“İnsan haklarının özü haklara sahip olma hakkıdır.”
Hannah Arendt
60’lı yıllar; müzikte devrim yaratan “Elvis Presley” ve “Beatles”‘ın, gençlik hareketlerinin, uzay yarışlarının, John. F. Kennedy suikasti‘nin, Vietnam Savaşı’nın, siyasi ve kültürel temalı protestoların dönemi olarak hatırlanır. Bu dönem; özellikle “Martin Luther King” gibi ırkçılık karşıtı isimlerin önemli bir yere sahip olduğu, sosyal adalet ve eşitlik fikirlerinin ağırlık kazandığı, ikinci dalga feminizm gibi akımların yayıldığı, Fransa’da ve Türkiye’de de gençlik gruplarının oluştuğu ve anti-emperyalist söylemlerin yoğunlukta olduğu dönemdir. Ulusal boyutu arkasında bırakıp küresel olarak etki yaratan gençlik hareketleri ve demokrasinin farklı tezahürlerinin hüküm sürdüğü, günümüze kadar etkileri devam eden bu yıllar siyasi ve kültürel olarak oldukça dinamik bir yapıdaydı. Dünyanın bu hali, sinema sektörünü de etkilemiş ve dönemin ruhunun yansıtıldığı filmler ortaya çıkarmıştır.
Bu minvalde, “The Trial of the Chicago 7” filmi, 1968 yılında Demokratik Parti Ulusal Kongresi’nin düzenleneceği Chicago’da, savaş karşıtı çeşitli siyasi ve kültürel grupların bir protesto yapmak amacıyla bir araya gelmesi sonucunda birbirini izleyen olaylar silsilesinden oluşmaktadır. Lineer bir şekilde ilerlemek yerine, bir mahkemede sanıkların ifadeleriyle geriye dönük bir kronoloji izlenerek olaylar sahnelenmiştir. “Eddie Redmayne”‘i Tom Hayden, “Jeremy Strong”‘u Jerry Rubin, “Sacha Baron Cohen”‘i Abbie Hoffman, “Yahya Abdul-Mateen“‘i Bobby Seale, ve “Mark Rylance”‘i William Kunstler rolünde gördüğümüz bu film, ABD’nin o dönemki siyasi ve kültürel tutumuna bir ışık tutmaktadır. 1968 yılında, savaş karşıtı çeşitli grupların, Chicago’da düzenlenecek olan “Demokratik Parti Ulusal Kongresi” süresince yapmayı planladıkları barışçıl protestolar ile bu protestolara polis tarafından izin verilmemesinin oluşturduğu kaotik ortam, Amerika’nın tarihi bir gerçekliğine evrilmiştir. Amerika’da bu dönem, “Hippi” akımının doğması ve özellikle “Vietnam Savaşı” karşıtı protestolarla ünlenmiştir. Tüm bilgiler ışığında sizler için “The Trial of the Chicago 7” filmini inceledik.
Yazının bu kısmından sonra spoiler oluşturabilecek bilgilere yer verilecektir.
The Trial of the Chicago 7 hakkında…
“Bir Kaç İyi Adam“- A Few Good Men, “Sosyal Ağ“-A Social Network, “Kazanma Sanatı”– Moneyball gibi filmlerin, Oscar ödüllü ünlü senaristi “Aaron Sorkin” , tarihi bir gerçekliği olan olayların anlatıldığı filmlere bir yenisini, Eylül 2020’de vizyona giren “The Tial of the Chicago 7” adlı filmiyle eklemiştir. “Aoron Sorkin”‘nin yönetmeliğini ve senaristliğini yaptığı bu film, Covid salgını nedeniyle “Netflix”‘e satılmış ve “Netflix”‘in kaliteli yapımları arasında yerini almıştır. Birçok ödül adaylığı bulunan film, 78. Altın Küre Ödüllerinde “En İyi Senaryo Ödülü“‘nün ve 27. Screen Actors Guild Ödülleri’nde “En İyi Oyuncu Kadrosu Ödülü“‘nün sahibi olmuştur. Film; “Bülbülü Öldürmek”-To Kill a Mockingbird, “12 Kızgın Adam“- 12 Angry Men, “Philadelphia“, “Birkaç İyi Adam“- A Few Good Men, “Bir Katilin Anatomisi“-Anatomy of a Murder, “JFK“, “Nuremberg Mahkemesi“-Judgement of Nuremberg gibi olayların mahkemede geçtiği kült sayılan filmler arasına dahil olabilecek bir havaya sahiptir.
