hissi yaşatıyor. Savaşın ilerleyen safhalarında yaralanan annelerinin ölmesi ve babalarından haber alamamaları üzerine iki çocuk baş başa bir hayat mücadelesine itiliyor.
Amerikan uçaklarının hava saldırısının iyice artması ile ortaya çıkan kara yağmurlar, sığınacak bir yerlerinin olmaması üzerine kardeşlerimiz teyzelerinin yanına sığınırlar fakat içimizin acıdığı bu iki çocuğa teyzeleri acımıyor. Çocukların eşyalarını satıp erzak alıyor, çok az yemek veriyor ve sürekli kötü davranıyor. Küçücük bir odanın içinde kardeşlerimiz belli bir süre dayanabildikten sonra kendilerine bir sığınak bulurlar. Teyzelerini terk ettikten sonra tekrar sırt sırta verip bir hayat mücadelesine girişirler.
Bütün eşyalarını taşıdıkları o sığınağı kendilerini yuva yaparlar. Gölde banyo yapıp, topladıkları ateş böceklerini sığınağın ışığı haline getirirler lakin ateş böcekleri çok çabuk ölürler . Uzaktan bakıldığında hareket halindeki ateş böceklerinin sığınaktaki görüntüsü ne güzel bir görüntüdür fakat arkasında yatan dram da bir o kadar üzücü.
Filmin ilerleyen sahnelerini tasvir etmeye kalkışmak gibi büyük bir yüke girmek yerine, izleyiciye gözleriyle görmelerini (ki dolu gözlerle görmek pek mümkün olamayacak) ve yaşanan drama kalplerine oturan ağırlık ile tanık olmalarını tavsiye ediyoruz.
Çocuk her yerde çocuktur, yaşanan onca dram arasında eğlenmeyi, gülmeyi, ateş böceklerini sevmeyi, içi boş bile olsa bir meyve kutusu ile mutlu olmayı bilirler fakat büyüklerinin acımasızlığı onlara bunu bile çok görmüştür.
Ülkede yaşanan savaş, aynı zamanda iki kardeşin yaşamla savaşına dönüştü ve bunu çok etkileyici bir şekilde yüzümüze vurdu. Savaşın ortasındaki kahramanca uğraşıları bize göstermek yerine toplumun içinde yaşanan kişisel trajedileri vurguladı.
Sonlara doğru ağlamaktan gözlerinizi perişan edebilecek bu film, mutlaka izlenmesi gereken savaş karşıtı muhteşem bir eser.