Stanley Kubrick: Zamanı Büken Yönetmen

spot_img

Stanley Kubrick, yaşamı boyunca sanatını icra ederken, dönemin şartlarını sonuna kadar
kullanmış, hatta dönemin ilerisine de atım atabilmiştir. Yönetmen, kırk sekiz yıllık meslek
hayatında üçü kısa olmak üzere toplam 16 film çekmiştir. Bu 13 film, sinematografik
özellikleriyle sinema tarihinin en kült filmleri arasında yer almaktadır. Kubrick’in her
filminde görülen detaylı işçilik, verilen mesajlar, harcanan emek ve yaratım gücü onun
sinemaya yön veren yönetmenlerden biri olmasında şüphesiz büyük rol oynar.

Kubrick’in ilgi alanı çok geniş bir yelpazeye yayılmaktadır, ayrıca bakış açısı diğer filmlerden ayrılacak kadar derinlikli ve özgündür. Görsellik, renk kullanımı, görüntü yönetimi, kurgusu, ses tasarımı ve kullandığı müzikler ile her seferinde kendi yenileyen Kubrick, birbirinden tamamen farklı filmler çekebilir ve kendini tekrar etmezdi. Kubrick,günümüz Hollywood yönetmenleri arasında malzemesiyle en iç içe olan yönetmendir. Hatta onunla röportaj yapan gazeteciler, Kubrick’in Hollywood’un Orson Welles’den bu yana gördüğü, hayal gücünü kameraya yansıtma konusundaki en başarılı yönetmen olacağını söylüyorlardı. Stanley Kubrick’i ana akım ve Hollywood sinemasından farklı kılan sektörün acımasız getirilerine karşı ürettiği eşsiz eserlerdir. Hollywood yönetmenleri, yeni ufuklar açacak yapıtlar ortaya koymak yerine seri üretimden çıkmış filmler ortaya koymaktadır.

Kubrick ise bağımsız yönetmenin büyük stüdyolardan uzak duran yönetmen olduğunu düşünür. Bütün filmlerinde senaryonun ya baş yazarı ya da tek yazarıdır. Filme çektiği malzemesinin ana kurgusunu ya kendisi yapıyor ya da kurguyu kendisi yönetiyordur. Bu yüzden, filmlerinin taşıdığı o güçlü bütünlük ve samimiyet duygusu hiç şaşırtıcı değil. Kubrick çektiği filmlerin her aşamasını denetlemiştir, bu yüzden de çok az yönetmenin sahip olduğu bağımsızlık konumuna sahip olmuştur. Tüm filmlerde ana kurguyu bizzat kendisi yapmıştır. Bu yüzden de filmlerindeki bütünlük ve özlük onun samimiyet duygusunu yansıtan önemli öğelerdir. Kubrick film yapım aşamasında hiçbir şeye güvenmemiş, bu yüzden de filmi titizlikle planlamıştır. Onun bu çabası filmlerindeki başarıyı getirmiştir, bu da büyük stüdyoların kendisine özgürlük imkanı vermesini sağlamıştır. (Philips; 2009; s.171, 174, 175)

Az filmle çok tartışmalı bir yönetmen haline gelen Kubrick, sansasyonel filmleriyle diğer yönetmenlere göre daha fazla yoruma yol açmıştır. Filmleri acımasız, tehlikeli, sapkın, şiddet dolu olarak tanımlanmıştır. Çeşitli konularıyla dikkat çeken Kubrick, bilim kurgu filmi çektiği gibi erotik-psikolojik filmleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Kubrick’in bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi, özel bir konuya takılmak gibi bir özelliğe sahip değildi; zamanın politik, psikolojik ya da cinselliğe dair modern hikâyelerini özgün bir şekilde sunmak onun temel problemiydi. İlgi alanının bu kadar geniş olması, onun da söylediği gibi film yapımındaki en zor aşamadır, ancak özgün eserleri bu şekilde ortaya çıkmaktaydı. (Nelson; 1982; s.4)