1968’in Amerika’sında yaşanan ırkçı davranışların ve eşitlik barındırmayan görüntülerin paylaşılması, “Vietnam Savaşı” ve savaşın yarattığı zaiyat hakkındaki dair bilgilerin izleyiciye sunulması, “Chicago Yedilisi'”nin nasıl bir ortamda yargılandığına dair fikri bizlere filmin henüz başındayken vermektedir. Sanık koltuğuna oturanların “Uluslararası Gençlik Partisi”, “Demokratik Toplum İçin Öğrenciler” ve “Black Panther” olarak ayrıldığını görüyoruz. Filmde bu gruplar farklı ideolojik temelden gelseler de hükümet tarafından radikal solcu olarak adlandırılıyor ve toplumun kusması gereken bireyler olarak lanse ediliyor. Filmde de belirtildiği gibi farklı gruplara ait olan ve ideoloji noktasında birbirinden ayrılan bu kişiler eşitlik, sosyal adalet ve savaş karşıtlığı gibi noktalarda birleşince fikirlerinin yargılandığı bir mahkeme sahnesi doğmuş oluyor. Dönemin “hükümetine başkaldırmaktan” ve “savaş karşıtı” gösterilerde bulunmaktan suçlanan ve mevcut gösterileri düzenleyen, “Chicago Yedilisi” olarak adlandırılan kişiler ulusal güvenliği tehdit ettikleri gerekçesiyle yargılanıyor. Ayrıca, filmde özel bir parantez açılan dönemin ırkçı davranış ve tutumlarına ek olarak gösterilen, savunma avukatı olan William Kunstler’ın ifadesiyle “protestoları daha korkunç göstermek” için siyahların haklarını savunma motivasyonuyla kurulmuş olan “Black Panther“‘in lideri “Bobby Seale” da gösteriler sırasında bir polisi öldürme suçuyla “Chicago Yedilisi” ile birlikte yargılanıyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi film, Amerikan tarihinde gerçekten olmuş olaylara dayanmaktadır ve tarihe şöyle bir göz attığımızda “Bobby Seale”‘ın savunma avukatı olmadan yargılandığını, kendi savunmasını yapmak isterken hakimin kararıyla ağzının bezle bağlanarak, elleri ve ayakları zincirlenmiş şekilde gerçekten de o mahkeme salonunda bulunduğunu görmek zor olmayacaktır. Daha sonra “Bobby Seale” cinayet suçundan beraat etmiş ve aklanmıştır.
Filmde; göstericilerin barışçıl bir ortamda düzenlemek istedikleri protestolar için izin isteme sürecinde hiçbir kurum tarafından izin verilmemesi ve gösterilerin yasaklanması polis ve göstericiler arasında şiddete dayalı bir temasın gerçekleşmesine zemin yaratıyor. Nitekim filmin dramatik havasına güçlendirmek için kurgulanmış gibi gözüken sopaların, yumrukların ve kışkırtmaların havada uçuştuğu, protestoların şiddete dönüştüğü sahnelerde göstericiler polis tarafından kuşatılıyor ve protestocuların alanları sınırlandırılıyor. Filmde, Eski Adalet Bakanı isyanların “Chicago Polis Departmanı” tarafından bilinçli olarak çıkartıldığını öne sürse de bu sanıklar için nötr bir etki yaratıyor. Nihai olarak barışçıl olarak adlandırılan protestolar kaotik bir yapıya bürünüyor.
Amerikan mahkemesinin yargıcının dünden razı bir şekilde mahkumiyet istediği, sanıkların ifadelerini kulak ardı ettiği ve ulusal tehdit olarak gördüğü “Chicago Yedilisi”, yer yer vatansever reflekslerle de izleyici karşısına çıkarılıyor. Bunlar “Aaron Sorkin”‘nin kendi vatanseverlik damarının da bir tezahürü olarak görülebilir. Bu tezahürleri çoğunlukla “Eddie Radmayne”‘nın hayat verdiği Tom Hayden‘nın söylem ve davranışlarında görmekteyiz. Fakat, “Vietnam Savaş”‘ında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin milli marşla anıldığı sahnelerde ayağa kalkan “Hippiler” de dahil olmak üzere devletin idealist savcılarının, avukatlarının ve diğerlerinin aynı geminin yolcuları olduğu fikri izleyiciye verilen mesaj olarak karışımıza çıkıyor.
Kongre’nin yapılacağı “Conrad Hilton Hotel”‘in çevresinde tutuklamalara karşılık atılan ve hafızalara kazınan “Whole world is watching” sloganı filmde yer yer duyulmaktadır. Bu slogan mahkeme süresince dönemin havasını daha etkili bir şekilde yansıtmak için kullanılıyor. Etkili diyaloglarla birlikte, film ile olayın gerçekliği arasında kurulan paralellik artmaktadır. Özellikle ” fikirlerin yargılanması” ana teması etrafında “insan haklarının ihlali”‘nin yaşandığı, “konuşma ve ifade özgürlüğü” gibi hakların topyekün ortadan kaldırıldığı sahnelerle birlikte “Chicago Yedilisi”‘ni sanık koltuğuna oturtanları göz önüne sererek tarihin hafızasına kaydetmektedir. Sanıklardan “Abbie Hoffman”‘nın ” Daha önce fikirlerim için yargılanmamıştım.” ve “Bazı fikirlerimizle eyalet sınırlarını aştık.” sözleri kurulan mahkemenin nedenini ve sonucunu özetleyen ifadeler olarak karşımıza çıkıyor. Film, sanık koltuğuna oturanların Vietnam Savaşında hayatını kaybeden insanların adlarının okunarak anıldığı, vatanseverlik duygusunun epik bir havayla yaşatıldığı sahneyle son buluyor.
Oyuncu performanslarının, film müziklerinin ve senaryosunun kalitesi takdire şayan olduğu filmde; yönetmenin bakış açısının da etkisiyle Amerika’nın temelinde yer alan problemlerin, birkaç kodamanın sebep olması şeklinde yansıtılması, mahkemenin yargıcının hasmane tutumunun yanı sıra geri kafalı olarak sunulması, zemindeki sistematik problemleri daraltıyor izlenimi veriyor olabilir. Fakat, 1968 Amerika’sını bir ayna misyonuyla izleyiciyle paylaşan film; verilen mücadelelerin külfetini anlamak için izlenilmesi gereken filmlerden biridir. Aaron Sorkin”‘nin kaleminden çıkan, dönemin Amerikan yargısı ile Amerika’nın kültürel ve siyasi yapısına dair manzaraları izleyiciyle buluşturan bu film, politik drama severlerin beklentisini karşılayacaktır.