
Rönesans döneminin en gözde sanatçılarından biri olmasının yanında, aynı zamanda Leonardo da Vinci’den 23 yaş küçük olmasına rağmen ondan 45 yıl fazla yaşamış, onun çağdaşı olan İtalyan sanatçı Michelangelo’nun ünlü Sistine Şapeli Freskleri’ni ortaya çıkarma sürecini biraz çetrefilli olarak addedebiliriz, zira kendisine Papa II. Julius tarafından siparişi verilen bir anıt mezar için malzemeler satın alıp Carrara ocaklarında dev mezar için mermer blokları seçmiş olan Michelangelo, işe başlamak için Roma’ya döndüğünde hüsrana uğradı. Papa, artık bu anıt mezar için eskisi kadar hevesli görünmüyordu. Michelangelo, eserlerini ortaya çıkarırken sanki önceden o eserle bir bütünmüş de kendi vücudunu yontarak ortaya çıkaracakmış gibi büyük bir tutkuyla çalışan bir heykeltıraş olarak Papa II. Julius’un bu tavrı, onu en derinden incitmeye yetmişti. Ernst Gombrich’in Sanatın Öyküsü kitabına göre Papa’nın bu tavrının nedeni, kendisine bir anıt mezar yaptırmaktan daha kıymetli görünen başka bir tasarıyla çatışmasıydı. Bu tasarı yeni San Pietro Kilisesi’ydi. Bu tavırla karşı karşıya kalan Michelangelo, kendisine karşı bazı planların yapıldığını düşünüp Roma’dan ayrıldı, Floransa’ya döndü ve Papa’ya çok sert bir mektup yazdı. Mektubuna, eğer onu istiyorsa bizzat kendisinin onu araması gerektiğini de eklemeyi unutmadı. Sakinliğini koruyan Papa, bir şekilde aradaki diplomatik ilişkileri konuşturarak onu Roma’ya dönmesi için ikna etti; bununla da kalmayıp hatta yeni bir sipariş almayı bile kabul ettirdi. Bu sipariş Vatikan’da, Papa IV. Sixtus tarafından yaptırılmış Sistine Şapeli’nin tavanına yapılacak freskleri içeriyordu. Şapelin duvarlarına Boticelli, Ghirlandio – ki kendisi Michelangelo’nun ustasıdır- gibi sanatçılar kendi sanatlarını icra etmişti fakat şapelin tavanı, tüm çıplaklığı ile Michelangelo’nun dokunuşlarını bekliyordu.
1502 yılında, bu tavanın freskleri için on iki havariyi içeren bir taslak çıkaran Michelangelo, ilk başlarda bu iş için çok isteksizdi çünkü kendisini bir ressamdan ziyade bir heykeltıraş olarak görmekteydi, üstelik bu işte onun içine sinmeyen bir şeyler seziyordu fakat yine de kabul ettiği bu işi bitirecekti. Kendisine Floransa’dan yardımcılar getirtmesine rağmen ilerleyen zamanlarda yanına kimseyi yaklaştırmadı ve deyim yerindeyse adeta şapele kapandı. Michelanelo’nun dört yıl süren hummalı çalışmaları sonucunda Vatikan’da, Rönesans’ın en görkemli sanat eserlerinden biri ortaya çıkmıştı: Sistine Şapeli Freskleri. Bu fresklerin tavana yapıldığını hatırlatmakta fayda vardır ki bu durum Michelangelo’nun ustalığını bir kez daha kanıtlar niteliktedir, zira eserini ortaya koymak için sürekli baş yukarı vaziyette çalışıp çok ciddi bir güç sarf etmesi gerekiyordu, üstelik yalnız başına çalışmak kendi tercihiyle ona yük bindiren bir durumdu. Zaman geçtikçe Michelangelo, böyle durmaya oldukça alışmıştı ki kendisine bu süreçte yazılan mektupları okumak için onları başının üstüne kaldırıp başını geriye atarak okumak zorunda kalmıştır. Sistine Şapeli’nin duvarlarında Musa ve İsa peygamberlerin hayatlarına dair hikayelerle karşılaşırız fakat başımızı yukarı kaldırdığımızda ise hikaye değişmektedir. Şapelin tavanının ortasında anlatılan hikaye, duvarlardaki yaşam öyküsünden farklı olarak Tekvin’deki yaratılışın dokuz ayrı mühim olayına bizleri çekmektedir. Bu dokuz sahnede anlatılan hikayeler, üçlü gruplara ayrılmış vaziyette resmedilmişti. Birinci üçlemenin konusunu, dünyanın yaratılışı oluşturmaktaydı. İkinci üçlemenin konusunu ise Adem ile Havva oluşturuyordu. Son üçleme ise Hz. Nuh’un hikayesini anlatmaktaydı. Kronolojik açıdan incelendiğinde ilk olarak dünyanın yaratılışını resmederek başlayacağı düşünülen Michelangelo, bu üçlemenin fresklerini, diğer freskleri bitirince resmetmeyi tercih etmiştir. Bu hikayeler, tavanın orta yerinde beş küçük alanda ve dört büyük alanda anlatılmıştır, ayrıca Michelangelo bu dev eserinde “ignudi” olarak bilinen gücü ve atletikliği simgeleyen çıplak figürleri kullanmaya da özen göstermiştir.
Michelangelo’nun fresklerindeki üçlü kompozisyonların içeriğinin biraz daha detayına inecek olursak; Michelangelo’nun dünyanın yaratılışı kapsamında işlediği ilk konu aydınlıkla karanlığın ayrılmasının olduğunu görürüz. Daha sonra Güneş’in ve Ay’ın yaratılışı ile suların ve karaların ayrılmasını işlemiştir. İkinci üçlemede Adem ile Havva’yı tasvir eden sanatçı, konu itibariyle onarın yaratılışını, ilk günahlarını ve cennetten kovuluşunu yansıtmıştır. Son üçleme olan Nuh Peygamber’in hikayesi ise Michelangelo’nun resmettiği Nuh’un Kurbanı freskiyle başlayıp Tufan ve Nuh’un Sarhoşluğu freskiyle sona ermiştir.
