Söylenti Edebiyat ekibi olarak her ay farklı bir yazar ya da şairden en güzel alıntıları derlediğimiz köşemizde bu ay, doğum gününde Tomris Uyar‘a yer veriyoruz! Tomris Uyar’ın eserlerinde yer alan birbirinden güzel alıntıları sizler için derledik!
- Bunca acı deneyimin hiçbir birikim getirmediğini, insanlığın “uygarlık yolunda” aldığı yolun yalnızca teknolojiyle belirlendiğini gözleriyle görmüşlerdi… (Otuzların Kadını)
- İçimi kaçınılmaz bir dönüş yolculuğuna hazırladığımın farkındayım. Nicedir kafamı kurcalayan soruların yanıtlarını ancak bir yolda giderken bulabilirim belki. (Yaza Yolculuk)
- … İstemeye hakkım var mı bilmem ama seni yürekten ilgilendiren şeyleri, başkalarına anlatmaktan kaçınacağın şeyleri duymak isterdim. Anlat bana… (Yürekte Bukağı)
- Boş inançlara hiç bel bağlamazken, beklenmedik bütün aksilikleri, kötü rastlantıları, karşılaştığın engelleri hep kendi hatalarına yorarken, bir şeyin birdenbire yolunda gitmesi –ufacık bir şey de olsa– uğurlu bir belirtge demekti gözünde. (Metal Yorgunluğu)
- Bir şeylerin bir daha geri gelmemecesine kayıp gittiğini düşündü: adları olmayan yılların, günlerin, birtakım tekdüze mevsimlerin, kışların… (Yaz Düşleri Düş Kışları)
- Yırtıla bozula düzelecek bu dünya ama biz yetişemeyeceğiz nasılsa. (Dizboyu Papatyalar)
- Yerinde kullanılan bir sözcük, rastgele yükselen bir şarkı, nasıl kavratır yaşamayı! (Dizboyu Papatyalar)
- Acaba bizler, yara almadığımıza, güçlü olduğumuza bu kadar inanan çocuklarımızın bir gün biz yok olduğumuzda duyacakları boşluğu nasıl hafifletebiliriz? Şimdiden başlamalıdır ama nereden? (Otuzların Kadını)
- Konuşmak da tehlikelidir. İçte biriken sözcükleri boşaltmak. Hele konuşmayı bir kere unutmuşsan. (yürekte Bukağı)
- Beni kendime ördüğüm kozanın dışına çıkarmaya çalışıyordun, farkındaydım. Senin çabanın işe yaradığı kuşkusuz da benimkinden o kadar emin değilim. Belki bazı kişilikler, kozadan çıkmak istemiyorlardır; o, ölüm kozası bile olsa. Kimin hakkı vardı kişiyi kozasından çıkartmaya? (Aramızdaki Şey)
- Gerçek öyle çabuk değişiyordu ki adı konulana, iç yüzü anlaşılana kadar dış yüzü tanımazlaşıyordu. (Yaz Düşleri Düş Kışları)
- Hatırlamak değil, diyorum, başka bir şey. Unutmamak belki… (İpek ve Bakır)
- Akla yakın bir yorum bulunca yanlış da olsa dört elle sarılıyor. Karşımızda hep gölgeleriyle korkutan, karanlıkta sallanan şeyler var da ondan. (Yürekte Bukağı)
- Bu çocukluğun var ya, hiç yitirme onu, bazıları yitirmezler. Sen öyle bir çocuğa benziyorsun. Korun. (İpek ve Bakır)
- Yeni tanıştıkları belliydi. Yine de aynı kitabı ayrı dönemlerde, aynı coşkuyla okumuş, kurşun kalemle aynı satırları çizmiş kişilere özgü bir sırdaşlık vardı aralarında. (Sekizinci Günah)
- Galiba, güçlüklere birlikte karşı koymaya başladıktan sonra sevdik asıl birbirimizi. Yoksa, birlikte dayatabileceğimizi sezdiğimiz için mi baştan birbirimizi seçtik? Çok kafa yordum, bir türlü işin içinde çıkamadım. Şimdi biliyorum ki aslolan vardığımız yer: birbirimizi çok sevdiğimiz. (Dizboyu Papatyalar)
