”Eğer Andy Warhol hakkında her şeyi öğrenmek istiyorsanız resimlerimin, filmlerimin, ve benim yüzüme bakmanız yeterli. İşte ben buyum. Gizli hiçbir şey yok.” Andy Warhol
Bunlar, Andy Warhol’un kendisinden bahsederken sarf ettiği cümleler. Onun sanatı hakkında mümkün olduğunca bilgi sahibi olmak için hayatına yakından bakmamız, yaşadığı dönemi ve kendi kişisel geçmişini sanatında nasıl işlediğini görmemiz gerek.
Keyifli okumalar!

6 Ağustos 1928 yılında Pensilvanya’nın fakir bir kesimi olan Pittsburgh’da doğan Avusturya-Macaristanlı göçmen ailenin oğludur Andrew Warhola. Pittsburgh (Pensilvanya), Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en gelişmiş sanayi şehirlerinden biriydi ve hala öyledir. Ancak ekonomik bunalım yerel ekonomiyi derinden etkilediğinden babası uzun süreler işsiz kaldı. Bu sebeple Andy’nin çocukluğu fakirlikle ve sıkıntılarla geçmiştir. Kendisi de sanatçı olan annesi 9 yaşında ilk kamerasını hediye ederek Andy’nin sanatsal yönelimini desteklemiştir. Sinir bozukluğundan müzdarip olan Warhol’un bu durumu, onu sıklıkla evde tutmuştur. Sonraki dönemlerde pop kültürüne ve ünlülere karşı olan ilgisini şekillendirdiğini çıkarsanabilecek biçimde bu uzun zaman dilimlerini radyo dinleyerek ve film yıldızlarının fotoğraflarını odasına asarak geçirmiştir.
14 yaşındayken babası vefat ettiğinde parasını özellikle erkeklerden birinin yüksek öğrenimi için kullanması için bıraktı. Aile Andy’nin üniversite eğitiminden en çok fayda göreceğini düşünerek onu Carnegie Enstitüsü’ne gönderdi ve burada sanatçı Resim Dizaynı üzerine derecesini aldı. Utangaçlığı onu bu dönemde yalnızca öğretmenlerinin onayını sağlayacak çalışmalar üretmesine yönlendirdi onu. Esasında, bitmek bilmeyen başarısızlık korkusu onu kariyerinin sonuna kadar izlemiştir denilebilir. Warhol 1949 yılında akademik kariyerini tamamlayarak Güzel Sanatlardan mezun oldu ve New York’a taşındı. Burada Vogue, Glamour gibi bazı dergiler için grafikerlik yaptı. 1952 yılının Haziran ayında Warhol’un heyecan verici sergilerinin ilki, Hugo Galerisi onu kişisel sergi için seçtiğinde başladı.

1960’tan itibaren Warhol, kendisini kitlesel yaratıcı avangardın bir girişimcisi olarak sunarak farklı bir şekilde ilerlemeye karar verdi. Bu amaçla bir tür toplu iş atölyesi sayılabilecek ‘Fabrika’yı kurdu. 1960’ların sonundan itibaren durmadan portreler yarattı. 1964’te aktris Valerie Solanas, Warhol’un stüdyosuna girdi ve ressama üç el ateş etti. Hastanede geçirdiği ameliyattan sonra hayatı kurtuldu.
1972’de daha büyük bir bağlılıkla kendini sinemaya adamaya başladı. Günümüz sosyal medyasının erken bir versiyonu gibi görülebilecek fotoğraf ve filmler aracılığıyla günlük hayatını sürekli belgeledi. “Sevdiğim şey, her bir gerçek anın, bir aradaki zaman parçalarıydı” dedi. Filmleri geleneksel sinemanın sınırlarını aşan radikal keşifler olarak kabul edilmekte ve Warhol artık dönemin en önemli film yapımcılarından biri, bağımsız sinemanın atası olarak görülmektedir.
Warhol’un Kitle Kültürü ve Seri Üretim’e İlgisi
Pop Art‘ın arka plan ve teması kitle kültürüdür; ana unsurları ise zevksizlik, kitsch ve bayağılık olarak tanımlanabilir. Sanatçılar genellikle bu bileşenleri abartarak ve ironi süzgecinden geçirerek beğeninin değersizleştirilmesine vurgu yaparlar. Andy Warhol ise oldukça spesifik bir şema izler: imajın görsel izolasyonu, reklamcılık dilinin asimile edilişi, tekrarlayan rahatsız edici renklerin kullanılışı. Süreç modernitenin gerçek doğasını açığa vurur: kayıtsızlık, materyalizm, durdurulamaz tüketicilik, starlar, kitlelerin sahte ihtiyaç ve arzuları. Warhol’un imgelerinin basitliği günümüzde hala anlık kullanılabilirliklerini korumaktadır.

