Ferdinando Cito Filomarino’nun yönettiği ve John David Washington, Boyd Holbrook ve Alicia Vikander gibi oyuncuların yer aldığı Beckett adlı film; 1 saat 48 dakika sürmekte olan oldukça ilgi çekici bir kurguya sahip. Filmde; Yunanistan’a tatile gelen iki Amerikalı sevgilinin geçirdikleri bir araba kazası sonucunda trajik ve bir o kadar sansasyonel olaylarla karşılaşmasını konu alır.
Beckett ve sevgilisi Yunanistan’a tatile giden iki Amerikan vatandaşıdır. Kaldıkları otelin konumunu yapılacak olan siyasi bir mitingin yaratacağı gürültüye çok yakın olmasından dolayı beğenmeyerek, Yunanistan’da başka bir otelde konaklamak üzere yola çıkarlar. Yolculukta kız arkadaşı uyuduğu için kendisi de uyuklayan Beckett yoldan sapar ve kayaların arasından aşağı savrulan araba, bir evin duvarını delerek içine saplanır. Beckett’ın kız arkadaşı arabadan savrularak çoktan hayatını kaybetmiştir ancak o evde Beckett görmemesi gereken bir şeyi görmüştür. Filmin asıl gidişatı Beckett’ın Yunanistan’ın ünlü iş adamlarından birinin kaçırılan oğlunu, kaza yaptığı evde görmesi ile başlar.
Filmin baş karakteri Beckett’in kız arkadaşıyla kalacağı otele telefon açmaktan utanan bir adamken, içine düştüğü olaylar nedeniyle cesur bir savaşçıya dönüşmesini izlediğimizi söylememiz mümkün. Beckett, çocuğu gördüğü için Yunan polisleri ve mafya çetesi tarafından öldürülmek istenir. Azılı bir ölüm kalım savaşının içine düşen Beckett, insanların yardımıyla ABD konsolosluğunu arar ve belli bir konuma kadar bulunduğu tehlikeli yerden uzaklaşabilmeyi başarır. Fakat işin asıl ilginç yanı konsolosluğun o kadar masum olmadığını ilerleyen sahnelerde görmemizdir.
Beckett, kaza sonucunda arabasının saplandığı evde gördüğü çocuğun ilanını asan iki tane aktivist kadınla karşılaşır. Kadınlar, Beckett’a inanır ve onu konsolosluğun bulunduğu ve aynı zamanda siyasi mitingin yapılacağı Atina’ya götürmeyi kabul eder.
Beckett’in tüm bu yaşadıkları kafalarda “nasıl olur?” sorularını çağrıştırsa da, film izleyicisine hayatta her daim iyi şeylerin iyi insanların, kötü şeylerin de kötü insanların başına gelmeyeceğini öğretir gibidir adeta…
Beckett iyi bir insandır ve başına kötü şeyler gelmiştir. O utangaç insan gitmiş, yerine hem kız arkadaşının ölümünün travmasını atlatamamı,ş hem de kendi hayatına kasteden insanlarla ne yapacağına dair şoka uğrayan bir insan gelmiştir.
Beckett, bir şekilde Atina’ya ve konsolosluğa ulaştıktan sonra durumu oradaki yetkili kişiye anlatır. Başlangıçta bir sağ-sol tartışmasından dolayı lojistik firmasının sahibinin oğlunun kaçırıldığını sanan Beckett, sarpa saran olaylarla tam anlamıyla mafyalaşmanın içine düştüğünü anlar.
Artık kendi yaşamından çok kayıp çocuğun yaşamını önemsemeye ve tüm bu saçmalıkların içerisinde hayatta kalışına bir amaç bulmaya başlayan Beckett, kayıp çocuğu bulmak ve haklılığını kanıtlamak için önüne çıkan tüm yetkilileri alaşağı eder.
En sonunda kayıp çocuk bulunur ve Beckett, tüm bu yaşadığı absürtlüğün bir sebebi olacağına inanır gibi sevgilisinin ölmeden önce eline çizdiği kalbe bakar ve ruhunu hisseder.
Velhasıl, yanlışlıkla yapılan bir araba kazası kirli paraların, mafya siyasetinin ve itibar arzusunun sebep olduğu çekişmeden dolayı kaçırılan masum bir çocuğun hayatını kurtarmıştır. Beckett için başta her ne kadar anlamsız olsa da tüm bu yaşananların sonucunda her insanın içinde olan ‘savaş ve kaç’ dürtüsünü kendi içinde maksimum düzeyde keşfetmiş bir Beckett ile karşılaştığını söyleyebiliriz.
Ekonomik güç ve çarpık siyasi ilişkilerin de bir çocuğun masumiyetine kastedecek kadar ileri gidebileceğini basit bir insanın yaşamını bu denli değiştiren bir olay ile bir kez daha somutlaştıran filmin konu bakımından başarılı olduğunu da eklemek gerek.
Sonuç olarak her ne kadar Beckett karakterinin vücuduna bir sürü yumruk darbesi ve kurşun yemesine rağmen ölmemesini abartı olarak yorumlayabilsek de bu filmde, hayattaki en büyük olayların küçük bir kıvılcımdan çıktığını unutmamamız gerektiğini çok şeffaf bir şekilde bizlere anlatır.