Kubrick çok az yönetmende olan yeteneğe sahipti. Filme alınmaya değer her hikâyeyi sinema sanatıyla buluşturabiliyordu. Bunu sahip olduğu, senaryoyu fotoğrafik imgeleme yeteneği sayesinde yapabiliyordu. Birçok yerde fotoğrafçılığı için amatör ibaresi ifade edilmiş olsa da, onun kamera ve fotoğraf makinesi ile “ışık, açı ve perspektif ” kavramlarındaki ustalığı yadsınamaz. Filmlerine yerleştirdiği fotoğraf kareleri ile adeta vurgu yapar. Böylece devam etmekte olan zamanı katmanlaştırmış olan Kubrick, günümüzde bile örnek alınan ve saygı duyulan önemli yönetmen olmayı başarmıştır.

Zafer Yolları (1957)

Film, Humprey Cobb’un Paths of Glory adlı romanından 1957 yılında uyarlanan siyah beyaz bir Stanley Kubrick savaş filmidir. Savaşın mantığını ve eşitsizliğini ön plana çıkaran yapıt, gerçekçi anlatımı sayesinde yayınlandığı dönemde çeşitli ülkelerde sansürlenmesiyle Kubrick’in “yasaklı hazinesi”ne girmeye hak kazanmıştır. Fransa ve Almanya arasındaki savaş temelinde ilerleyen filmde, askeri düzendeki mantıksızlık ve içler acısı bozukluk işleniyor. Filmde Fransız ordusundaki sınıf farklılığına vurgu yapan sahneler dikkat çekicidir. Siperde top atışlarının altında ölümle burun buruna olan askerler ile menüsü zengin sofraların etrafında danslı eğlencelerde görülen ve terfi için aralarında yarışan subaylar arasındaki karşıtlıkla bu ironi yansıtılır. Kubrick, bu film ile savaşın insanlık dışı dilini acımasızca gözler önüne seriyor. Filmde konuyu dramatik yönüyle ele alsa da, askerlerin emre itaatsizlik ederek siperden çıkmamaları evrensel normlara göre kabul edilemeyecek, yanlış bir tutumdur. Mükemmeliyetçiliğiyle bilinen Stanley Kubrick, üç mahkumun son yemek sahnesini 68 kez çekmiş ve her tekrarda yeni bir ördek kızarttırmıştır. Ayrıca Kubrick, filmde Alman şarkıcı olarak küçük bir rolde görünen Christiane Susanne Harlan ile çekimler sırasında tanışmış ve onunla evlenmiştir. Christiane Kubrick filmde dikkate değer tek kadın oyuncudur. Stanley Kubrick, 88 dakikalık filmiyle beyaz perdenin şimdiye kadar gördüğü en etkileyici savaş karşıtı filmine imza atmıştır. Daha sonra aynı temayı takip eden çok sayıda film çekilmiştir fakat hiçbiri insanın iç dünyasına bu denli gözler önüne serememiştir.

Lolita (1962)

Yönetmen Stanley Kubrick, otuzlu yaşlarının sonlarında 12 yaşındaki bir kızla yasadışı bir ilişkiye başlayan Avrupalı bir entelektüel hakkında, Humbert Humbert’in bakış açısından, birinci ağızdan anlatılan tartışmalı 1958 tarihli Vladimir Nabokov romanı Lolita’yı çekmeye karar verdi. Stanley Kubrick tarafından beyazperdeye uyarlanan film, gösterime girdiği dönemde en az romanı kadar ses getirmiş ve sansüre uğramıştır. Senaryosunu her ne kadar Vladimir Nabakov yazsa da Kubrick’in müdahaleleriyle film, romanından ayrılmış, başka bir yapıt haline gelmiştir. Bu filmle ilgili muhteşem olan şey, Kubrick’in filme yaklaşma şeklidir. Gösterişli kamera hareketlerini ve tekniklerini bu filmin dışında bırakan Kubrick, bunun yerine standart bir tarzda filmi ele almıştır. Film, imalarla dolu diyaloğa odaklanabilmeniz için, şatafatsız veya koşulsuz tipik bir 1950’lerin filmine benziyor. Kubrick’in filmi geleneksel tarzda çekmesi aslında hepimize yaptığı bir şaka olabilir. Normallik maskesinin altında bilmediğimiz ve bilmek istemediğimiz şeylere öfkelendiğini anlamamızı istiyor.

