Bir Başkası Olmak Nasıldır?: Rugül Serbest’le Sanat Dolu Bir Söyleşi

spot_img

Duygu yüklü ve yalın resimleriyle izleyiciye huzur veren, durgun renkleri eserlerinde bambaşka bir biçimde deneyimlememize olanak tanıyan Ressam Rugül Serbest ile sizler için sanattan söz ettiğimiz dopdolu bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar!

Öncelikle, sanatla ilgilenenler olarak yaptığınız işlerle son zamanlarda ismini sık sık duymaktayız ve işlerinizi takip ediyoruz ancak sizi tanımayanlar için; bize biraz kendinden bahseder misin? Kimdir Rugül Serbest?

Ben İzmir doğumluyum, 9 Eylül Üniversitesi’nden 2012 yılında mezun oldum. 2015 yılında da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde yüksek lisansı kazandım ve İstanbul’a taşındım. İki yıl önce de yüksek lisansımı tamamladım ve yaklaşık 6 yıldır İstanbul’da yaşıyor ve buradaki atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum.

Biliyoruz ki sanat alanında genç isimler geçmişten beri çok konuşulmaz, öne çıkarılmazdı ancak günümüzde bu durum biraz değişmeye başladı sanki, elbette sosyal mecraların da bu anlamda etkisi büyük. Siz de genç yaşta isminizi geniş kitlelere duyurmuş bir sanatçısınız, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz; genç sanatçılar geçmişle kıyaslandığında artık daha çok ön planda mı sizce? Bu durumun güncel sanata etkisi nasıl?

Bence kesinlikle sosyal medyanın bunda etkisi çok büyük, çok fazla mecra var kendinizi gösterebileceğiniz ama bu durumun olumlu yönleri olsa da eskiye göre rekabet ortamının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Ama tabi, gençleri destekleyen projeler ve yarışmalar eskiye oranla daha çok arttı ve bu da gençler açısından bence çok önemli bir şey.

Yaklaşık iki yıldır dünyada ve ülkemizde süregelen bir “pandemi” sürecinden geçtik. Bu noktada, pandemiden en çok etkilenen kesimlerden biri de sanatçılar oldu biliyoruz ki. Pandemi hem seni hem de sanatını nasıl etkiledi?

Tabi ki herkes gibi pandemi beni de etkiledi. Yaşamdaki bu belirsizlik, bitmeyen bir salgın hastalık psikolojimi etkiledi haliyle ama farklı uğraşlarla bu durumu atlatmaya çalıştım ben de herkes gibi. Ama pandemi süreci benim sanatımı çok da etkilemedi, daha önce nasıl çalışıyorsam öyle çalışmaya devam ettim. Çünkü hayat her zaman zor, yani farkında olanlar için daha da zor bence, önemli olan bu zorlukların arasında bizim ne yapabildiğimiz diye düşünüyorum.

Biraz da eserlerinizden, sanatınızdan konuşalım dilersen. Tablolarında genellikle kendi bedenini ve kedilerini resmediyorsun, bazen doğa içindeki bir kadını.. Ben instagram hesabını da takip ediyorum, otoportrelerin sanatında önemli bir yer tutuyor oradan gözlemleyebildiğim kadarıyla. Şöyle bir dönüp baktığında, yaptığın işler hakkında ne söylemek istersin ya da ne hissediyorsun? Yani bu anlamda sizi en çok gururlandıran şey nedir?

Evet, resimlerimde kendi yüzümü ve bedenimi biçim olarak kullanıyorum. Kendimi resmederken, “Bir başkası olmak nasıldır?” sorusunu soruyorum kendime. Ve kendime dışarıdan bir gözle, objektif bir şekilde bakmaya çalışıyorum, bir başkasıymış gibi yaklaşıyorum. Aynı zamanda bir başkasına da sanki kendimmiş gibi yaklaşmaya çalışıyorum, bu süreç sanırım empati yeteneğimi de arttırdı diyebilirim.

Mesela merak ettiğim şeylerden biri de şu; insanın kendini resmetmesi, kendine dıştan bir bakış olmanın yanında, beraberinde özeleştiriyi de gerektirecek bir durum aslında. Otoportrelerinde de farklı mekanlarda ve farklı duygular içerisinde görmekteyiz Rugül’ü. İnsanın kendini farklı duygu durumları içinde resmetmesi zor bir şey midir yoksa bu size üretmek için yardımcı olan bir şey mi?

Yaşadığım olayların bende yarattığı duygu durumlarını yansıtmaya çalışıyorum ve bunu da kendi bedenim üzerinden aktarmaya çalışıyorum. Bu, çok yoğun bir duygu sürecini gerektiriyor ve haliyle bazen yorucu oluyor ama resim yapmamın amacı zaten bu. Yapamamazlık edemiyorum. Resim yapmak benim için bir iç zorunluluk gibi bir şey, duygudan duyguya sürükleniyorum. Bu süreç biraz sancılı olsa da garip bir haz duyuyorum bundan.

