Aki Kaurismäki Sineması: Kendine Has Bir Proletarya Temsili

Editör:
Ayçe Cansu Yaşar
spot_img

Sinema kariyerine Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının bir uyarlaması olan Rikos Ja Rangaistus filmiyle başlayan Fin senarist ve yönetmen Aki Kaurismäki, 80’li yıllardan beri kendine has bir tavırla proletaryanın sinemadaki temsilcilerinden biri olmaya devam ediyor. Son olarak Cannes Film Festivali’nin 2023 seçkisinde yeni filmi Kuolleet Lehdet ile seyirciyle buluşan Kaurismäki’nin en meşhur filmi ise Cannes Jüri Büyük Ödülü de dâhil olmak üzere pek çok önemli ödüle layık görülen 2002 yapımı Geçmişi Olmayan Adam (Mies Vailla Menneisyyttä)’dır. Ayrıca Tutunamayanlar Üçlemesi ismiyle de bilinen Proletarya Üçlemesi de yönetmenin imza hâline gelmiş önemli filmlerini barındırıyor. Auteur bir yönetmen olan Kaurismäki’nin filmlerinde; karakterler, dert edinilen meseleler, kullanılan renk paleti, yaratılan atmosfer, müzikler ve diyalog kurma -ya da diyalog kurmama- biçimi gibi birçok unsur karakterize olmuş bir biçimde karşımıza çıkıyor. Muhtemelen bir kez Aki Kaurismäki filmi izlediyseniz başka bir filmine denk geldiğinizde de ona ait olduğunu anlarsınız.

Kaurismäki Sinemasında İşçi Sınıfı Temsili

Sinemada kimin hikâyesinin anlatılacağı bağlamı üzerinden ilerleyecek olursak burjuvazinin hayatı ve işçi sınıfının hayatı dikotomisi belki de yönetmenlerin geldiği sınıf ile şekillenen bir durumdur. Sözgelimi sosyalist bir yönetmen olarak addedebileceğimiz Godard’a baktığımızda politik olarak konumlandığı yerden mütevellit kamerasını işçi sınıfına doğrultmaya karşı çılgınca bir istek gözlemlense de Godard’ın gerek biçim gerek içerik özelliklerinden dolayı işçi sınıfını temsil edemeyen bir sinema yarattığını görüyoruz. Bunu Godard’ın sınıfsal kökenine bağlayabiliriz. Oysa işçi sınıfını daha tutarlı temsil eden Ken Loach, Aki Kaurismäki ve Dardenne Kardeşler gibi yönetmenlere baktığımızda sınıfsal konumları gereği proletaryayı yansıtmaya muktedir olduklarını görüyoruz.

Kaurismäki’nin filmlerinde, Marksist düşüncede idealize edilen tarihin öznesine dönüşme potansiyeli taşıyan bilinçli bir işçi temsiline rastlamak güçtür. Kaurismäki, yarattığı işçi karakterleri idealize etmekten bilinçli olarak uzak durmuştur. Hatta tam aksine hayatın akışı içerisinde pasifize olmuş bir biçimde savrulan, son derece sıradan, donuk ve kayıtsız karakterlerin hikâyelerini yansıtmıştır. Bunu yaparken de yarattığı karakterlerle olabildiğince uyumlu biçimde duru ve yalın bir üslup tercih etmiştir. Fakat sıradan insanların hayatını anlatsa da anlatısı kesinlikle sıra dışıdır. Belki de bu sıra dışılığı sağlayan şey de asla vazgeçmediği inatçı sıradanlığıdır. Onun yarattığı sinema; tumturaklı hikâyelere, fiyakalı karakterlere, ihtişamlı repliklere başkaldıran muzip bir tekdüzelik taşır.