2001: Bir Uzay Yolculuğu (1968)

Kubrick tarafından 1968 yılında Arthur C. Clarke’ın kısa öyküsünden esinlenilerek yönetilen ünlü bilim kurgu filmidir. Sıra dışı bir uzay macerasını anlatan film dört ana başlıktan oluşur: İnsanlığın Şafağı, Ay Yolculuğu, Jüpiter’e Yolculuk ve Jüpiter Sonrası. Film, o güne değin bir tür olan bilim kurguya; evrim, tanrı, dinler, teknoloji, makine-insan ilişkileri vb. gibi konuları tartışması nedeniyle felsefik bir derinlik getirir ve yeni bir boyut kazandırır. Filmin finali ile ilgili tartışmalar 50 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Filmdeki ay sahneleri ise inanılmaz derecede gerçekçidir, ki o zamanlar insanoğlu aya bile daha ayak basmamıştı! Film, kesinlikle bir yolculuktur. Bizi ilk gelişmiş maymunlardan uzayın en uzak noktalarına kadar insan evriminin tüm sürecinin ötesine götürür.“2001: Bir Uzay Yolculuğu” birçok açıdan sessiz bir film. Diyalogların çoğu, içeriğe fazla bakmadan yalnızca insanların birbirleriyle konuştuğunu göstermek için var (bu, uzay istasyonundaki konferans için geçerlidir), Filmin açık mekanları ise çok detaylı bir şekilde özenlidir. Bir diğer husus filmin müzikleri olacaktır. Enstrumental müzik tercih eden Kubrick, filmin ilk açılış sahnesi ile etkileyici bir giriş yakalar. Film bir tutulma sahnesiyle başlıyor. Fondaki müzik ise manidar: Richard Strauss’un “Also Sprach Zarathustra” adlı senfonisi; bildiğimiz adıyla “Böyle Buyurdu Zerdüşt”. Nietzsche mevzusu biraz daha netleşmiş olsa gerek zira Kubrick’in müzikleri tesadüf eseri seçmeyeceği bilinen bir gerçek. Tematik olarak film; insan evrimi, teknoloji, yapay zeka, ve dünya dışı yaşamın unsurlarını ele alıyor. Bilimsel doğruluğu, öncü özel efektleri, belirsiz görüntüleri, geleneksel anlatı teknikleri yerine sesi ve minimum diyalog kullanımı ile dikkat çekiyor. Başlangıçta hem eleştirmenlerinden hem de izleyicilerden karışık tepkiler almasına rağmen, bugün 2001; eleştirmenler, film yapımcıları ve izleyiciler tarafından neredeyse evrensel olarak şimdiye kadar yapılmış en büyük ve en etkili filmlerden biri olarak kabul ediliyor.

