“Ama her duygusal tepki aklın sınamasına tabi tutulmalıdır; kanımca gösterilecek tepki ihtiyaç duyulan duygu ile doğru orantılı olmalıdır.” – Jane Austen
İngiliz Edebiyatında roman denilince akla gelen ilk isimlerden Austen‘dir. Austen eserlerinde sadece bir olay örgüsü anlatmakla kalmamış aynı zamanda yaşadığı dönemin İngilteresindeki toplumsal yapıyı, kadınların konumlarını ve değerlerini sosyolojik olarak ele alarak eserlerinde okuru adete yaşadığı dönemin içine almıştır. Austen’in yaşadığı dönemde kadınların görevi sadece iyi bir eş olmaktan ve şayet kız çocukları olduysa onları zengin bir ailenin bireyi ile evlendirmeye çalışmaktan ibarettir.
Tüm bunlara rağmen, Austen yaşadığı dönemde kadının eğitimli olmasının ve fikir sahibi olmasının ahlak sınırları dışında tutulduğunu eserlerinde harmanlayarak okuyucuya aktarma cesaretini göstermiştir. Ancak toplumsal baskıya maruz kalmamak adına eserlerini “A Lady” ismiyle yayınlamıştır.
Austen’in en bilinen eseri Pride&Prejudice‘dir (Gurur ve Ön Yargı). Pride&Prejudice, çoğu yayın evi tarafından aşk kelimesinin ilgi çekiciliği ve yayın evlerinin satışlarının olumlu olarak artış göstermesi sebebiyle Aşk ve Gurur olarak çevrilmiştir. Oysa kitabın adı Gurur ve Ön Yargı’dır. Çoğu yazar ve eleştirmen tarafından yayınevlerinin kitabın isminin Aşk ve Gurur olarak çevirmesinin kitabın içeriği ile uyumlu olmadığı düşünülmektedir.
Yazar bu eserinde sadece dönemin toplumsal yapısını ele almakla kalmamış aynı zamanda kitaptaki karakterler üzerinden halihazırda günümüzde de çok fazla tartışılan “kadının yerini” ve eğitimini eleştirmiş, ele aldığı karakterlere psikolojik tipoloji yükleyerek analizlerde bulunmuştur.
Mr. Bennet eşi ve 5 kızı ile birlikte İngiltere’nin Londra’ya 20 km uzaklıkta bulunan Hertfordshire kentinde yaşamaktadır. Mr. Bennet büyükçe bir kütüphaneye sahip, okuduğu kitaplarla eğitimini ve bilgisini geliştirmeye kendisini adamış bir babadır. Aynı zamanda kızlarının da kendisi gibi gelişmesini istemekte, beklentilerini bu doğrultuda tutmaktadır. Fakat kendisinin zıttı bir karaktere sahip olan eşine çok aşıktır ve onu incitmek isteyeceği son şeydir. Mrs. Bennet, cahil denilebilecek bir kadındır. Adab-ı muaşeret kurallarını bilmeyen, hayattaki tek gayesi kızlarını zengin bir eş ile evlendirmek olan ailesine düşkün ama bir o kadar da bencil bir annedir.
Dönemin toplumsal yapısı kitabın karakterlerine ve kitapta bahsedilen aileye yansımıştır. Bennet ailesine göre kızları için çizilmesi gereken hayat şu şekildedir; kızları dünyaya geldikten sonra dadılar, özel eğitmenler ve hizmetçilerle büyür, eğitilir ve güzelleşip gençliğine kavuştuğunda artık evlenme çağına geldiği varsayılır. Ancak burada belirtilmelidir ki dönemin İngiltere’sinde 20 yaşına gelmiş ve evlenmemiş olan genç kızlar “evde kalmış” sayılmaktadır ve bu durum öncelikle anne için daha sonrasında da aile için büyük bir utanç sebebi sayılmaktadır.
Kadınlara miras hakkı tanınmayan bu dönemde kızların zengin ve mümkünse de yakışıklı bir beyle evlenmeleri ve rahat bir yaşam sürmeleri gerekmektedir. Bunun için de Bennet ailesindeki kızlar, kriterlerine uyan eş adayını bulabilmek için düzenlenen her baloya giderler. Şayet tüm bu çabalar neticesinde kızlardan birisi zengin ve gösterişli bir bey ile evlenirse aile büyük bir kibir ile bu evliliği bütün kente duyurur.
