HBO‘nun The Last of Us‘ı, Uzun, Uzun Zaman adlı 3. bölümüyle, dizinin şimdiye kadar yapılmış en iyi oyun uyarlaması olduğunu yeniden kanıtlıyor. Şimdiye kadar yayımlanan bölümlerin en iyisi olsa da, oyunun kendisinden en çok uzaklaşan bölüm oluyor. Oyunda, yaşadığı şehri çitle çevirerek kimsenin yanına yaklaşmamasını sağlayan huysuz bir adam olan Bill ile tanışıyoruz. Joel ve Ellie kasabadan ayrılırken, Frank adında kendini asmış başka bir adam buluyorlar. Bill, Frank’in “ortağı” olduğunu ve Bill gibi kendini dünyadan soyutlayan birinin bile, dünyanın sonu geldiğinde birini bulduğunu söylüyor; ancak dizi zaten iyi olan oyunun hikayesini genişletme yolunda ilerliyor.
Bill ve Frank’in hikayesi, oldukça samimi bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. Dizide olacağını düşündüğümüz vahşetten bir tık daha uzak bir bölüm izliyoruz. Ayrıca bu bölümde gördüğümüz neredeyse hiçbir şey oyunda bulunmuyor, fakat bu durum, dizinin kaynak materyale sadık olmadığını göstermiyor; çünkü dizi hala oyunun hikayesine dayanıyor. Bill ve Frank’in oyunda yalnızca ima edilen ilişkisine, bu karakterleri dizi için doğal hissettirecek şekilde detaylandıran güçlü ve duygusal olarak yüklü bir bölüm veriyor. Dizi, birbirini kurtaran iki kişiye güzel bir hikaye bahşediyor; Bill ve Frank’in hikayesine farklı ve daha dokunaklı bir yaklaşım getiriyor.
Bölüm Tess’in fedakarlığından sonra yolculuklarına devam eden Joel ve Ellie ile başlıyor. Joel, Tess’in yasını tutuyordur. Ellie, Joel’un onu Tess’in ölümü için günah keçisi yapmasına izin vermiyor. Bu yolculuğun kendi tercihleri olduğunu Joel’a hatırlatıyor: “Benim hatam olmayan bir şey için beni suçlama.” Joel sessiz bir şekilde Ellie’ye hak veriyor. Yürümeye devam ederken düşen bir uçak görüyorlar ve Ellie Salgın Günü‘nü ve dünyanın bir günde nasıl alt üst olduğunu soruyor. Joel, salgının nasıl ortaya çıktığını kimsenin kesin olarak bilmediğini, ancak kordisepsin mutasyona uğradığını düşündüklerini söylüyor. Joel, bu bölümde un teorisini doğruluyor. İlk bölümün açılış sahnesinde, Sarah, Joel’a pankek karışımlarının bittiğini söylüyor. Ayrılırken komşuları onlara taze pişmiş bisküviler ikram ediyor ancak Joel un yenmeyen bir diyet uyguladığını söyleyerek reddediyor. Bay Adler onları yaşlı annesine yediriyor. Komşuları birkaç saat sonra enfekte oluyor. Sarah o günün ilerleyen saatlerinde Adler’lara yeniden gittiğinde ikram edilen üzümlü kurabiyeyi yemiyor. Joel eve giderken doğum günü pastası almayı unutuyor. Bu da hem Joel hem de Sarah’nın bir kez daha undan kaçındığını gösteriyor. Unun, salgının küresel iletiminin anahtarı olduğuna dair son ipucu, Jakarta’ya odaklanmasıdır. Çünkü Jakarta, dünyanın en büyük un değirmenine ev sahipliği yapıyor. Bu bölümde ise Joel, enfeksiyonun bir kısmının gıda kaynağına un veya şeker gibi temel bir bileşen aracılığıyla girdiğini söylüyor ve kişi yeterince yerse, enfekte olabileceğinden bahsediyor.
Bölüm daha sonra zamanda geriye gidiyor ve 30 Eylül 2003‘te askerler tarafından insanların toplandığı bir kasabaya atlıyor. Bill, 2003’teki Salgın Günü’nde FEDRA‘nın elinden kurtulmayı başaran bir hayatta kalma uzmanıdır. Bill, tıpkı oyundaki gibi, kasabanın etrafındaki bir çiti güçlendirmeye, kendi sebzelerini ekmeye ve kendi hayvanlarını yetiştirmeye başlıyor. Bill, emeklerinin karşılığını alıyor ve Salgın Günü sonrası dünyada neredeyse hiç olmaması gereken bir yemeği yemek için masa başına oturuyor. Akşam yemeğini yerken, kurduğu tuzakları daha iyi izleyebilmek için kasabanın etrafına daha da fazla kamera yerleştirdiğini monitörlerinde görüyoruz.
