“Yapraklarımı kaybediyor gibi hissediyorum.”
İçinde bulunduğumuz pandemi dönemi; çekilen filmlerin konularını, mekanlarını ve oyuncularını daha minimal ve sınırlayıcı hale getirmiştir. The Father filmi de bu şartlarda çekilen filmlerden biridir. Buna rağmen anlatmak istediği konuyu etkileyici ve sarsıcı bir biçimde anlatmayı başarmıştır. The Father, ilk kez 2020 ylında Sundance Film Festivali’nde izleyiciyle buluşmuştur. Film, Florian Zeller’in 2012 yılında yazdığı “Le Père” adlı Fransızca oyundan çevrilmiştir. Zeller, oyunu Christopher Hampton ile çevirmiş ve sinemaya uyarlamıştır. Yönetmenliğini de yine oyunun yazarı Florian Zeller yapmıştır.
Filmin başrollerini; usta oyuncu Anthony Hopkins, The Favourite ve The Crown ile adından söz ettiren Olivia Colman paylaşmaktadır. Onlara eşlik eden diğer isimler Imogen Poots, Rufus Sewell ve Olivia Williams olarak sayılabilir. Anthony Hopkins 93. Oscar Ödülleri‘nde canlandırdığı karakterle “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü almış ve bu ödülü alan en yaşlı aktör olmuştur. Ayrıca “En İyi Uyarlama Senaryo” ödülünü de kazanmıştır.
Film; 80 yaşında tek başına yaşayan Anthony adlı bir adamı merkezine alır. Bedenen sağlıklı olsa da unutkanlığı başlamış ve zaman zaman kafa karışıklığı yaşamaktadır.Anthony; günden güne yaşlılığını ve yaşamındaki değişiklikleri anlamaya çalışır. Kızı Anne ise bu sırada hem kendi yaşamına devam etmeye, hem de durumu kabullenip babasına yardım etmeye çalışır. Anthony, Anne’nin ona yardım etmesi için tuttuğu kadınları evden kovmaktadır. Yaşlı adam bu süreçte gerçeklik ve hayaller arasında gidip gelmeye ve şüpheçi tavırlar takınmaya başlar. Anthony yavaş yavaş benliğini yitirirken, seyirciler de ona bu yolculukta eşlik eder.
Daha önceleri Still Alice (2004), Away From Her (2006) ve A Separation (2011) gibi demans ve alzheimer hastalığını işleyen filmler çekilmiştir. Bu filmlerin çoğu hastalığa yakalanan insandan çok, ona bakan yakınlarını merkezine almıştır. Bu film ise bizi adeta Anthony’nin zihnine sokar. Böylece empatiden ziyade “o” oluruz. Biz de onunla birlikte sorarız. Anne Paris’e gidecek mi? Gerçek Anne kim? Kızı eşinden ayrıldı mı? Film olayları seyirciye düz bir zaman çizelgesinde sunmaz. Anthony’nin aklında kalan anı kırıntıları ve onu etkileyen olayların bir karmasını izleriz.
Florian Zeller, bize bulunduğumuz zamanı çözmek, gerçek olayları anlamak için pek çok ipucu veriyor. Anthony’nin sık sık kaybettiği ve çalındığını iddia etiği saati, kızı Lucy’nin yaptığı tablo, marketten alınan tavuk… Ayrıca Anthony her odasına girip çıktığında evde ufak olsa bile değişiklikler olur. Mutfakta duran eşyalar, tablonun yeri vs. zamanla yok olur ya da yerleri değişir. Finale doğru karmaşık gibi gözüken yapboz parçaları birleşir ve ortaya güzel bir eser çıkar.
Filmin konusundan sulu bir dram filmi beklenirken, gerçekçi bir hüzün ve duygu geçişleri verilmiştir. Anthony içinde bulunduğu bu karmaşık durumu anlandırmaya çalışırken neşesini kaybetmez eve gelen yardımcı kadına step dansı yapar. Neşeli bir şekilde kulaklıkla müzik dinler. Anne ise babasının bu durumundan dolayı yorgun ve zorlu bir dönem geçirir. Ancak babasının asansörde “Bugün çok güzel olmuşsun.” demesiyle bile mutlu olur. Adeta küçük bir kız çocuğuna dönüşür. Biz de karakterlerle birlikte bazen hüzünlenir, bazen çaresiz kalır ve bazen de gülümseriz. Film ; komşumuz, arkadaşlarımız, ebeveynlerimiz ve hatta kendimizin Anthony veya Anne’nin durumunda olabileceği gerçeğini, yüzümüze bir tokat gibi çarpar.
Anthony filmin sonunda zihniyle yaptığı savaşı bırakır. Artık gardını indirmiş ve teslim olmuştur. Artık sona geldiğimizi anlarız. Catherine, Anthony’e “Çok güzel bir gün. Dışarısı güneşli. Hazır güneşliyken biz de gidelim. Bu şanstan yararlanalım. Çünkü hava bu kadar güzelken asla böyle uzun sürmez değil mi?” diyerek yaşamın güzel ancak bir gün sonu olduğunu bir kez daha hatırlatır.