Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden Atıf Yılmaz‘ın birçok unutulmaz eseri var. Kadın temalı üçlemesi de sinema tarihine damga vuran eserleri arasında yer alıyor. Bu üçleme sırasıyla “Adı Vasfiye”, “Aaahh Belinda” ve “Hayallerim, Aşkım ve Sen” adlı filmlerden oluşuyor.
Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğindeki filmlerde, kadınların toplumda ve duygusal ilişkilerinde yaşadıkları zorluklar, verdikleri mücadele, hayalleri ve gerçek duyguları özgün bir üslupla ele alınıyor. Yılmaz, dönemin toplumsal normlarına meydan okuyarak kadınların içsel dünyasına çarpıcı bir şekilde değiniyor. Bu yazımızda Atıf Yılmaz’ın önemli üçlemesini yakından inceleyerek, filmlerdeki kadın temasını ve yönetmenin sinematografik yaklaşımını ele aldık.
Adı Vasfiye (1985)
Atıf Yılmaz yönetmenliğindeki üçlemenin ilk filmi 1985 yılında izleyiciyle buluştu. Adı Vasfiye, Necati Cumalı‘nın kaleme aldığı Ay Büyürken Uyuyamam adlı öykü kitabından esinlenerek yazılmış değerli bir yapıt. Adı Vasfiye hem feminist bir film olması hem de fantastik bir anlatım tarzına sahip olması ile dikkat çekiyor.
Adı Vasfiye’nin başrolünde Müjde Ar‘ı izliyoruz. Anlatıcı yazar dahil olmak üzere beş farklı bakış açısı ve farklı hikayeler eşliğinde Vasfiye‘nin hayatına tanıklık ediyoruz. Her karakter hikayenin sonunda kayıplara karışıyor. Hayal ve gerçeğin iç içe geçtiği bu film süresince emin olduğumuz tek bir bilgi var. Kadının adı Vasfiye…
Hikayenin başlangıcında yazar Erol’u Sevim Suna adlı bir pavyon şarkıcısının afişlerini incelerken görüyoruz. Yaratıcı bir fikre ve ilhama ihtiyaç duyan Erol’un Sevim Suna hakkında bir şeyler yazmaya karar verdiği an, Sevim’in kocası olduğunu söyleyen Emin çıkageliyor ve böylece ilk hikaye başlıyor. Emin ve Vasfiye çocukluklarından beri birbirini seven evli bir çift olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Emin askere gitmek zorunda kalınca Emin’in ailesindeki erkekler Vasfiye’yi bir cinsel obje olarak görmeye başlıyor ve eşinin yokluğunda Vasfiye’nin hayatını kontrol altına almaya çabalıyor. İlk hikayede güçlü ve namuslu bir kadın olarak tasvir edilen Vasfiye kendini koruyarak eşine bağlılığını sürdürüyor.
İkinci hikayede Vasfiye’yi bir sağlık memurunun gözünden izliyoruz. Sağlık memuru Vasfiye’yi beğeniyor ve onu kendisiyle flört eden cilveli bir kadın olarak görüyor. İlk hikayedeki eşi Emin tarafından aldatılan Vasfiye de eşini bu adamla aldatıyor. Emin’e gösterilmeyen tüm tepkiler Vasfiye’ye gösterilerek “kötü kadın” ilan ediliyor. Üçüncü anlatıcı ise ana karakterimizin ikinci eşi olan yaşça büyük bir adam. Bir tanıdığı aracılığıyla tanıştığı bu adamla rahat etmek amacıyla evlenen Vasfiye, eşinin korumacı tavrı ve kıskançlığı yüzünden adeta bir hapiste hissetmeye başlıyor. Özgürlüğüne düşkün Vasfiye’nin bu evliliği de eski eşi Emin’i görerek yeni eşini aldatması ile son buluyor. Bir önceki hikayede olduğu gibi yeniden aldatan kötü kadın konumuna düşüyor.
