Marksist estetiğin şiirdeki yansıması, toplumcu gerçekçiliğin aynası Ahmed Arif; sevgiyi, sevgiliyi bir felsefe gibi görür. Sevgisini yücelterek “sevdasını” sevmenin sıradağları devirip akan suları çevireceğini söyler. “Yurdum Benim Şahdamarım” der, sevdasına prangalar eskitir hasretinden. Önce hem kavganın hem de aşkın şairi Ahmed Arif‘i hep birlikte kısaca tanıyalım…
Ahmed Arif Kimdir?
Arif, 1 Nisan 1927’de Diyarbakır’da doğdu. Ortaokulu Şanlıurfa’da, liseyi ise Afyonkarahisar’da tamamladı. İlk şiiri olan “Gözlerin” lisede okuduğu sırada Afyon Halkevi Dergisi‘nde yayımlandı. Lise yıllarında birkaç dergide şiirleri yayımlandı. Çeşitli şairlerin etkisinde kalarak şiir yazdı ama bir süre sonra bu yazılmış şiirlerin şiir olmadığını düşündü. Gerçek şiir bu kadar kolay yazılamazdı ona göre.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde bir süre Felsefe eğitimi aldı, tamamlayamadan hapse girdi. İki kez hapse girmiştir, tam 38 yıl tutuklu kalmıştır. Şiirlerinin pek çoğunu da hapis yıllarında yazmıştır haliyle. Onun için özgürlük, bedenin ayrımında bir noktada şekillenir. Şikayetçi değildir tüm olanlardan. Hücrede olsa dahi. O şekilde yaşamak sevdadır onun için. Tüm zorluklar karşısında, ölüme bir soluk kala, zindanda yatarken tek başınadır ama yalnız değildir. Mahkumdur ama gözü yoktur firarda, pişman da değildir üstelik. Onca işkenceye maruz kalmışken.
Tutukluluğu bittikten sonra çeşitli gazetelerde redaktör olarak çalışır. Şiirleri yayımlanmaya devam eder. Gazetecilikten emekli olduktan sonra çok az kişiyle görüşerek yaşamını sürdürür. 2 Haziran 1991’de vefat eder.
Ahmed Arif’in Edebi Kişiliği ve Şiirleri
Ahmed Arif toplumcu gerçekçidir. Sosyal meselelere, siyasete duyarlıdır ve bu konularda sanatını icra etmiştir. Eşitlik, adalet, özgürlük arzusu, işçi hakları, köylülerin sıkıntılarının yanı sıra özlem, aşk, tabiat da şiirlerinde yer bulmuştur. Özellikle doğduğu toprakları sıkça şiirine yansıtmıştır. Şairi biçim bakımından ele aldığımızda kelime, cümle tekrarlarına yer verir. Redif, kafiyeye önem verir.
Kimi zaman garip, mazlum kimi zaman da son derece cesur, belki patlamaya hazır bir bomba gibi olan bir yürek işçisiydi. İçindeki insanlık kaosunun taraflı olmaya kafa tutmuş öfkeli savaş muhabiriydi o. Her türlü acının sevdalısıydı sanki ve acıları öfkeyle doluydu. Toplumsal acının tanımı onun şiirlerini anlamaktan geçer gibiydi. Şimdi gelin hep birlikte Terk Etmedi Sevdan Beni şiirine acının, umudun, sevdanın merceğinden bir bakalım.
Terk Etmedi Sevdan Beni
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım
Terk etmedi sevdan beni…
Şiir Ahmed Arif‘in ilk ve tek şiir kitabı olan “Hasretinden Prangalar Eskittim”in ilk sayfasında yer alır. Bu şiiri, diğer pek çok aşk şiiri gibi uzun yıllar sevdiği, delicesine vurgun olduğu Leyla Erbil‘e yazdığı söylenir. Esasında söylenir demek yanlış olabilir çünkü Leyla Erbil’e sadece şiir değil mektup da yazmış ve mektuplarını ona ulaştırmıştır. Leyla Erbil’in de haberi vardır bu sevdadan. Fakat Leyla Erbil, Ahmed Arif’i bir dost gibi görür ve öyle cevaplar bu aşkı.
Şiirlerinde sevdasını oldukça düz, herkesin bilebileceği kavramlarla anlatsa da sözcüklerin dizilimi, kendine has yorumu ve aslında her okuyanın, her okuduğunda farklı düşüncelerin akımına kapılacağı çağrışım dolu bir biçimde donatmıştır.
Tutuklu kaldığı zamanlarda, zindanda kendiyle baş başa kaldığında, zihninden dökülenleri yazmış ve bizlere çok derin duygusal bir miras bırakmış aslında. Bu yüzdendir ki Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı, defalarca kez basılmıştır.
Bu şiirinde sevdasını nasıl işlemiş hep birlikte inceleyelim…
Hepimizin ilk okuyuşta canlandırdığı elbette bir zindan olmuştur. Karanlık, aç, susuz, kelepçe, uykusuz… Tüm bu sözcükler, bizlerin gözünde canlanması için yeterli geliyor ve tüm bu zorluklarda sevdasından vazgeçmediğini anlayabiliyoruz.
“Seni, kaburgamın altın parçası.” der sevdasına bir şiirinde. Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılışına bir atıfta bulunarak böylesine yücelterek kutsallaştırmıştır sevdasını. Böylesine kutsallaştırdığı sevdası elbette onu karanlıkta, açken, susuzken terk etmeyecektir. Onu şair yapan sevdasıdır ve sevdasının bir sonu yoktur. Örneğin, baharın, kışın yani mevsimlerin bir sonu vardır ama onun sevdası öyle değildir. Hiç bitmeyen uzun yollar gibidir ve nereye gittiğini de bilmiyordur.
Zindanda yalnızdır elbet Ahmed Arif, fiziki olarak bir yalnızlığı vardır fakat başka bir boyutta sevdası da vardır yanında, devamlı ona şiirler yazar, şiir yoluyla onunla iletişim kurar. Acı çeker, işkence görür ama dönüp ona yazar tekrardan. Acılarıdır belki şiirinin bu kadar imge dolu olmasına sebep olan. Açtır, susuzdur evet ama “Can garip, can suskun. Can paramparça” der. Bu öyle az bir acı da değildir insana ve paramparça olduğunu bilerek bunu ifade etmek daha bir acıdır.
Tüm bu olanlara rağmen umutsuz değildir Ahmed Arif. Sevdası değil, o terk edememiştir sevdasını hiç. Ahmed Arif, Veysel Öngören ile yaptığı bir röportajda umutsuzluk hakkında şöyle der; “Umutsuzluğa düşmek ise bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile.” Bu sözleri esasında vatanı, halkı için söyler fakat sevdası da vatanı gibi kutsal olduğundan bu görüşünü aynı zeminde değerlendirebilir hale geliyoruz.
Kaynakça
Arif, Ahmed, Hasretinden Prangalar Eskittim, İstanbul: Metis, 2022
Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ahmed Arif Web.
biyografi.info Ahmed Arif Web.