Michelangelo, yaşadığı dönemin olduğu kadar tüm zamanların da en büyük sanatçılarından biri. Artık ikonikleşmiş eserleri ölümünden yüzyıllar sonra bile tartışılmaya devam ediyor ve çalışmalarına kısacık bir göz atanlar dahi onun sanatına ve zekasına hayran kalıyor. Peki sanat tarihinde önemli değişikliklerin yol göstericisi olmuş, sanat adına ardında muazzam eserler bırakan Michelangelo’yu bu denli önemli ve sıradışı yapan neydi?
Michelangelo’nun Hayatı | Floransa ve Sanatta İlk Yılları
Michelangelo Bounarroti, Floransa şehrine yakın bir yerde Caprese’de dünyaya geldi. Doğumundan kısa bir süre sonra ailesi, babasının belediyedeki görevi bitince Floransa’ya dönmüştür. Michelangelo’nun çocukluk, gençlik ve olgunluk yılları burada geçtiğinden ve kendisi bu şehirden fazlasıyla etkilendiğinden, Floransa onun sanatını tartışırken önemlidir. O dönemde Floransa’yı yöneten Medici Ailesi, Floransa’nın yönetiminde önemli bir yer tuttuğu kadar sanat dünyasını da şekillendirmişlerdir. Aralarında Leonardo da Vinci‘yi de sayabileceğimiz sanatçılardan, İtalyan sarayları ile dostluk ilişkileri kurabilmek için yararlanan Lorenzo de’ Medici, Floransa kültürünün bir taşıyıcısı olan sanatçıların saraylara girebilmesini; bu şehrin temsil ettiği hümanist idaellerin yayılmasını sağlamış, o yılların felsefi-sanatsal alanını etkileyen Yeni Platoncu anlayışın yol göstericisi olmuştur (Girardi:2000). Sanata büyük önem veren Lorenzo ailesi, Michelangelo’nun hayatında da önemli bir yer tutacaktır.

Michelangelo bu yıllarda henüz gençlik dönemindeydi babası, onun toplumsal statüsüne uygun bir eğitim almasını istiyordu. Annesi o çok küçükken hastalığı nedeniyle ölmüştü ve bir taş ustası ailesinin yanında yetişmişti -mermere ve heykele duyduğu ilginin buradan geldiği düşünülmekte. Nitekim Michelangelo’nun daha o zamanlarda sanata ilgi duyduğu ortadaydı, öyle ki İtalyan sanatçıların biyografilerini yazan Vasari, Michelangelo’nun kilise fresklerini kopyalamak için sık sık derslerini ektiğini yazmıştır. Michelangelo bir şekilde ailesini ikna etmiş (aile o dönem yoksulluk çekiyordu ve belli bir ücret karşılığında çalışacak olması aile için iyiydi) ve dönemin ünlü ressamı Ghirlandaio‘nun yanında çalışmaya gönderilmişti. Ancak sanatçının bu çıraklık döneminden pek memnun kalmadığı yazılır.
Öte yandan Muhteşem Lorenzo tarafından açılan heykeltraşlık okulunda Giovanni‘den eğitim almaya başlayan Michelangelo’nun sanatsal yeteneği giderek gelişiyordu. Burada aldığı eğitim süresince, Medici ailesiyle bağlarını güçlendirirken onların Medici sanat koleksiyonundan büyük ölçüde etkilenmiş ve yararlanmıştır. Elbette böylesine güçlü bir aileyle yakın ilişkiler kurması onun bir sanatçı olarak statüsünü yükseltecektir.