Dört yıl sonra 2007‘de Bill, çitinin dışındaki bir deliğe bir şeyin sıkıştığına dair bir uyarı alıyor. Bill, bunca senedir hâlâ tek başınadır. Çite takılan kişi bir insan çıkıyor ve “Ben enfekte değilim” diyerek silahlı olmadığını söylüyor. Bill, adamı delikten çıkarıp onu Boston yönüne doğrultuyor. Ancak yabancı iki gündür yemek yemediğini söyleyip ardından kendisini Frank olarak tanıtıyor. Bill, sonunda Frank’e şefkatle yaklaşıp onu evine alıyor. Bill burada yalnızca Frank’in çitlerden geçmesine izin vermiyor aynı zamanda hayatına da dahil ediyor.
Frank lezzetli yemeğin tadını çıkarırken Bill ona şarap dolduruyor. Frank, Bill’in tavşanla hangi şarabın iyi gideceğini bildiğini söylüyor. Bill, “Öyle biri gibi görünmediğimi biliyorum” dediğinde Frank, “Hayır, öylesin” diye yanıt veriyor, bu da Frank’in Bill’i uzun zamandır kimsenin anlamadığından daha fazla anladığını gösteriyor. Yemekten sonra Frank ev sahibine teşekkür edip ve gitmesi gerektiğini söylüyor; ama önce, Frank diğer odaya bütün gün baktığını söylediği piyanoya doğru yöneliyor. Frank, Linda Ronstadt şarkılarından oluşan bir koleksiyon bulduğunda yine Bill’in ruhunu görerek “Bu sensin” diyor. Frank Long Long Time şarkısını çalıp söylemeye başlıyor ancak yanlış notaları çalıp akortsuz şarkı söylemeye devam edince Bill onu durduruyor. Frank, Bill şarkıyı doğru çalar çalmaz gideceğini söylüyor. Piyanonun başına oturan Bill, daha yavaş, daha az güç uygulayarak fakat tüm kalbiyle şarkıyı söylüyor. O anda, bu iki yabancı ortada buluşuyor. Frank, Bill’in hakkında şarkı söylediği kızın kim olduğunu soruyor ve Bill “Kız yoktur” diyor. Frank kolunu Bill’e doluyor ve “Biliyorum” diyor. Frank, Bill’i şefkatle öptüğünde ise Frank’in ağlamasına ve Bill’in neredeyse sevinçten titremesine neden olan bir yakınlık anına şahit oluyoruz. Dünyanın durumu göz önüne alındığında, bu ikisinin muhtemelen bir daha asla sahip olacaklarını hayal etmedikleri bir yakınlık anı diyebiliriz.
“Bir şeylere özenerek, sevgiyi böyle gösteririz.”
Zaman ilerliyor ve çiftin artık kasabada birlikte yaşamaya başladıklarını görüyoruz. Frank, radyoda hoş bir kadınla konuştuğundan bahsediyor. O kadının Tess olduğu ortaya çıkıyor. Bill ve Frank’in onu ve Joel’i evlerine davet ettiklerini görüyoruz. Bu iki çift arasında benzer bir dinamiğe şahitlik ediyoruz. Joel, Bill’in çekincelerini anladığını, ancak birbirlerine yardım edebileceklerini söylüyor. Yine de Bill, Joel ve Tess’in yardımına ihtiyacı olmadığını savunuyor. Joel ve Tess kaçakçılık işleriyle ilgili bir görüşme için geldiklerinde, izleyici eski dostları kapısının önünde beliriyormuş gibi hissediyor. Bu bize her karakter hakkında daha fazla bilgi veriyor: Kısa bir an için onlar bir aile oluyor. Karanlıkla dolu bir dizide, ışığı aramak için hala zaman bulabilmeleri oldukça yüreklendirici bir durum oluyor.
Frank, Tess ve Joel’dan bir silah karşılığında aldığı tohumlarla kasabalarında çilek yetiştirerek Bill’e sürpriz yapıyor. Bill’in yıllardır ilk kez çilek tadınca attığı çocuksu kahkahası, ilk öpüşmeleri kadar önemli hissettiriyor. Dizinin genelinde yoğun olan, fakat bu bölümde daha da çok hissettiğimiz, nihai ezici duygusal etkisini veren insan ilişkisine hitap ediyor.
Sona geldiğimizde, bir hastalığa yakalanmış olan Frank, son kez “bir güzel gün daha” planlıyor. Kararını vermiş ve gözleri yaşlı Frank, Bill’e onunla birlikte pek çok güzel gün geçirdiğini, ancak son bir tane daha istediğini söylüyor. Tostla güne başlayıp yeni kıyafetler için butiğe bir geziye gitmek istiyor. Sonra Bill ile evlenmek istiyor. Akşam güzel bir yemek yedikten sonra ise Bill’in kollarında ölmek istediğini söylüyor. Bill yapamayacağını söylüyor ama Frank, Bill’e onu sevip sevmediğini soruyor. Bill elbette “evet” diyor. Frank, eski bir tartışmayı hatırlayarak, “Beni benim istediğim gibi sev” diyor. Eve döndüğümüzde Bill ve Frank, sakin bir yüzük alışverişi yapıyor. Akşam yemeği servis ediliyor, haplar eziliyor ve Frank’in bardağına konuluyor. Bill, yazarların niyetini beyan edercesine “Bu, oyunun sonundaki trajik bir intihar değil. Ben yaşlıyım. Tatmin oldum ve sen benim amacımdın” diyor. Frank bu kararı desteklemiyor ve çok kızması gerekirken bunun “çok romantik” olduğunu kabul ediyor. İkisi gülüp son kez yatağa gidiyorlar.