Filmdeki dördüncü ve son anlatıcı Vasfiye’yi gönülden seven genç bir doktor. Diğer hikayelerde ekonomik özgürlüğü olmayan Vasfiye’yi, bu hikayede kendi parasını kazanan ve tek başına yaşayan bir kadın olarak izliyoruz. Doktor Fuat‘la olan mutlu beraberliği de hapisten çıkan eski eşi Emin’i yeniden görmesiyle sona eriyor. Ancak Doktor Fuat, eski eşine yalnızca acıdığı için onu eve aldığını düşünecek kadar iyi niyetli. Filmin son hikayesi de ihanetle kapanıyor.
Tüm hikayeler genel olarak değerlendirildiğinde Vasfiye tasvirlerinin anlatıcılarla beraber değişip şekillendiğini görüyoruz. Ancak cevabını bilemediğimiz sorular var. Hangi Vasfiye gerçek? Anlatıcı yazar Erol’un afişi izlerken kurduğu senaryoları mı izledik? Filmi kült kılan özellik ise hikayelerin doğruluğunun sonunda öğrenilmemesi. Atıf Yılmaz, ataerkil düzenin hakim olduğu toplumda kadınların nasıl görüldüğünü pasif bir karakter olmayan Vasfiye üzerinden bizlere aktarıyor. Filmde kadınların hikayelerini erkeklerin yazması da ironik bir dille eleştiriliyor.
Aaahh Belinda (1986)
Aaahh Belinda, Atıf Yılmaz’ın yönetmenlik kariyerindeki önemli filmler arasında yer alıyor. Sadece Atıf Yılmaz’ın filmografisinde değil, Türk sinemasında da oldukça önemli bir konumu olan yapıt; En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu olmak üzere birçok ödül kazandı. Aaahh Belinda filminde de kadının özgürlüğü, kimliği ve toplumdaki konumu ustaca ele alınıyor.
Filmin başrolü Serap karakterine, Atıf Yılmaz’ın favori oyuncularından Müjde Ar hayat veriyor. Güçlü, entelektüel ve bağımsız bir kadın olan Serap, sevgilisiyle aynı evi paylaşan bir tiyatro oyuncusu olarak karşımıza çıkıyor. Hatta “Asiye Nasıl Kurtulur?” adlı oyuna hazırlanması ile Atıf Yılmaz’ın 1986 yapımı filmine bir gönderme görüyoruz. Tutkusu tiyatro olan ve reklamlara maskeyle izleyecek raddede tahammül edemeyen Serap, Belinda adlı bir şampuan markasından reklam teklifi alıyor. Evinin kadını ve iki çocuk annesi bir karakteri canlandıracağı bu reklam filmi adeta Serap’ın kabusu. Kendinin tam zıt karakteri olan Naciye‘ye dönüşmesi beklediğinden daha zor oluyor. Serap, Naciye’nin çocuklarının gerçek aileleriyle neden reklamda oynamadıkları hakkında bir diyaloğa giriyor. Kadınlar, “Bu saatten sonra bizim için sadece çocuklarımızın geleceği önemlidir.” cevabını veriyor. Bu durum toplumda kendilerini yalnızca evlerine, çocuklarına ve eşlerine adayan kadınların var olduğunu ve Serap’ın bu düşünceye ne denli karşı olduğunu gözler önüne seriyor. Klasik Türk aile yapısının parçası olmak ve evdeki sorumlulukları üstlenmenin tam aksine, Serap’ı kendini işine ve özgürlüğüne adayan bir kadın olarak izliyoruz.