Floransa o dönemde Avrupa’nın en iyi ressam ve heykeltıraşlarını yetiştiren bir sanat merkezi olarak görülmekteydi; bu, sanatçılar arasındaki rekabeti de artırıyordu. Yeni Platoncu düşünce sanatçılar üzerinde etkiliydi, bu düşünce biçimini ve içinde yaşadığı kültürel çevreyi anlamadan onun sanata yaklaşımını anlayamayız. Yeni Platonculuk, iki prensip üzerine kuruludur: tanrısal olan ve durağan madde. İnsan, aklı sayesinde gerçeğin ayrıcalıklı bir düzeyini temsil eder ve tanrısal kusursuzluğa ulaşması için dürtülerine karşı savaş vermelidir ancak buradan, tanrısal ideale kusurlarıyla ulaşamayacağının farkında olan insanın dramı doğar (Girardi:2000). Bu düşüncenin sanata yansımasındaki nostaljik ve melankolik taraf, bu çatışmadan kaynaklanmaktadır.
Michelangelo bu düşüncenin etkisiyle sanata yaklaşırken, kusursuzluğu prensip edinir, birçok kaynağa göre son derece idealize edilmiş eserlerinin güzelliği de yaşamının çoğunda yalnız yaşayan, agresif biri olmasının nedeni de mükemmelliyetçiliğinden kaynaklanıyor.

Michelangelo | Sanatta Önemli Yıllar ve Yükselişi
Michelangelo, Medici ailesiyle arasında çıkan bir anlaşmazlık, şehirde çıkan siyasi kargaşalar ve başka şehirlerde yeni fırsatlar yakalama şansı sebebiyle bir süre Bologna‘da kalmıştır. Burada San Domenico Kilisesi‘nin heykellerinin bitirilmesi işini alır (yukarıdaki heykel bunlardan biridir). Bologna’da yaşadığı zaman süresince bu şehrin Floransa’dan farklı olan mekan anlayışı ve mimarisinden etkilenir. Aynı zamanda Rönesans heykeltıraşlarından Jocopo della Quercia‘yı keşfetmiştir, onun Gotik mimariyle Floransa stilini uyumlayan sanatını keşfi, Michelangelo’nun sanata bakışını değiştirecektir.

Michelangelo, insan anatomisine büyük bir ilgi duymaktaydı hatta zamanında bunun için kadavraları incelediği de biliniyor. Eserlerinin bu denli gerçeğe yakın oluşu da onun eşsiz gözlem yeteneğinin sonucudur kuşkusuz.
Floransa’ya döndüğünde, belki de Michelangelo’nun hayatını tamamen değiştirecek ilginç bir olay yaşanır. Kendi yonttuğu bir heykeli Romalı bir kardinale, heykelin Roma antikası olduğunu söyleyerek satar Michelangelo. Elbette Kardinal Riario durumu anlar ancak sanatından öyle etkilenir ki Michelangelo’yu Roma’ya davet eder, sanatçının Roma’ya gidişi sanat tarihinden adının asla silinmeyeceğini sağlayacak muazzam eserler bırakacağının habercisidir aslında.
Sanatçının kardinal için birkaç heykel daha yonttuğu ancak bunların kaybolduğu söylenir, bu eserlerden günümüze yalnızca Bacchus heykeli kalabilmiştir. Yine bir başka kardinalin mezarı için Pieta heykeli siparişi almıştır (Pieta, Meryem’in İsa’nın ölü bedenini kucakladığı heykel grubuna verilen isimdir). Dünyanın en bilinenlerinden biri olan bu eser; mermerin kalitesi, sanatçının bakış açısı, güçlü anatomik detayları ve Meryem’in elbisesinin kıvrımındaki ustalıkla büyük bir başarıya ulaşır. Başlangıçta eseri Michelangelo’nun yaptığına inanmadıkları için sanatçı esere imzasını atmıştır ve Michelangelo’nun imzalanmış tek eseridir.

1501’de Floransa’ya dönen Michelangelo, Roma’da gösterdiği başarının bir getirisi olarak birçok sipariş almıştı. Bu dönemde aldığı çoğu heykel siparişinin tamamlanamadığı söylenir. Ancak bu heykeller arasında tamamlanmış olan Davud heykeli, kuşkusuz ki sanat tarihinin en önemli eserlerinden biridir. Sanatçının heykeldeki her bir ayrıntıya verdiği naturalist önem açıkça görülebilir, eseri ilk kez görenler güzelliği karşısında hayran kalmıştır.