Bu son, oyunu oynayanlar için tartışmalı olabilir. The Last of Us’daki Bill ve Frank hikayesi, sevginizi başkasına verdiğinizde aldığınız riskin daha çok olduğuna dair uyarıcı bir hikayedir. Şarabı son damlasına kadar içtiklerinde, sanki onların tüm hayatlarını onlarla birlikte yaşamışız gibi geliyor. Bill her zaman karmaşık bir adamdı: Bir tavşanın derisini yüzebilen ama aynı zamanda onunla hangi kırmızı şarabı eşleştireceğini de bilen bir adam, fakat Frank ile tanıştıktan sonra, dünyanın sonu geldiğinde bile, uğruna savaşabileceği bir şeyler olduğunu fark ediyor. Bill ve Frank’in birlikte hayatlarının son bölümünü izlemek oldukça zor oluyor. Yalnızca bir bölümdür tanıdığımız karakterlerle bağ kurup, onların hayatlarını yaşayabilmek; Bill ve Frank’in birbirlerinin hayatlarına dokunabildiği gibi hikayelerinin bizim de içimize işleyebilmesi bu bölümün neden bu kadar iyi olduğunu açıklamaya yetiyor. Bill ve Frank’i hikayelerinin sonunda çok sevmemize rağmen, bunun onlar için iyi bir final olduğunu biliyoruz. The Last of Us serisi için, özünde sevgi hakkında bir hikaye olduğunu söyleyebiliriz, fakat bu sevgi, bir trajediyle donatılmış demek mümkün. Bill ve Frank’in hikayesi bu iki unsurun örneği oluyor.
Bu bölüm, sadece duygular ve estetik üzerine inşa edilmiş bir hikaye iletmiyor. Ellie’nin bir uçakta uçma şansı elde etmekten bahsettiği ton ile Bill’in sevecek birine sahip olmaktan bahsettiği ton hemen hemen aynıdır. Çünkü bu da, diğer insanların yapması veya yapabilmesi gereken ama şimdi imkansız olan bir durum. Bu bölüm, Joel ve Ellie’yi bu hikayenin kitap ayracı olarak kullanıyor. Bill ve Frank’in hikayesi ana hikayeye doğru bir şekilde yediriliyor. Frank ve Tess’in benzer özellikleri olduğu kadar Bill ve Joel da birbirlerine benziyor. Bill’in Joel’a yazdığı mektup ise bunu zaten bilen Joel, bir kez daha hatırlamış oluyor. Joel ve kendisi gibi adamların bu dünyada bir amaçları olduğunu ve Tess’i koruması gerektiğini söylüyor. Şimdi yanında yalnızca Ellie bulunan Joel’un karakter gelişimi için önemli bir an oluyor. Bill, yaklaşmakta olan olayların haberini şimdiden verirmiş gibi “Tanrı, yolumuza çıkan tüm şerefsizlerin yardımcısı olsun” diye yazıyor.
Bill ve Frank’in sahip olduğu ilişki Joel ve Ellie’nin ilişkisinden oldukça farklı. Ancak Bill’in veda mektubu, yalnız dünyada bir umut, barış ve arkadaşlık ışığı göstermesi dışında, bölümün hizmet ettiği daha büyük amacın altını çiziyor: Ellie ile Joel’in ilerlemekte olan ilişkisinin temellerini atıyor. The Last of Us, ilk iki bölümüyle izleyicileri aynı şekilde etkilemişti. Fakat zombilerle ve hayatta kalma serüveniyle ilgili olacağını düşündüğümüz bu dizinin insani yönünün bu kadar baskın olması bu bölümü daha özel hale getiriyor. Bir diziyi iyi yapan şey nedir? Bir izleyiciye katarsis yaşatabilmek mi? İnsanlığa dair yeni bir şey söyleyebilmek mi? Yoksa her şey denendiğinde bile kalplerimizde daima taşıyacağımız bir hikaye yeşertebilmek mi? The Last of Us, bu üçünü de yaşatabiliyor. Bu Bill ve Frank’in hikayesi ve The Last of Us’ın şimdiye kadarki en iyi bölümü oluyor.
Bir önceki bölümde yaşananları hatırlamak için bu yazımıza bakabilirsiniz.
bölümün son sahnesin deki şarkının ismi neydi acaba biliyorsanız yazarsanız çok sevinirim
merhaba, linda ronstadt-long long time