Bir Başkaldırı Romanı: Margaret Atwood “Evlenilecek Kadın”

spot_img

Margaret Atwood’un ilk kez 1969 tarihinde yayınlanan romanı olan “Evlenilecek Kadın” (orijinal ismiyle “The Edible Woman”) konusu bakımından günümüzde hala güncelliğini koruyan bir kitaptır.  

Yazarın kendisine göre, Evlenilecek Kadın romanı sanılanın aksine feminist edebiyat eseri değil, proto-feminist bir eserdir çünkü onu yazdığı 1965 yılında yükselen bir feminist hareket yoktur. 23 yaşında genç bir kadın tarafından düşünülmüş ve 24 yaşında kaleme alınmıştır. Aslında feminist hareket ve bu öngörüden bağımsız bir şekilde, kadının gündelik yaşamından ve karşılaştığı ortak ve temel toplumsal sorunlardan söz etmek ve bu sorunların geçmişten günümüze kadar gelen daimi varlığı konusunda çıkarıma ulaşmak doğru olacaktır.  

Marian içimizden biri 

Kadınların gündelik yaşamlarında karşılaştığı sorunları, toplumsal kalıpları ve dayatmaları ana karakterimiz Marian üzerinden okuyoruz.  Marian, tüketici davranışlarını ölçen bir araştırma şirketinde çalışan, hukukçu nişanlısı Peter ile evlilik hazırlıklarında olan genç bir kadın. Kitabın arka kapağında  “Her genç kızın rüyası değil midir bu?” şeklinde bahsedilirken Marian, bunun her genç kızın rüyası olmadığını bir süreç içerisinde öğreniyor ve biz de karakterin bu gelişim sürecine dahil oluyoruz. Karakterimiz zamanla et yiyememeye, Peter’le olan ilişkisini, evlilik kurumunu ve getirilerini, gerçek aşkı, özne olarak kendini sorgulamaya başlamaktadır çünkü kadının toplumda nesne olarak görüldüğü bir anlayış vardır. Ev sahibi, komşuları, arkadaşları kısaca toplumun her kesiminden insanlar ona roller yüklemekte ve kendi benliğini tanımasına müsaade etmemektedir.  

Marian, arkadaşı Ainsley ile birlikte yaşamaktadır ve ev sahibi, kendi kızının ahlakını “koruma” gerekçesiyle kiracılarının evini sürekli gözlemektedir. Eve alkol almaları, erkek arkadaş davet etmeleri ve daha birçok şey onun için bir sorundur. Yani Marian, mahrem alanı olan evinde bile huzurlu ve özgür değildir. Üstelik bu baskı ona bir kadın tarafından uygulanmaktadır. Ataerkil düzen, kadınların kendisini bile bu denli eline almış durumdadır. Öyle ki Marian, başta toplumun daha çok kabul gördüğü bir kadındır ve o da kendisini evliliğe hazırlanan, çok “normal” bir kadın olarak görüyordur. Örneğin ev sahibi onu ahlaklı bulmakta ve Ainsley’e göre daha çok sevmektedir. Evlenecek olması da pek tabi Marian’ın sosyal statüsünü yüksek kılan etkenlerden biridir, üstelik bir hukukçu olan Peter’le. Peter tam anlamıyla ataerkilliğin simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Marian, Peter’e karşı sürekli bir sorumluluk içerisinde hissetmekle birlikte bir de onun yarattığı imaja uymaya çalışmaktadır. Peter ise evli ve iyi aile babası bir adam olup sosyal statüsünü yükseltmek derdindedir ve bunun için Marian’ı bir oyuncak gibi şekillendirmeye çalışmaktadır. Marian çalıştığı şirket için bir anket yaptığı sırada Duncan’la tanışır. Duncan Peter’in tam zıttı bir karakterdir, bir o kadar plansız ve kaygısız yaşayan, toplumun dışında kalmış, hasta bir bedene sahip DuncanMarian’ın dış dünyaya açılan kapısına resmen ışık tutmaktadır. Çünkü o da aslında topluma yabancı bir karakterdir. Marian çoğu zaman Duncan’ın yanında kendisini hiç olmadığı kadar rahat hissediyor, bunu bir kaçış olarak görüyor, hatta ona hissettiği duyguların aşk olup olmadığını da sorguluyor. 

“Yoksa kendi bedeni de Peter için tüketilecek bir nesne midir?”  

Atwood bu kitabında, kadın ve hayvan bedenlerinin nesneleştirilmesini ortak bir payda olarak ele alıyor. Orijinal ismine bakacak olursak aslında bu çok anlaşılır bir mesele fakat kitabın içinde de yer yer bu tarz mesajlara yer veriliyor. Zaman geçtikçe Marian’ın aklındaki sorular büyüyor ve kocaman bir yer kaplıyor, Peter için kendisinin de bir nesne olduğunu fark ediyor. Peter’in tabağındaki eti yerken ki tavrı Marian’ın midesini bulandırıyor. 

Marian hayvan eti yemeyi bilinçli bir şekilde bırakmıyor fakat günden güne et yiyemez oluyor çünkü hayvanlar onun için bir nesne olmaktan çıkıyor, tıpkı kendi varlığını fark ettiği gibi onların varlığını da artık tanıyor. Fakat Marian’ın bu davranışı toplum tarafından “hastalık” ve “anormallik” kalıplarına sokuluyor, öyle ki kendisi bile bunu insanlarla paylaşmaktan çekiniyor. Aslında bu süreçte Marian her açıdan kendini tuhaf ve anormal buluyor ve bu hisler ona acı veriyor çünkü toplumun onun için koyduğu etiketleri yıllarca normal olarak görmüş ve kendisini de normal olarak kabul etmiş, şimdi bu sınırların dışına çıkıyor olmak onu korkutuyor ve kötü hissetmesine sebep oluyor. Nihayetinde karakterimiz hem kendisine hem de topluma karşı yabancılaşmaya başlıyor.

Tüketim toplumu 

Kitapta ele alınan bir başka konu ise tüketim toplumundaki cinsiyet rolleridir. Marian, tüketici davranışlarını ölçen bir şirkette çalışıyor ve bu konu da okurların dikkatini çeken konulardan biri olarak, kitapta kendine yer buluyor. Reklamların kadın bedeni üzerinden yapılması, kadının bedeninin nesne olarak görülmesinin toplumun içinde bu denli normalleşmesi ve ürünlerin belirli cinsiyet rollerine atfedilmesi gibi sorunlar ön plana çıkıyor.  

Kitap yalnızca Maria ve Peter üzerinden ilerlememektedir, Maria’nın ev arkadaşı Ainsley, iş arkadaşları, üniversiteden arkadaşı Len, evli arkadaşları Joe ve Clara da hikâyenin gelişiminde ve kitapta önemli rollere sahiptirler. Marian’ın yaşadığı bu süreç okuyucuya çok etkili bir biçimde geçiyor ve onun karakterinin gelişimi okuyucuları da düşünmeye sevk ediyor. 

spot_img
Simge Erkek
Simge Erkek
"Out of the ash I rise with my red hair and I eat men like air."

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.