Reklam çekimi sırasında saçını şampuanla yıkarken kendini kaptıran Serap, birdenbire kendini farklı bir evde, eşi ve çocukları ile birlikte gerçek Naciye olarak buluyor. Etrafında anne diye çığlıklar atan çocuklar, yemek yapmasını ve evinin kadını olmasını bekleyen bir eş… Serap’ın kabusu gerçek oluyor ve evden kaçarak kendini tanıyan birilerini aramaya çıkıyor. Delirdiğini düşünen insanlar, hastaneler, tiyatrolar, çocuklar, kaynanalar ve yemekler birbirini kovalarken Serap sonunda Naciye rolünü kabulleniyor. Naciye gibi davranmaya karar verdiği anda yönetmenin sesini duyuyor ve reklam filmi setine dönüyoruz. Düş ve gerçeğin birbirine girdiği bu filmde Atıf Yılmaz, toplumun farklı kesimlerinden farklı kadın tiplemelerine yer veriyor ve ataerkil düzene eleştirisini feminist bir yaklaşımla sinemasına yansıtıyor. Benzersiz bir anlatı ve döneminin toplumsal normlarına karşı daha önce konuşulmamış konuları büyük bir ustalıkla yansıtan Aaahh Belinda, yeniden çekilmesi mümkün olmayan değerlerimizden biri.
Hayallerim, Aşkım ve Sen (1987)
Kadın temalı üçlemenin son filmi olan “Hayallerim, Aşkım ve Sen”in başrollerini Türkan Şoray, Müşfik Kenter ve Oğuz Tunç paylaşıyor. Türkan Şoray filmde dört farklı karakteri canlandırıyor. Derya Altınay, Derya Altınay’ın canlandırdığı popüler film karakterleri Nuran ve Melek, Coşkun (Oğuz Tunç)’un senaryosundaki komşu kadın.
Filmin temel çatışması, Coşkun’un hocası olarak gördüğü bilge komşusu Hayati‘nin (Müşfik Kenter) temsil ettiği eski değerlerle, Derya Altınay ve yeni sinemacıların temsil ettiği yeni tutumlara dayanıyor. Sinema dünyasının arkasında dönenler, sanatçının sıkışmışlığı, küçük hayatların saflığı ve sinema tutkusu gibi birçok alt metin de yer alıyor.
Yetimhanede büyüyen ve çocukluğundan beri Derya Altınay’a büyük bir hayranlıkla bağlı olan Coşkun, genç bir senarist olarak karşımıza çıkıyor. Coşkun, “Yuvam” filminde çocuğunu kaybeden kederli Nuran ve “Bataklıkta Bir Gül” filmindeki pavyon şarkıcısı Melek ile birlikte yaşıyor ve bu karakterleri yalnızca kendisi görüyor. Derya Altınay’ın başrolünde olduğu bir senaryo yazmayı sürdüren Coşkun, Nuran ve Melek’in sınırlayıcı kalıplarından kurtularak yeni bir adım atmak istiyor. Sonunda Coşkun “Bir Beyoğlu Düşü” adlı senaryosunu tamamlıyor. Aynı yetimhanede büyüdüğü çocukluk aşkı Rukiye’yi evlat edinen Derya Altınay’a ulaşmanın bir yolunu buluyor.
Hayallerinin gerçek olmasının şaşkınlığıyla kendini kaybeden Coşkun, çekim ekibi tarafından film setinden uzak tutuluyor. Filmi izlediğinde ise senaryosunun melodramdan uzak bir macera, seks ve cinayet filminde dönüştürüldüğünü görüyor. Ticari kaygılar gütmeyen Coşkun saf sinemaya ve sanatın önemine vurgu yapmak istiyor. Final sahnesinde Coşkun’u gözlerindeki büyük hayal kırıklığı ile sinema perdesine bir kibrit fırlatırken görüyoruz. Sektöre isyanını bu eylem ile ortaya koyan Coşkun sinemadan çıkıyor.
Atıf Yılmaz bu önemli yapıtında sinema tutkusu ve kadın figürünün yanında iyisi ve kötüsüyle Beyoğlu sokaklarına ve meyhanelerine de sıklıkla yer veriyor. Hangisinin gerçek hangisinin düş olduğunu anlayamadığımız bir Atıf Yılmaz filmi daha böylece son buluyor.
İyi seyirler!