O halde bize bir eserinin yaratım sürecini betimleyebilir misin? Rugül, bir tabloya başlarken nasıl bir süreçten geçer? Her şey spontane bir şekilde mi gerçekleşir yoksa bunun belli bir akışı var mıdır?

Tabi ki ilk önce zihnimde tasarlıyorum yapacağım resmi. Bir resme başlamak benim için çok heyecan verici bir süreç ve aslında en sevdiğim kısmı da bu; başlangıç noktası. Çünkü her zaman biterken, neden bilmiyorum, resimden biraz uzaklaşıyorum. Sanırım bu da resmin bittiğinin ve artık benden çıkması gerektiğinin bir sinyali. İlk önce tabii ki kafamda tasarlıyorum ancak her zaman yaptığım resim bana da sürpriz oluyor çünkü o resmi yaparkenki süreçte, resim bazen kendini yönlendiriyor, resim beni de yönlendiriyor aslında ve ben de buna izin veriyorum.

Resimlerinde genellikle belirli tonları, soft ve durgun renkleri kullanıyorsun, canlı renklere ve karmaşık nesnelere pek rastlamıyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı yoksa tamamen içten gelen ya da akıştayken olan bir şey mi?

Tekniğim ve renk seçimim zaman içinde gelişti diyebilirim. Yani, bilinçle yapılan bir şey değil, süreç içinde bu şekilde bir tekniğim ortaya çıktı. Çizgiye ve sürece dayalı bir tekniğim var, her yaptığım aşamayı izleyici fark edebilsin istiyorum. Her bir fırça vuruşu, her bir boya lekesi bir diğerini örtmemeli diye düşünüyorum. Renkler de aynı şekilde birbirinin önüne geçmemeli. Sessiz, sakin, dingin resimler bana hitap ediyor. Aşırı olan her şey beni itiyor.

Resimlerinde daha çok günlük hayatın içinden gibi görünen, yalın ancak oldukça güçlü duygular barındıran otoportreler sunuyorsun bizlere. Ben eserlerini Frida Kahlo’nun eserlerine benzetiyorum. Yani, benzetmek değil, belki resimlerin ve verdiği duygular bana onunkileri anımsatıyor demek daha doğru olur. Hiç, “şöyle bir yorum almıştım ve bana ‘ilginç’ gelmişti” diyebileceğin olumlu/olumsuz bir eleştiri aldın mı sanatınla ilgili?

Hepimiz bu hayatta benzer şeyler yaşıyoruz ve dolayısıyla benzer duygular da yaşayabiliyoruz. Hiç tanımadığımız hiç görmediğimiz bir insanla aynı şeyleri yaşayıp farkında olmadan birbirine benzeyen şeyler üretebiliyoruz. Bence sanatın güzel yanlarından biri de bu. Bence bu, hem kolektif bilince bir örnek olmanın yanında kolektif bilincin en güzel örnek de bence sanat. Ve bana göre, (kolektif bilince göre de) biz birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız, tüm insanlar olarak.

Eserleriniz yurtdışında da birtakım sergilerde yer aldı. Orada işlerinize, sanatınıza ilgi nasıldı? Türkiye ile karşılaştıracak olduğunda farklı veya benzer tarafları var mıydı dikkatini çeken?

Gayet güzel tepkiler aldım, Floransa’da. Bir sürü ülkeden insanla tanışma fırsatım oldu ve çok çok güzel yorumlar aldım. Aslında kendimi orada görmek, kendi sanatıma da uzaktan bakmamı sağladı diyebilirim. Güney Kore’de de benzer duygular yaşadım hatta oradayken öğrendiğime göre, Koreliler genelde doğa resimlerini daha çok seviyorlarmış. İnsan figürü olan resimleri çok sevmemelerine rağmen benim resimlerime çok yoğun bir ilgi vardı, bunu öğrendikten sonra bu durum beni daha fazla mutlu etti.

Resim sanatına teknolojinin de dahil olmasıyla beraber ortaya çok farklı işlerin çıktığı bir dönemden geçiyoruz şu günlerde. Belki bunu Çağdaş Sanat olarak belki Dijital Sanat ya da başka şekilde adlandırabiliriz. Sizin eserlerinize baktığımızda daha çok o arayıp da bulamadığımız ya da bakarken “keşke yine böyle resimler yapılsa” diye iç geçirdiğimiz, klasik dönem resimlerine benzer işlerinizin olduğunu söyleyebiliriz. Bu özellikle yaptığınız bir şey mi? Yani güncel sanata bir başkaldırı ya da bir eleştiri mi?