- Sevilmemeyi rahatça kaldırabiliyorsun da sevilmek zor geliyor sana, sen de bunu anlamıyorsun. (Aramızdaki Şey)
- Yalanla ne kadar içli dışlı olduğumuz, ayrımcılıkları üstüne ince ince düşünmemizden belli değil mi? Yalanı yalnızca büyüklüğüne/küçüklüğüne göre değerlendirmekle yetinmiyoruz, ona pembe ya da beyaz gibi renkler de yakıştırıyoruz; zararlı mı zararsız mı hatta gerekli mi gereksiz mi sayılacağını moral ölçülere vurmaya çabalıyoruz. Her yalanın kendince bir üslubu var anlaşılan. [Yüzleşmeler (Bir Uyumsuzun Notları, 1995-1999)]
- Kalın bir muşamba, eski kalın bir yağmurluk nasıl terler yağmurda, nasıl buğular çıkarır, içindeki yün renkleri, nasıl birbirine karışır da alacalı, hüzünlü bir şey olur. İşte tamıtamına öyle ağlıyordu. (Dizboyu Papatyalar)
- Her zamanki gülüşlerini çok iyi bilirim. Sevinç, ansızın değil usul usul açılır onun yüzünde, kendi tadına vararak ve yüzünden öteye geçmeyi aklına bile getirmeden gözuçlarında yoğunlaşır. Bu, öyle değil. Beni sevdiği, ayırdığı için. O anda odaya girdiğim için. (İpek ve Bakır)
- Çocukken de sözcüklerini seçmede, sevgini belirtmede tutumlu davranırdın. Harçlığını bir günde harcardın da hiç değilse borç verme keyfini esirgerdin benden. Ödünsüzlüğün işine yaradı mı bari? (Pantimento)
- Annem saçlarımı bile örmüyor artık. Babamla yalnızlıklarına çekildiler. Birlikte ve ayrı ayrı. Kalorifer borularıyla dolu bu sımsıcak şehir odasında, kullanılmayacak ucuz likör kadehleri, deterjan adları, koca bir buzdolabı, transistörlü radyo ve çöp kokuları arasında ufaldılar. (Ovasız)
- Gün ağarırken akşam alacakaranlığının hüznünden daha mavi bir duman sarar ortalığı. Arka bahçelerin ağaçlarına çökelir, dizleri ağrıtır. Gençler bilmiyor, ama yıllar birbiri üstüne hiç aksamadan yığılınca alışıyor kişi, sis kalkar diyor ve gün ışımayı nasıl olsa becerir. Korkmak yersiz. İhtiyarlık budur işte: Yeni bir günü bir organ haline getirmek… (Kuytuda)
- İstemeye hakkım var mı bilmem ama seni yürekten ilgilendiren şeyleri, başkalarına anlatmaktan kaçınacağın şeyleri duymak isterdim. (Anlat Bana)
- O zaman göz göze geldiler. Zeliha, güldüğünü belli etmemek için eliyle ağzını kapatmıştı, ama beyaz dişleri görünüyordu. Yusuf da güldü ister istemez. Uzanıp onun elini tuttu. Bir daha, bu kere birbirlerinden kaçınmadan güldüler. Gülüşmeleri karışık, sevinçli bir kahkaha oldu önce. Sonra iki çocuğun birbirine attığı kocaman, renkli bir top oldu, büyüdü, büyüdü, çevrelerini kaplayan belirsizliğe, karanlığa doğru fırlamak için zıpladı, çılgınca döndü odanın köşelerini. (Yusuf ile Zeliha)
- – Şuramda bir şey sancıyor, dedi.
– Yalnızlık, dedim. (Yaz Düşleri Düş Kışları) - Sen yoksun düşte. İşin çıkmış, gelememişsin. (Sekizinci Günah)
- Yüzü, denizin haritası gibiydi. (Yaz Düşleri Düş Kışları)
- Değişen bir çağda yaşıyoruz. ilişkiler bozuluyor, üstüne ne kadar titreseniz de. Hem benim mutfağım var, kitaplarım var, yetiyor. (Sekizinci Günah)
- Artık içimde eskiyor. Dışarı vuracak sözcükleri bulamıyorum. (Yaz Düşleri Düş Kışları)