Tekrarlama, kitle kültürü tarafından mal ve hizmet satmak için kullanılan görüntülerin yinelenebilirliğini reddedilemez bir şekilde hatırlatır. Endüstri pazarlamasının asimilasyonu, reklamcılığın özelliklerinin yeniden önermesiyle bitmez, hatta Warhol’un bizzat endüstriyel üretim tekniklerini kullandığı göz önüne alındığında, bu daha da derinleşir. Süreç, sanatçı figürünü üretim sürecinde anonim hale getirir ve böylece herhangi bir duygusal bağlılıktan tamamen kopmanın saçmalığının altını da çizer. Artık insanlık diye bir şey yoktur, ticari amaçlar için sonsuz sayıda yeniden üretilen ‘şeylerin’ tükenmez bir üretim zinciri vardır. Warhol’un sanatı yalnızca tüketim toplumuna değildi, aynı zamanda orta sınıfın değerlerine ve sanata bakışınaydı da. Pop art esasında herkesin hafife aldığı bir varsayımı sorgular: sanat değerli olması için kompleks olmalıdır. Dadaistbir biçimde, Warhol dahil olduğu sistemin yüzeyselliğini görüntülerin manipülasyonu ve benliğin grotesk olmanın eşiğindeki bir karaktere dönüştürülmesi yoluyla açığa vurur.
Asetat Tekniği
Andy Warhol’un yarattığı en tuhaf ve eklektik eserler arasında asetatlarla yapılan bazı işler bulunur. Sanatçı için asetat tekniği, üretim aşamalarında sadece eserin serigrafi öncesi anı temsil etmiyordu. Aslında Warhol için bu, yaratıcı sürecin temel bir unsuruydu: siyah ve negatiflerle sanatçı, varlıkların daha derin bir şekilde keşfedilmesini amaçlayarak özneleri yüzeysel niteliklerinden mahrum bırakmayı başardı. Asetat tekniği ile bir dizi çalışma, 1975 yılında Andy Warhol tarafından oluşturuldu. Konu, drag queen’lerin merak uyandıran dünyasıydı ve şu başlıkla adlandırıldı: Ladies and Gentlemen.
Ladies and Gentlemen, 1975
1970’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde toplum, özellikle büyük şehirlerde çeşitliliğe karşı çok daha açık fikirliydi. Bu dönemde Stonewall isyanları sayesinde de LGBTQ topluluğu cinselliğini daha büyük bir dinginlikle yaşamaya ve bunu gururla göstermeye başladı. Galeri sahibi Luciano Anselmino, Warhol’dan bu anları yakalamasını istedi. Warhol komisyonu coşkuyla karşıladı, bu isimsiz kişileri gerçek oyunculara dönüştürdü, öznelerin tüm kadınsı ihtişamını yüzeye çıkarmak için genellikle teatral ve gösterişli pozlar seçti.

Fotoğraf dizisinin konuları, Warhol’un stüdyosunun yakınındaki, trans ve drag queen topluluğu Gilded Grape arasında popüler olan barda bulunan sanatçının arkadaşlarıydı. Makyaj ve renkler artık travestinin dış görünüşünü zenginleştirmek yerine bu kez ruhları görünürdür, gülümsemeler ifade yüklüdür ve spontane olanı ortaya çıkarır.

Campbell’in Çorbaları
Warhol’un neoliberal ve tüketicilik coşkusu, çocukluğunun ve ergenliğinin sefaletine bir tepki olarak da okunabilir. Pittsburgh’da fakir bir mahallede büyüyen genç Warhol, refahtan çok sefalete aşinaydı. Süpermarketlerden gelen sıcak, lezzetli ve besleyici yiyecekler, kökenlerinin sıkıntılı yoksulluğuna kıyaslandığında onun için bir lükstü.
”Amerika hakkındaki en harika gerçeklerden birisi de en zengin tüketicisi de fakiriyle temelde aynı ürünleri satın almasıdır.”
‘Bu çorbayı içerdim. Sanırım 20 yıldır her gün aynı öğle yemeğini yedim, aynı şeyi tekrar tekrar.’
1962’de Warhol kendini Campbell çorbaları konusunu keşfetmeye adadı ve 32 çeşit çorbaya karşılık gelen 32 küçük tuvalden oluşan bir serinin üretimine girişti. Görüntüler, duygusal kopukluğu yansıtan nötr bir arka plan üzerinde öne çıkmaktadır.