Otomotik Portakal (1971) 

Film, Antony Burgers tarafından yazılmış olan kitapla aynı isme sahip 1971 yapımı bir Amerikan filmidir. Otomatik Portakal Filmi modern denilen dünyada ortaya çıkan suç, ceza ve topluma yeniden kazandırma metotları üzerinde durmuştur. Film, şiddetin halk üzerindeki boğazını sıkmaya başladığı bir toplumun ürkütücü bir resmini sunuyor. Kalıcı şiddetle mücadele etmek için güçlü bir polis ve otoriter devlet varlığı varken, holiganlar kanun ve düzeni acımasızca tehdit ettiği için toplum tam bir kaosun eşiğinde. Tüm bu kavramlar filmin baş kahramanı Alex üzerinden seyirciye yansıtılmıştır. Alex ve çete arkadaşları suçun vücut bulmuş halidir. Toplumda var olan düzene uyum sağlamak yerine bu düzeni yok etmek istemektedirler. Otamatik Portakal, klasik müzik şöleni ile doludur. Alex, bir Beethoven hayranıdır. Alex, Beethoven’in gözlerine baktığı zaman şiddeti görmektedir. Özellikle Kubrick’in 9. Senfoniyi seçmesi, bu klasik müzikle şiddeti birleştirmesi, gerçek anlamda baş döndürücüdür. Otomatik Portakal‘ın mesajı evrenseldir ve ne keyifli ne de rahat bir yolculuktur. Birçok filmin tersine düşünmeyi teşvik eder, dikkat etmeye mecbur bırakır ve gözünüzü kaçırmanıza engel olur.

Barry Lyndon ( 1975)

Bir on sekizinci İrlanda centilmeninin hikayesi olan Barry Lyndon, on dokuzuncu yüzyılın büyük yazarlarından William Makepeace Thackeray’ın ilk romanıdır. Kubrick bu film ile Thackeray’nin dikkatinden kaçan özellikleri gözler önüne seriyor, elindeki malzemeyi olgun bir ustalıkla işliyor. Kubrick, bu filmde birbiri ardına büyüleyici görüntüler sıralamıştır. Kubrick’in kamera, ışık ve kompoziyon konusundaki ustalığı olmasa eserin yapısı tek başına işe yaramayabilirdi; eğer yönetmen o zorlayıcı etkileyiciliği biriktirmesine yetecek kadar geniş bir anlatım tarzı geliştirmesiydi görüntüler bu kadar güçlü olamayabilirdi (Philips; 2009; s.202) Barry Lyndon, tasarım olarak son derece sade. Filmin ilk yarısı on sekizinci yüzyıl tavırlarıyla ahlak değerlerini yansıtan belgesel film gibi.

İlk aşk, ilk düello, ilk karmaşıklıklar, ilk askeri çatışma… Kubrick teknik olarak Zeiss marka olağanüstü hızlı 50 mm stil mercekleri sinema kamerasına uydurmuş. Bu da gece iç mekan çekimlerini on sekizinci yüzyıl insanlarının kullandığı ışığı kullanarak çekmesine imkan sağlamış. Kimi sahneler tek mumla aydınlatılmış.

Cinnet (1980)

The Shining (1980) perdelere çıktığı an, çok büyük yankı uyandırmış ve yönetmenin günümüzde en popüler filmi olmayı başarmıştır. Jack Nicholson’ nın devleşen oyunculuğu ile birlikte çok iyi bir dram ve korku filmi olan The Shining, kamera açısı, müziği ve mekanı mükemmeliyetçi tutumla seçilmiştir. Klasikleşen korku filmleri kalıbından çıkmayı başaran The Shining, durağan anlar, sabit açılar ile gerilimi sağlar. Ayrıntı ve mükemmeliyetçi olan Kubrick, göndermeleri ile bu filmi de ağ gibi sarmıştır. “Küçük domuz beni içeriye al, yoksa üfleyip evini başına yıkacağım” demesi Üç Küçük Domuzcuk hikayesine vurgu yapmaktadır. Filmin son sahnesi ise otelin bahçesi olan bir labirenttir. Bu yer, Kubrick tarafından bilerek seçilmekte ve kaçış yolunun bilinmemesi ve çıkmazlık endişesi ile gerilim sağlanmak istenir. Kubrick, filmlerine yerleştirdiği fotoğraf kareleri ile vurgu yapar. Böylece devam etmekte olan zamanı katmanlaştırmış olan Kubrick, günümüzde bile örnek alınan ve saygı duyulan önemli yönetmen olmayı başarmıştır.