Michelangelo, şapelin pencereleri arasında yer alan tonoz başlarına Eski Ahit peygamberlerinin dev boyuttaki figürleri ile İsa’nın geleceğini önceden haber veren kadın kâhinlerin figürlerini de resmetmişti. Fresklere baktığımız zaman bu kişilerin mermer bankların üzerine oturmuş ve düşüncelere dalmış, okuyan, yazan, tartışan; ya da hepsi bir yana sanki içlerinden gelen sesi duymaya gayret gösteren erkek ve kadın figürler olarak resmettiğini görmekteyiz. Bu fresklerin tam ortasında bulunan Adem’in Yaratılışı freski, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sından sonra dünyada en çok röprodüksiyonu yapılmış eserdir.
Aydınlık ve Karanlığın Ayrılması
Güneş, Ay ve Bitkilerin Yaratılışı
Suların ve Karaların Ayrılması
Adem’in Yaratılışı
Bu freskin en dikkat çekici ayrıntıları Tanrı ve Adem’in birbirine uzanmış, işaret parmakları hafifçe yukarı kalkmış elleridir. Bazı görüşlere göre Michelangelo, Tanrı’nın yüzüne kendi yüzünü gizlemiştir ve Tanrı’nın da içinde bulunduğu figürlerle dolu kümenin dış çevresi ve iç kısmı, bir beyin olarak andırılmak istenmiştir. Michelangelo, en az Leonardo da Vinci kadar anatomi bilgisinin edinimine önem vermiş; bu edinimi gerçekleştirebilmek için sayısız kadavra incelemiştir. Bir başka görüşe göre ise Michelangelo, bu freskinde insanın Rönesans döneminden sonra Tanrı’ya ve inanca yabancılaşması resmedilmişti.
Havva’nın Yaratılışı
İlk Günah ve Cennetten Kovuluş
Nuh’un Kurbanı
Tufan
Nuh’un Sarhoşluğu
Son olarak Sistine Şapeli’nin köşe kısımlarında yer alan üçgen şeklindeki alanlara resmettiği sahnelerden bahsedecek olursak Michelangelo, bu kısımlarda Eski Ahit’ten dört hikayeye yer vermişti. Bu üçgen alanlara verilen isim mimari terminolojiden “pandantif”tir. Bu dört hikayenin ilk ikisini Haman’ın Cezalandırılması ile Musa ve Tunç Yılan Meseli oluştururken son ikisini ise Davud’un Golyat’ın Başını Kesmesi ile Yudit’in Holofernes’in Başını Kesmesi sahneleri resmedilmiştir. İlk iki sahne şapelin altar kısmının üstünde yer alırken son iki fresk ise şapelin giriş kapısında yer almıştır.
Michelangelo, bu zamana kadar dünyada hiçbir örneği olmayan bu artisistik vizyonu yaratırken sanat camiasına da asistanı Jacopo l’Indaco vasıtasıyla önemli bir katkıda bulundu. Tavanın freskleri için hazırladığı “intonaco” denilen tablo sıvasının küflendiğini fark etti ve bu durumu, sıvanın çok ıslak kalmasına bağladı. Bunun üzerine asistanı onun için yeni bir sıva hazırladı ve bu sıvanın içerdiği formül sayesinde sıvanın küf bağlamadığı görüldü. Michelangelo, freskleri için bu sıvayı kullanmaya başladı ve ardından bu yeni sıva formülü, diğer sanatçılar nezdinde de standart kullanılan sıva haline geldi.
Bahsedilecek diğer bir husus ise çalışma pozisyonlarına dairdir. Vasari, onun çalışma poziyonunu “Bu resimler için çalışma, başını devamlı yukarı kaldırarak yapıldığı için, gayet rahatsız edici şartlar altında yapılmıştır.” cümleleriyle açıklamıştır. Aynı zamanda bir şair olan Michelangelo, bu şartlar altındaki çalışma pozisyonunun verdiği rahatsızlığı, birkaç satırdan oluşan ve komik olarak addedebileceğimiz bir şiirle anlatmıştır. Michelangelo, yıllar sonra ellerinde oluşan romatizmal rahatsızlık sebebiyle gerek fiziksel gerek mental açıdan etkilense de sanatçı kişiliğini, çalışma alışkanlıklarını ve çalışma tarzını değiştirerek sürdürmüştür. Michelangelo; heykeltıraşlığı, şairliği, ressamlığı ile Rönesans döneminin en ünlü sanatçılardan biri olmuş, 18 Şubat 1564’te Roma’da hayatını kaybetmiştir. Rönesans sanatına çok büyük katkıları olan Michelangelo, kendinden sonraki sanatçılara da ilham kaynağı olmakla kalmayıp adeta onlar için bir idol haline gelmiştir. Günümüzün modern dünyasının sanatçılarına da hala ışık tutup onların yollarını aydınlatmaya devam etmektedir.
Kaynakça;
Ernst Gombrich, “Sanatın Öyküsü”
www.pivada.com/en/michelangelo-buonarroti-the-sistine-chapel-nine-main-scene
Gerçekten çok güzel ve akıcı bir yazı olmuş. Yazarın diline ve akıcılığına hayran kaldım. Başarılarınızın ve yazılarınızın devamını diliyorum. İçinizdeki sanat aşkı sönmesin. Saygılar ve sevgiler