Davud’un Golyat ile savaşmaya karar verdiği anı tasvir eden eser, Floransa şehrinin o dönemki siyasi ruhunu da temsil eder. Davud’un yüz ifadesinde sezilebilecek, harekete geçmeden önceki anın gerilimini, kimsenin işe yaramayacağını düşündüğü bir mermere ustaca işleyen Michelangelo’nun, Helenistik dönemden etkilendiği açıktır. Öte yandan bu eserinde anatomik açıdan kusursuz bir iş çıkarmıştır.

1505’te Papa II. Julius‘tan sanatçıya mezarının tasarımı için bir teklif gelmişti, bu teklif Michelangelo’nun sanat hayatının en huzursuz geçecek yıllarına sebebiyet vermiştir. Michelangelo kusursuzluğa önem veriyordu, mali konular ve tasarım konularında Papa’yla bir türlü anlaşamamıştı. Mezar lahitinin yapımı ancak Papa öldükten yıllar sonra tamamlanabilmiştir ve mezar için birçok eser tasarlayan Michelangelo’nun sadece 1513’te yonttuğu Musa heykeli burada yer almıştır. Bu eser de iki metreyi aşan boyutu, anatomik yapısı ve kumaş detaylarıyla dikkat çeker.

Henüz mezarın hazırlıkları sürerken II. Julius, Sistina Şapeli‘nin kubbesini resmetmesi için Michelangelo’nun işini yarıda bırakmasına neden olur. Resim alanında kendisine güvenmediğinden huzursuz ve işinin yarım kalmasından rahatsız olsa da sanatçı görevi kabul eder. Hiç de istemeyerek kabul ettiği iş, Michelangelo’nun birçok eseri gibi, sanat tarihinin tartışmasız en büyük yapıtlarından biri olacaktır.

Tavanda yer alan üç dizinin her biri belli bir ikonografiye adanmıştır. Birincisi, kemer altlarından ve üçgenlerden oluşur; İsa’nın Ataları burada yer alır. İkinci dizi, Yedi Peygamber ve Beş Kadın Kahin‘i kapsar; orta sırada ise Yaradılış kitabının dokuz öyküsü anlatılır. Kubbe’nin uç köşelerindeyse İsrail’in kurtuluşuyla ilgili dört öykü yer alır (Girardi:2000).

Sistina freskleri, zamansal açıdan birbirinden uzak ancak kavramsal olarak birbiriyle bağlantılar kurulan bir sentezdir ve Michelangelo’nun düşünce biçimini, Yeni Platancu anlayışın özelliklerini taşır. Sayfalarca analizi yapılabilecek şaheser hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

II. Julius’un görevlendirmeleri süresince Michelangelo her türlü yardımı reddetmiş, ortaya kusursuz bir eser koyabilmek adına çok huzursuz ve mutsuz olmuştur zira bu durumu kardeşlerine ve arkadaşlarına yazdığı mektuplara da yansıtmıştır. Çalışmalarını tamamlayıp yeniden Floransa’ya dönen sanatçı, ilk mimari işini alır: San Lorenzo Bazilikası ve Lorenzo kütüphanesi. Aynı zamanda Medici ailesinin mezarları için de sipariş alan Michelangelo artık şehrinin en önemli sanatçılarındandır.
Medici ailesinin anıtmezarları, sanatçının diğer eserleri gibi son derece güçlü özelliklere sahiptir. İki lahit üzerindeki iki çift halinde uzanmış pozisyonda duran dört çıplak heykel, günün dört aşamasını tasvir eder: gündüz, gece, şafak ve alacakaranlık (Girardi,2000).
Bir Dahinin Yaşamının Sonuna Doğru | Michelangelo’nun Son Yılları
1534’te Michelangelo, bir daha dönmemek üzere politik kargaşalarla dolu Floransa’yı terk eder ve Roma’ya taşınır. Öte yandan Sistina Şapel’i için bir fresk siparişi daha almıştır.