Düzinelerce serigrafi takıntılı bir şekilde Amerikan tüketimciliğinin evrensel olarak tanınan sembollerinden biri olan Campbell’in çorbasını temsil ediyor. Tekrarlama, süpermarketlerin aynı ticarileştirme mantığını müze alanlarının içinde bulan izleyicide şaşkınlığa neden olarak bir yabancılaşma duygusu yaratır. Bu tür bir tersine çevirme, yüksek ve düşük, ticari ürün ve sanatsal eser arasındaki ayrımların geri dönülemez bir biçimde yok olduğu bir anlam üretir.
Warhol, endüstri aracılığıyla, makineleşmiş toplumdaki bireyi karakterize eden duygulardan kopmanın güçlü bir metaforunu yaratır. Warhol, her zamanki muğlaklığıyla birlikte modern yaşamın altında yatan tekrarlayıcılığın ve uygunluğun altını sık sık çizmiştir. O andan itibaren Warhol, makineyi halk figürü için bir model olarak aldı. ”Bence her birimiz birer makine olmalıyız.” diyen Warhol 1963 yılında Time dergisinden bir muhabire “Resim yapmak çok yorucu. Temsil etmek istediğim şeyler mekanik. Makinelerin daha az sorunu var. Ben bir makine olmak isterdim, ya sen?’, diyerek sanat ve yaşamın giderek daha inandırıcı bir şekilde kaynaşmasını istediğini belirtir.
Şöhret
Gelecekte herkes 15 dakikalığına dünyaca ünlü olacak.
Andy Warhol, Katalog Moderna Museet, Stockholm
Şöhret ve başarı: 1960’lar ve 1980’ler arasında New York’ta kabul gören iki kaidedir. Warhol’un üretken kariyeri boyunca tasvir ettiği bazı ikonik yüzler ve konular, uluslararası yıldızların büyülü ve esrarengiz dünyasından alınmıştır: moda dünyasının ikonları, sinema ve spordan. Amerikalı sanatçının tarzı, bu portrelerin derinliğini boşaltmak için güçlü bir araçtır; öznenin adeta iki boyutlu yüzeyde tam anlamıyla ezilmiş gibi görünmesi. İçe yönelik bir araştırma ya da psikolojik detaylara dikkat yoktur. Her görüntü, kendisinden önceki veya sonraki resimle yer değiştirebilir. Warhol, ikonları mekânın dekoratif bir unsuruna indirgeyen yapay bir dille çağının olağanüstü bir portrelerini yaratır.

Dört Marilyn, ön planda dört kez tekrarlanan diva Marilyn Monroe’nun yüzünü gösterir. Andy Warhol, yapıtlarıyla gündelik hayattan ve kitle iletişim dünyasından konuları ele alarak izleyicisine ve gündelik gerçekliğe yakın bir sanat türü sunuyor. Böylece Marilyn Monroe, zamanının Amerikan toplumunu temsil edecek mükemmel bir ikonu olur. Konunun tekrarı, Warhol’un sanatının karakteristik bir özelliğidir ve sanatçının çalışmalarının gerçek bir aynası olan reklam ve seri üretimin seriliğine bir göndermedir.

‘Fikir sonsuza kadar yaşamak değil, yaşayacak bir şey yaratmaktır.’
1986’da Andy Warhol, Hans Christian Andersen’e adanmış dört serigraftan oluşan iki seri tasarladı. Andersen serisinin sanatçının ölümünden birkaç ay önce yapıldığı göz önüne alındığında, muhtemelen Andy’nin sorunlu çocukluğu üzerine daha büyük bir meditasyonun başlangıcıydı. Sanatçı, konusu için çıkış noktası olarak, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış yazarın bir fotoğrafını seçti.

Warhol’un kariyerinin başlangıcına, çağdaş bir sanatçı olmadan önceki döneme geri dönersek, onun çocukluk yıllarında doğan güçlü çizim tutkusunu görebiliriz. Bu tutkunun ardından Warhol, kitaplar ve dergiler için çeşitli illüstrasyonlar yarattı. 1950’lerde In The Botton of My Garden‘da, bazen annesinin el yazısını yeniden üreten yazılı cümlelerin eşlik ettiği, fare ve melek çizimleri üretti. Tarzı, Sürrealizm’in öncüsü olarak kabul edilen bir Fransız yazar olan Grandville’in yazdığı ‘Les fleurs animees’ gibi on dokuzuncu yüzyıl illüstrasyonlardan esinlenmiştir.

Andy Warhol, adeta genele hitap ederek kabul görmeyi arzulayan bir sanatçıdır ancak ünlülerin yüzeyselliğine olan takıntısı onu ömrü boyunca yüzeysel olma korkusuyla beraber reddedilme riskiyle karşı karşıya bırakır. Bu risk ve gerilimler Warhol’un cinselliği, dini ve benlik imajı tarafından devamlı olarak yeniden yaratılmıştır. Kendi saçından, teninden ve yüz hatlarından nefret eden eşcinsel bir Katolik olarak, “Ben sadece bir ucubeyim. Ben değişemem, çok sıradışıyım.” dediği bu cümlerle kendini betimler. Andy Warhol, 22 Şubat 1987’de New York’ta basit bir cerrahi operasyonun komplikasyonları nedeniyle öldü.
Andy Warhol sanatın tanımına meydan okuyarak Duchamp’ın fikirlerini genişleten Pop art hareketinin kurucu babalarından biridir. Sanatsal riskleri ve konularıyla, medyayla yaptığı deneyleri onu birçok görsel sanat biçimlerinde öncü yaptı. Estetiğinin sadeliğine rağmen tarzının gücü, temsil edilen ikonları bile şöhrette alt etmeyi başardı. Campbell çorbası artık bir müze parçası, Marilyn yirminci yüzyılın süperstarı ve Andy Warhol’un modus operandi’si (çalışma şekli) de birçok sanatçı aracılığıyla ve çağdaş dünyaya bakışımız aracılığıyla yaşamaya devam edecek.
Kaynakça:
theartstory.org/artist/warhol-andy/
artikaeventi.com
openculture.com/2021/07/andy-warhols-art-explained.html