“Gelenek, devrimcidir” diyor Balthus. Yani, yeni bir şey söylemek için geleneksel bir yol da izleyebilirsiniz, belki de onu çok başka yerlere taşıyacaksınız böylelikle, bilemezsiniz. Benim için sanatta en önemli olan şey, duygudur. Duygusu olan işler her zaman ilgimi çekmiştir. Hangi teknikle yapıldığı önemli değil bence, bu dijital bir iş de olabilir kavramsal da olabilir, klasik bir yağlı boya da olabilir. Yeter ki samimi ve doğal olsun. Ben kendimi en iyi bu şekilde ifade edebildiğimi düşündüğüm için, bu yolu seçtim. Ama zaman beni nasıl yönlendirir bilemiyorum, yani bunu şimdiden düşünmek istemiyorum. İçimden nasıl gelirse o şekilde yapmayı seviyorum, hiçbir zaman planlı değilim.

İnstagram hesabınızda yaptığınız resimleri paylaşırken, postlarda, kendinizin de dahil olduğu bir estetik ve görsel uyum, size ait bir aura var gibi. Aynı şekilde bazen kısa-videolar şeklinde de paylaşım yapıyorsunuz ve bunların da yine sana ve sanatına dair küçük ayrıntılar barındırdığını düşünüyorum. Gerçekten de öyle mi?

Evet, üretim aşamamı paylaşmayı seviyorum çünkü resimlerimin kaynağı, hayatın ta kendisi. Hayattan ve insanlardan aldıklarımı onlarla paylaşmak beni mutlu ediyor. Emek kadar paylaşmanın da kutsallığına inanıyorum çünkü.

Geçtiğimiz aylarda, Aziz Alaca yönetmenliğindeki kısa metrajlı, “Göl Kenarı” adlı filmde oynadınız. Bildiğim kadarıyla film, 58. Altın Portakal Kısa Metraj Film Yarışması’na seçildi, tebrik ederiz. Bize biraz filmden, hissettiklerinizden ve karakteriniz Leyla’dan bahsedebilir misiniz? Bir filmde oynamanın size ve ayrıca sanatınıza etkisi oldu mu?

Film teklifi geldiğinde çok düşünmeden kabul ettim. Farklı deneyimler her zaman ilgimi çekmiştir. Film, evlilik dışı hamile kalan ve bunu sevgilisiyle nasıl konuşacağını düşünen bir kadının bir gününü anlatıyor. Ben de bir hafta boyunca Leyla oldum ve onu kendi bedenimde yaşatmaya çalıştım, kelimelerle anlatamayacağım bir deneyimdi benim için. Ben resimlerimde bir başkası olmak nasıldır sorusunu sorarken bunu bir filmle de deneyimleme şansı elde ettim ve bu da çok güzel bir tecrübeydi benim için. Resmin dışında da bunu yaşamak çok keyifliydi ve resimlerime de kesinlikle katkısı olduğunu düşünüyorum.

O halde, Söylenti Dergi okurları için Rugül Serbest’in en sevdiği ressam/ressamları, en sevdiği filmi, en sevdiği kitabı ve son dönemde en çok etkilendiği diziyi sorsam?

Sevdiğim bir çok sanatçı var ve tek tek isim vermek gerçekten çok zor. Ama sevdiğim bir sanat dönemini çok rahatlıkla söyleyebilirim; rönesans dönemini ve o dönemin sanatçılarını çok seviyorum, kendimi onlara yakın hissediyorum. Bu döneme dair illa bir isim vermem gerekirse de Frangelico ve Botticelli diyebilirim, en etkilendiklerim onlar.

En sevdiğim film olarak da Theo Angelopoulos‘un Eternity and the Day’ini söyleyebilirim, en sevdiğim kitabı söylemekse gerçekten çok zor çünkü sevdiğim çok fazla kitap var. Ama benim sanatımı etkileyen bir kitap söyleyebilirim, Bilgesu Erenus’un Kazı isimli kitabı. Son dönemde etkilendiğim diziyse, Netflix’te izlediğim Gözlerinin Ardında (Behind Her Eyes) dizisiydi, uzun süre etkisinden çıkamamıştım.

Sizin için “sanatımın doruk noktası” diyebileceğiniz bir nokta var mıdır?

Aslında yoktur, çünkü hep bir adım sonrası vardır. En azından benim için öyle, hiçbir zaman yaptığımı yeterli görmüyorum, hep daha iyisi olabileceğini düşünüyorum ve daha iyisi olacağını da biliyorum. Bunun için kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyor ve son olarak şunu sormak istiyoruz: bundan sonraki hayatınıza, sanatınıza dair planlarınız neler?

Aralık ayının 27’sinde, yani 27 Kasım 2021’de, Mixer Galeri’de kişisel sergimi açıyorum; pandemiden dolayı sürekli ertelediğim sergimi nihayet açabiliyorum. Aslında erteledikçe de fikir olarak gelişen bir sergi oldu, o yüzden bu durumdan memnunum. Şimdilik sergime hazırlanıyorum ve çok heyecanlıyım izleyiciyle buluşabileceğim için. 

Sanatçı Rugül Serbest’in Kendimin Ormanında adlı kişisel sergisini, 8 Ocak tarihine kadar Mixer Galeri’de ziyaret edebilirsiniz.

Sanatla Kalın!

spot_img
Esra Şahin
Esra Şahin
i am a thinker, not a talker.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.