Son Yargı sahnesinin tasvir edilişi sanatçının resim anlayışında ve önceki sanatçıların yorumlamalarından kopuşu temsil eder. Geleneksel ikonografilerden oldukça farklı görünen bu tasvirde Michelangelo, hacim kavramına karşı koyan bir ilkeyi benimsemiş ve freskin merkezine konumlandırılan İsa’yı, kozmik bir güç gibi resmetmiştir.
Michelangelo’nun iki ünlü freski, birbiriyle zıtlıklar oluşturan çalışmalarıydı. Genesis freski, Yüksek Rönesans‘ın hümanist dokularını ve Yeni Platoncu düşünceyi temsil ederken Son Yargı freski karamsar ve umutsuz dokular içeriyordu. Bu durumu Michelangelo’nun, Roma’da yaşanan siyasi-kültürel olaylardan sonra Rönesans’a duyduğu güvenin azalmasıyla açıklayabiliriz. Dolayısıyla sanatçının Son Yargı’sı, Rönesans’ın mükemmelliğine tepki olarak sanatçıları etkisi altına alan Maniyerizm‘in ilk örneklerindendir.
Öte yandan, Michelangelo’nun yaşamında duygusal anlamda önemli biri karşımıza çıkıyor: Vittoria Colonna. 1500’lü yılların kadın edebiyatçılarından Colonna’yla arasındaki ruhani ilişki, Roma’da kaldığı günlerde ona destek vermiştir. Bu arkadaşlığa dair detaylar, birbirlerine yazdıkları mektuplar aracılığıyla günümüze ulaşmıştır.

Roma’daki günlerinde artık bir dahi olarak tanınan sanatçı; Papa III. Paulus‘un adını taşıyan şapelin fresklerini yapmış, San Pietro Bazilikası‘nın yapımına mimar olarak katılmış, şehrin çeşitli yerlerinde yeniden düzenlemeler yapmıştır (örn. Campidoglio Meydanı). Özellikle yaşamının son yıllarını şehircilik ve mimari alanlarında çalışarak geçiren Michelangelo’nun son ve tamamlayamadığı eseriyse Rondanini Pietàsı olmuştur. Ve ayrıca yaşamı boyunca sanatında önemli bir yer tutan Meryem Ana tasvirleri de yaşamının son yıllarında dahi üzerinde çalıştığı bir temadır.
Kuşkusuz Michelangelo, tarihinin en büyük sanatçılarındandı ve eserleri, onu Yüksek Rönesans’ın arkasındaki en büyük ilham verici güçlerden biri yaptı. Her şeyden önce resim ve heykelin mimarlıkla aynı statüye sahip olduğunu, ressam ve heykeltıraşların sadece birer dekoratör ya da taş ustası değil, gerçek birer sanatçı olduğu fikrini destekledi nitekim kendisi bunun canlı bir örneğiydi. Onu bu denli önemli ve sıradışı yapan ise çoğumuzun bir taş parçası olarak gördüğü mermere verdiği gerçeklik ve duygu; kendisinin resimde iyi olmamasını düşünmesine rağmen ürettiği kusursuz eserler olabilir. Yaşamı boyunca durmadan çalışan, benliğini sanata adayan ve ardında sayısız eser bırakan Michelangelo, 88 yaşında hayata veda etmiştir.
Sanatla kalın!
Kaynak
M., Girardi, Artbook Michelangelo, Çev. C. Kaan Emek (2000), Dost Kitabevi.
G., Visari, Sanatçıların Hayat Hikayeleri (2013), Sel Yayıncılık.
B., Nardini, Michelangelo: Bir Dahinin Yaşam Öyküsü (2022), Kronik Kitap.