Kitaptaki aile yapısından da anlaşılacağı üzere aslında kadınların sosyalleşme imkanı ise katıldıkları balolar ya da özel yemek davetleri ile sınırlıdır. Bu da sadece gösterişe meraklı, eğitimsiz ve bilgisiz bir neslin yetişmesine sebep vermektedir ki Austen tarafından kitabında eleştirilen en büyük husus budur, yani kadının yeri ve bu yerin değişmesi gerektiği.
Bennet ailesinin ikinci kızı olan Elizabeth Bennett, toplumsal yapının ailesine dikte ettiği düşünce yapısına sahip olmayan, kardeşlerinin tersine zeki ve kendinden emin bir kızdır. Ancak ne var ki “bağımlı” kişiliğe sahiptir. Beş kardeşten Elizabeth dışında diğerleri tamamen bu düşüncenin birer oyuncağı olan ve koca bulmak için yaşayan zeki olmayan kızlardır.
Kitapta Elizabeth dışında Mr Darcy adında bir ana karakter daha bulunmaktadır. Mr Darcy eğitimli, zengin bir aileden gelen narsist denilebilecek bir kişiliğe sahip asilzadedir. Dönemin cemiyet aileleri olarak bilinen ailenin büyük oğlu olan Darcy her şeyin kendi yönetimi ve bilgisinde ilerlemesini isteyen bir karakterdir.
Eserin olay örgüsü aslında Mr. Bingley ve Mr. Dary’nin Bennett’ların yaşadığı şehre gelmeleri ile başlıyor. Bennet ailesinin annesi, kızlarından iki tanesini hiç değilse de bir tanesini bu iki yakışıklı ve zengin beyefendilere vermek istiyor ve kızlarının beyefendiler ile tanışması için düzenlenen ilk baloya ailesi ile birlikte katılıyor. Mr. Bingley ailenin büyük kızına aşık oluyor. Ancak Mr Darcy tarafından ailenin büyük kızı Mr Bingley’e layık görülmüyor. Mr. Darcy bu aşkı engellemek için bütün iktidarını kullanıyor fakat bu sırada da kendisini Elizabeth’e aşık olmaktan geri koyamıyor.
Mr. Darcy için bu aşkı kendisine itiraf etmek çok güç bir hal alıyor. Kendisinden kaçıyor. Ancak bütün bu duygularının arka planında Elizabeth için bir takım fedakarlıklarda bulunuyor. Narsist kişiliği ve kibri adeta karakteri haline gelen Mr. Darcy zamanla Elizabeth için kişiliğini değiştiriyor, kendi benliğinden ödün veriyor.
Elizabeth ise bahsedildiği üzere bağımlı bir kişilik. Aşkı için gözü dönen, fedakarlığın da ötesinde kendisini aşk uğruna heba edecek bir kişiliğe sahip. Ancak aklı duygularının önüne geçiyor ve kendisinden ödün vermeyen dik bir duruş sergiliyor. Neticesinde Elizabeth’in gururu Mr. Darcy’in de ön yargıları bertaraf ediliyor ve günümüze kadar canlı tutulan, her okuyucuda ayrı bir etki bırakan “güçlü bir bağ” ortaya çıkıyor.
Psikolojide narsist kişilklerin en uyumlu ilişki yürütebilecekleri karakterler bağımlı kişilikler olarak açıklanır. Austen bu eserinde sadece toplumsal dayatmayı anlatmakla kalmamış aynı zamanda psikolojik analizlerde de bulunmuştur ve eserinde aslında bir kimsenin karakteri, yapısı denilen özelliklerinin değişebileceğini göstermiştir. Asıl Austen’i ilgi çekici kılan ise hiç evlilik yapmamış birisi tarafından böyle bir romanın ele alınması olmuştur.
Peki o zaman kitapta denildiği gibi; “Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı.” cümlesi ilişkilerimizde, aile yaşantımızda, arkadaşlık ilişkilerimizde ne denli etkili? Gerçekten birisini çok seviyorsak karakterimizden ödün mü vermemiz gerekiyor veya karşımızdakinden mi bu “fedakarlığı” beklemeliyiz? Gurur ve Ön Yargı kitabını okurken bu soruların cevaplarını hem kendinizde hem de sizden bir parça olan karakterlerde buluyorsunuz.
Elif Hanım yazınızı büyük bir keyifle okudum. Lütfen daima yazın:)