Full Metal Jacket (1987)

“Savaş yanlısı veya savaş karşıtı değil. Her şey böyle,” dedi Stanley Kubrick, Gustav Hasford’un romanı The Short-Timers’ın 1987 uyarlaması Full MetalJacket için. Full Metal Jacket, savaşa katılmayanları, savaşın hem gerçekleri hem ironileri, hem de Amerikan yönetiminin savaşı askerlere ve yurttaşlara nasıl pazarladığıyla yüz yüze getiriyor. Filmde en bol kullanılan, en çok dikkat çeken araçlar, silahlar. Fakat önemli olan bu silahların nasıl kullanıldığı. “Evet” dedi Kubrick, “Talim çavuşunun askere alınanlara söylediği gibi: “Silahınız sadece bir araçtır. Öldüren kalptir.” Kubrick bu filmde, savaşın aksiyonundan ziyade, bireyler ve dolayısıyla toplum üzerindeki etkileriyle ilgilenir. Bunu yaparken ortaya çıkardığı yıkıcı anlatı öylesine güçlüdür ki, savaşın etkisi seyirci tarafında da sonuna kadar hissedilir.

Gözleri Tamamen Kapalı (1999)

Stanley Kubrick’in unutulmaz filmleri arasında yer alan ve erotizm, gerilim, gizem üçgeni içerisinde izleyicisini hapseden son filmi Eyes Wide Shut izleyiciyi deneyimlemediği arzuları ve hisleri deneyimlemesi için yaratılmış olan bir baş yapıttır. Kubrick, gösterime girdiğine şahit olamadığı bu filminde, bir karı kocanın cinsel hayatı üzerinden var oluş bunalımlarını ve gizli bir tarikatın varlığını beyaz perdeye aktarmıştır. Bu filmden hemen sonra gizemli bir şekilde hayatını kaybeden usta yönetmenin filmdeki tarikatın gerçek dünyadaki üyeleri tarafından öldürüldüğü düşünülüyor. Bir edebiyat uyarlaması olan film, Kubrick’in eşsiz titizliği ve mükemmeliyetçi tutumu ile çekimi aylarca sürmüştür. Viyanalı romancı Arthur Schnitzler’in 1926 yılında yazdığı bir hikayeyi Manhattan’da yeniden canlandıran bu filmde Nicole Kidman ve Tom Cruise başrolleri paylaşmıştır. 1999 yılı yapımı Eyes Wide Shut, Stanley Kubrick’in son filmidir. Filmin son sahnesinde de Bill ve Alice tüm erotik dürtülerini gün yüzüne çıkarmış ve gerilim dolu bir maceranın içerisinden geçerek evliliğin ve seksin sorgulamasının içinden çıkmışlardır. Nicole Kidman tarafından canlandırılan Alice’in söylediği ‘fuck’ kelimesi filmin son cümlesidir. Aynı zamanda da Kubrick’in ömrünün son filmi olan Eyes Wide Shut’ın son cümlesi olduğu için Kubrick’in sinematografisinin de son cümlesidir. Usta yönetmen sinemaya ‘fuck’ kelimesi ile veda etmiştir. Amerikalı yönetmen, senarist ve yapımcı Stanley Kubrick, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekli ve sıra dışı isimlerinden biri olarak bilinir. Estetik kusursuzluğu elde edebilmek için denediği farklı tekniklerle dünya çapında sinemayı etkilemiştir. Yönetmenin filmlerinde mükemmeliyetçi bir atmosferin yanı sıra yoğun sembolizm görülür. Kubrick’in filmleri ahlaki ve toplumsal sorunların kaygılarıyla karakterize ediliyor ve hâlâ eşi bulunmayan mükemmel bir teknik sanatkarlık taşıyor.

 

 

 

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.