Alman Dışavurumcu Sinema Hakkında İlginç Bilgiler

Editör:
Aleyna Kavak
spot_img

1918’de Kültürel olarak Weimar merkezli, liberal ve demokratik bir Alman Cumhuriyeti kuruldu. 1. Dünya Savaşı kaybedilmişti ve ülkede ciddi ekonomik ve politik sorunlar yaşanıyordu. Yine de Almanya savaştan güçlü bir film endüstrisiyle çıktı. Endüstrideki bu genişlemenin büyük ölçüde nedeni 1916 yılında yabancı filmlere getirilen yasak yüzündendi. Mütarekeden birkaç yıl sonra, Alman filmleri yurtdışında geniş çapta izlendi ve 1920’de sinema tarihi için önemli bir üslup olan dışavurumculuk ortaya çıktı. Nazilerin iktidara gelmesine kadar Alman sineması teknik gelişmişliği ve etkileri nedeniyle Hollywood’dan sonra ikinci sırada yer aldı.

Dr. Caligari'nin Muayenehanesi (1920)
Dr Caligarinin Muayenehanesi 1920

10 maddede Alman Dışavurumcu Sinema:

  • Dışavurumculuğun sanatta öne çıkmasının en büyük sebepleri Almanya’nın ezici yenilgisi, enterlijinasiyasının çoğu tarafından geçmişin tamamen reddedilmesi, ve ilericiliğin, deneyselciliğin ve avangardın coşkuyla karşılanmasıydı. Alman film üretiminin niceliğini ve niteliğini arttırmak için atılan öneli adımlardan biri de hükümet kararnamesiyle ulusal olarak sübvanse edilen Universum Film Aktiengesellschaft’ın (UFA) kurulmasıydı. Böylesine yaratıcı ve teşvik edici atmosferde, sinemaya karşı olan direncin son kırıntıları da ortadan kalktı ve Almanya’nın radikal genç sanatçıları sinemayı kitlelerle yeni bir iletişim aracı olarak kabullenmeye başladı.
  • 1920 Şubatının sonlarında, Berlin’de sinemada yeni bir şey olarak anında tanınan bir filmin prömiyeri yapıldı: Dr. Caligari’nin Muayenehanesi (Rober Weine). Prömiyerden sonra eleştirmenler ve izleyenler pek de şaşırmamıştı çünkü dışavurumculuk o zamana kadar diğer birçok sanata yerleşmişti bile. Eleştirmenler bu üslubun sinemaya da girdiğini duyurdular ve bu yeni gelişmenin film sanatına faydalarını tartıştılar. Dr. Calgari’nin Muayenehanesi, set tasarımı, psikolojik araştırması ve tematik belirsizliği, uğursuz ve marazi konusu ve hepsinden önemlisi içsel ve özneli dışsal ve nesnel üzerinden aktarma çabasıyla, kendisinden sonraki Alman filmleri üzerinde muazzam bir etkiye sahipti. Böylece film, Alman dışavurumcu sinemasının örneği ve atası oldu.
  • Dışavurumculuk için bildiğimiz gerçekliği gerçekçi sanatın geleneklerinden soyutlayan ve dönüştüren bir stil diyebiliriz. İşlenen konularla insanların gerçeklik algılarına meydan okudular. Dünyayı verilerle açıklanabilir ve sabit olarak değil, sürekli değişen olarak gösterdiler. Ampirik gerçekliğin tekrarlanmasını protesto ettiler. Estetik alanda özgürleşmek istediler.
  • Gizemi, yabancılaşmayı, uyumsuzluğu, halüsinasyonu, rüyaları, aşırı duygusal durumları ve dengesizliği uyandırmaya çalışılıyorlardı. Genel konu, tasvir etmeye çalıştıkları rahatsız zihinsel ve duygusal durumları ifade ediyordu.
  • Dışavurumcu filmlerin çoğunda stilizasyon, geçmişte veya egzotik yerlerde geçen ya da fantezi ve korku unsurları içeren anlatılar için kullanıldı.
Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi (1922)
Nosferatu Bir Dehşet Senfonisi 1922
  • Cansız nesnelere ve setlere “hayat” aşılamak için sıkıntı veya delilik içindeki, paranoya yapan, çevresindeki herkese ve her şeye güvensizlik duyan karakterlerle nenelerin konuşturulması da filmlerde sık sık kullanıldı.
  • Mekan, aksiyonun adeta yaşayan bir parçası gibi işlev gördü. Kabus gibi dekorlar kullanıldı. Bir dışavurumcu filmin setini düşünmek istiyorsanız binaların imkansız açılarla üst üste yığıldığı, çentikli bacaların çılgınca gökyüzüne ulaştığı ve insanların yüzlerinin kilolarca makyaj altında donmuş gibi göründüğü, doğal olmayan, güneşsiz bir yer hayal edebilirsiniz. Hatta dışavurumcu sinemanın atası Dr. Caligari’nin Muayenehanesinde de boyanmış, tuhaf ve çarpık binalarla stilize edilmiş setler kullandı.
  • Setlerde dışavurumcu resimler kullanmak ve setleri oluşturmaları için dışavurumcu sanatçılarla işbirliği yapmak oldukça popülerdi. Yönetmen Robert Wiene, anlatıcının ruhunun işkence görmüş durumunu somutlaştıracak olan filmin setlerini tasarlamaları ve boyamaları için üç önemli Ekspresyonist sanatçıyı – Hermann Warm, Walter Röhrig ve Walter Reimann – tutmuştu.
  • Fransız İzlenimciliğinin ana belirleyici özellikleri kamera çalışması alanında yatarken, Alman Dışavurumculuğunda öncelik mizansen kullanımındaydı. Oyuncunun bedeni görsel bir unsur halindeydi. Gerçekçi performans için çok az girişimde bulundular; bunun yerine sarsıntılı veya dans benzeri hareketler sergilediler. Genel olarak Dışavurumcu aktörler, doğal davranışın etkisine karşı çalıştılar, genellikle durakladılar ve sonra ani hareketler yaptılar.
  • Işık-gölge zıtlığı filmlerde sık sık kullanıldı. Işık ve gölge kontrastları oldukça keskindi. Anlamlı ışık efektleriyle beraber oyuncular ve dekor sık sık vurgulanıyordu.
Metropolis (1927)

Dışavurumculuk sinema için önemli bir üsluptu. Sanatçılar, dış gerçekliğin temsilinden kaçınmaya ve bunun yerine kendilerini ve kişisel dünya görüşlerini yansıtmaya çalıştılar. Tamamen yapay, stilize edilmiş setler, beklenmedik kamera açıları ve kısıtlı kamera hareketleri, duygusal durumların sembolik diyagramları sık sık kullanıldı. İşlenen konular, setler, kostümler, oyunculuklar ve aydınlatmanın bu kaotik karışımı mükemmel kompozisyonu oluşturdu. Dr. Caligari’nin Muayenehanesi’nin görsel dünyasından sonra Fritz Lang’ın Metropolis’i, Friedrich Wilhelm Murnau’nun Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi’si dahil olmak üzere birçok başyapıt veren dışavurumculuk akımı, Naziler iktidara gelene kadar Alman sinemasının en önemli yapıtaşlarından biri olmuştur.

Kaynakça:

Barron, S., Los Angeles County Museum of Art. (1988). German Expressionism 1915-1925: The Second Generation. Prestel.

spot_img
İrem Buse Koçaslan
İrem Buse Koçaslan
Bu kişi tamamen hayal ürünüdür.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.