Toplumsal meselelere duyarlı olan Kaurismäki; göçmenlik, işsizlik ve yoksulluk gibi temaları filmlerinde sık sık işlemiştir. Sözgelimi 2011 yapımı “Le Havre” filmi doğrudan göçmenliği odak noktasına yerleştiren bir filmdir. Fakat sinemasının didaktik bir nitelik taşıdığını söylemek bir hayli güçtür. Çünkü değiştirmeyi, dönüştürmeyi, mesaj vermeyi, eleştirmeyi hedefleyen bir anlatıdan ziyade devrimi kayıtsızlık üzerinden yapan bir anlatı ile karşı karşıyayızdır. İşçi sınıfı bilinçlenmeden, birleşmeden, başkaldırmadan ve devrim yapmadan da gayet “anlatılası” ve ilgi çekicidir. Üstelik hem vakur hem hüzünlü hem de komiktir. Sınıf bilinci olmasa da yardımlaşmayı, dayanışmayı ve birbirlerine uzanmayı içgüdüsel olarak bilir.

Proletarya Üçlemesi: Dibe Vururken Hiç de Havalı Değiliz

Sinemada “kaybeden insan” tasviri sık sık artistik bir sosla karşımıza çıkar. Gerçek hayatta herkesin bir tekme daha vurduğu düşkün insan, beyaz perdeye bohemliğini hayran hayran izlediğimiz “havalı” bir karakter olarak yansıyabilir. Kaurismäki ise bu sinematik aldatmacaya biraz bile olsun taviz vermiyor. Filmlerinde tutunamayan, kaybetmeye doyamayan, dibe vuran karakterlere yer veriyor; fakat onları ne dramatize ediyor ne de artistik bir havaya sokuyor. Hem görünüş hem davranış olarak “havalı” olmaktan kilometrelerce uzak karakterleriyle seyircide kaybedenlere karşı hayranlıktan ziyade empati kurma dürtüsü ve sempati uyandırıyor.

Kaurismäki’nin filmlerindeki işçiler, yaptıkları işlerle eşgüdümlü bir biçimde mekanikleşmiş insanlardır. Suratları, tavırları, konuşmaları ve hareketleri oldukça donuk ve durağandır. Sınıf atlama hayalleri olsa da bunu asla başaramazlar. Sisteme direnmeye ya da onu değiştirmeye yeltenmezler, nadiren yeltendiklerinde de genellikle kaybederler. Fakat ilginçtir ki Kaurismäki, tüm bu başarısızlığın ve durgunluğun içerisinde gösterişten uzak bir umut duygusu aşılamayı ve dayanışma ruhu yaratmayı da başarır.

Kaurismäki’nin Shadows in Paradise (1986), Ariel (1988) ve The Match Factory Girl (1990) filmlerinden oluşan Proletarya Üçlemesi; yönetmenin sinema anlayışını ve filmlerindeki işçi sınıfı temsilini anlamak açısından önemli bir konuma sahip. Filmler arasında konu açısından bir bütünlük olmasa da tematik bir bütünlük var. Üçlemenin ilk filmi Shadows in Paradise, yönetmenin imza oyuncularından Matti Pellonpää ve Kati Outinen’i işçi sınıfına özgü bir romantik komedi hikâyesi etrafında buluşturuyor. Tabii ki karşımızdaki öykü, romantik komedi deyince aklımızda canlanan janr filmlerinden oldukça farklı. Üçlemenin ikinci filmi Ariel, bir kömür madeni işçisi olan Taisto’nun işsiz kalması ve bir yanlış anlaşılma sonucu hapse atılması sonrasında gelişen sürece odaklanıyor. Meşhur Andersen masalı Kibritçi Kız’ın modern bir uyarlaması olan, üçlemenin son filmi The Match Factory Girl ise bir kibrit fabrikasında oldukça zor şartlarda çalışan ve hiç kimse tarafından insan yerine konmayan İris (Kati Outinen) isimli genç bir kadının intikam hikâyesini beyaz perdeye taşıyor. Üç filmde de uzaklara gitme hayali ve yolculuk teması var.   

Finlandiya Üçlemesi: Burası Bizim Bildiğimiz Finlandiya mı?

Yönetmenin bir diğer üçlemesi ise işsizliği, aşkı ve en çıplak şekilde “var olmayı” merkeze aldığı Finlandiya Üçlemesi. Üçlemenin ilk filmi Drifting Clouds (1996), işsiz kalan orta yaşlı bir çiftin iş bulmaya çalışırken geçirdiği sürece odaklanırken üçlemenin ikinci filmi -aynı zamanda yönetmenin en meşhur ve çoğu kişiye göre en başarılı filmi- The Man Without a Past, soyulan ve darp edilen orta yaşlı bir adamın hafızasını kaybetmesi sonrasında gelişen bir dizi olayı anlatıyor. Üçlemenin son filmi Lights in the Dusk (2006) ise, Koistinen adında bir güvenlik görevlisinin beklenmedik biçimde tanıştığı bir kadın ile gelişen ilişkisine odaklanıyor. Bu üçlemede de içerik açısından bir bütünlük söz konusu değil.

Finlandiya; eğitim sistemi, sosyal devlet anlayışı, gelişmişliği ve refah düzeyiyle daima parmakla göstererek sohbetlerimize meze ettiğimiz bir ülke iken İskandinav sinemasının en önemli yönetmenlerinden birinin Finlandiya’ya yönelttiği bakış ilk etapta şoke edici duruyor kuşkusuz. “Bizim hep bahsettiğimiz, örnek verdiğimiz Finlandiya bu olabilir mi?” diye düşünmeden edemiyor insan. Fakat Kairusmäki’nin alametifarikası da tam olarak bu noktada devreye giriyor. Globalleşen kapitalizmden ve ‘Amerikan’laşma furyasından Finlandiya gibi refah düzeyi yüksek Kuzey Avrupa ülkelerinin nasibini almadığını düşünmek en hafif tabirle sığlık olur. Aslında Aki Kairusmäki mikro anlatılar yaratıyor olsa da neoliberal ekonomi politikalarının ve kapitalizmin pençesinde yenik düşen, kaybolan ve kaybeden bir insan tipini resmederek içinde bulunduğumuz çağa dair makro bir eleştiri inşa ediyor. Fakat daha önce de değindiğimiz gibi bunu yaparken kesinlikle didaktik bir tavır geliştirmiyor. Eleştirilerindeki en büyük silahı ise kara mizah ve ironi.

Yollara ve “Bohem”e Aşk Mektubu

Yol temasına sık sık rastladığımız Kaurismäki sinemasında karşımıza çıkan karakterlerin genellikle “uzaklara gitme hayali” var. Kimisi bu hayalini gerçekleştirebilirken kimisi gerçekleştiremiyor. Fakat Kaurismäki’nin karakterleri çareyi daima umut etmekte, kurdukları ilişkilerde, aşkta, dostlukta, dayanışmada, müzikte ve yollarda buluyor. Yaratılan karakterler ekseriyetle günü gününe yaşayan, derbeder, votkası ve sigarası ağzından eksik olmayan, devamlı savrulan “bohem” karakterler.

Diyalogların oldukça az ve basit olduğu Kaurismäki sinemasında karakterlerin kurabilecek sofistike cümleleri yok, herkes olduğu gibi. Diyalogların işlevini çoğu zaman müzik görüyor ve müzik yönetmenin sinemasında çok önemli bir yere sahip. Bu yüzdendir ki Aki Kaurismäki filmlerinin soundtrack’i her zaman enfestir.

Son filmi “Kuolleet Lehdet”i heyecanla beklediğimizi belirtip uzak ve buz gibi bir diyardan bize uzanan ve filmleriyle içimizi ısıtan Aki Kaurismäki’ye beğenimizi sunarak yazıyı sonlandıralım. Herkese iyi seyirler!

 


Kaynakça

Kadıoğlu, A. B. (2020). Aki Kaurismäki Sinemasında Proletarya Üçlemesi Üzerinden İşçi Sınıfı Temsili (Master’s thesis, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Mirza, A. (2016). Sinemada Uyarlama Sorunsalı ve Auteur Bir Yönetmen Olarak Aki Kaurismaki. Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi1(1), 40-57.

Algan, N. (2015). Aki Kaurismaki: Kuzey Avrupa’da İşçi Sınıfının Öykücüsü Bir Yönetmen. İşçi Filmleri, Öteki” Sinemalar”, 135.

spot_img
Ayçe Cansu Yaşar
Ayçe Cansu Yaşar
"Yaşamaktan yazmaya vakit kalmadı."

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.