Biyo-İktidar ve Şiddet: Azap Çektirmenin Azalışı

spot_img

Şiddetin politik olanla ilişkisini değerlendirirken Pinker, Leviathan tarzı bir siyasal erkin varlığının şiddeti azaltıcı bir etkisinin olduğunu vurgulamıştı. Şiddeti azaltıcı güçlerin varlığına dikkat çeken tek isim elbette ki sadece Pinker değildir. Bu isimlerden bir diğeri de Fransız filozof Michel Foucault’dur. Ancak şunun altını hemen çizmeliyiz ki, Foucault’nun azaldığını iddia etti şiddet, bizzat iktidarın uyguladığı şiddettir. Bu şiddet, belki de doğrudan şiddetin kaynağı ve hatta şiddetin kendisiydi. Foucault çerçevesinden şiddetin nasıl azalış gösterdiğine değinmeden önce, bu azalış öncesinde şiddetin ne demek olduğuna gelin hep birlikte kısaca bakalım.

Klasik çağ olarak adlandırılan dönemde şiddetin ne olduğunu ve nasıl uygulandığını anlamak için aşağıdaki satırlara bakmamız sanırız yeterli. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu adlı eserinden alınan bu satırlar, dönemin şiddet ile iç içe geçmiş yapısını rahatsız edici bir biçimde ortaya koyar.

“Damiens 2 Mart 1757’de ‘Paris kilisesinin cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye’ mahkum edilmişti; buraya elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerine bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla Greve meydanına götürülecek ve burada kurutulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalatılacak ve vücudu ateşle yakılacak, kül haline getirilecek ve küller rüzgara savurulacaktır” (Hapishanenin Doğuşu, s. 3).

Damiens’e yapılan bu halka açık “azap çektirme” uygulaması herkesin korkması gereken şiddetin sadece bir görünümüydü. İktidarın tekelinde bulunan ve şenlik haline getirilen bu uygulama iktidarın gücünün adeta bir simgesiydi.

Foucault’ya göre Klasik çağ olarak adlandırılan bu dönemde iktidar birçok şey üzerinde tasarruf gücüne sahipti ve buna şiddete başvurma tasarrufu da dahildi. Bu bakımdan hükümdar ve temsil ettiği iktidar şiddete başvurma ve yaşamı ortadan kaldırma ayrıcalığına da sahipti (Foucault, 2013, s. 97). Modern öncesi dönemde iktidarın ölüm ve yaşam üzerindeki kudretini ve onun aslında ne anlama geldiğini Byung-Chul Han, şöyle ifade etmektedir (2018, s. 16);

“Modernite öncesi zamanlarda şiddet her yerde hazır ve nazırdı, gündelik hayatın bir parçasıdır ve alenidir… Hükümdar iktidarını öldürme fiili üzerinden, kan dökmek vasıtasıyla ilan eder. Kamusal alanlarda sahnelenen kanlı seyirlikler, iktidarını ve haşmetini kurgulamak içindir. Şiddet ve şiddetin teatral sahnelenişi burada iktidarın ve hegemonyanın önemli birer aracıdır.”

Demek oluyor ki modern öncesi dönemde iktidar kendisini bizzat şiddet aracılığıyla var etmekte ve şiddet, Han’ın da işaret ettiği gibi bir hegemonya aracıydı.

Ancak her ne olduysa iktidarın tekelinde bulunan ve şenlik haline getirilmiş olan bu “azap çektirme” ayini, XVIII. yüzyılın sonuyla XIX. yüzyılın başlarında tarihe gömülmek üzereydi. “Azap çektirilen, parçalanan, organları kopartılan, yüzüne veya omzuna simgesel damga basılan, canlı veya ölü olarak teşhir edilen, seyirlik unsur haline getirilen beden birkaç on yıl içinde ortadan kaybolmuştur. Beden, ceza ile yıldırmanın ana hedefi olmaktan çıkmıştır” (Foucault, 1992, s. 9). Ceza çektirme artık bir seyirlik unsur olmaktan çıkmış farklı bir yöntem ile uygulanma sürecine girmiştir. Cezanın seyirlik sunulması hem iktidarın bir görünümü hem de kitleleri sağaltım işlevi görmesinden çok olumsuz bir gösteriye dönüşmüştür.  İktidarın öldürüyor olması demek onu yüceltmek demek değildir; sergilenmemesi, gizlenmesi gereken bir yapıya bürünmüştür. Dahası bu seyirlik şiddet, ceza uygulanan bedene karşı bir sempati ve acıma duygusunun oluşmasına sebep olurken cezanın uygulayıcısı olan cellat ise utanılacak bir figür haline gelmiştir.

Her ne kadar azap çektirme ortadan kalkmışsa da ceza uygulaması sadece biçim değiştirmiştir. Azap çektirmenin azalışı demek seyirlik şiddet unsurunun silinmesi, ceza uygulamasının daha edepli hale gelmesi ve bedene dokunulmaması demek oluyordu artık. “Cezalandırma, bu dayanılmaz duygular sanatından, bir askıya alınan haklar ekonomisine geçmiştir” (Foucault, 1992, s. 13). Bedene acı çektirmek bir tarafa, acı çektirmeden beden dışı bir cezalandırmayla haklarından mahrum bırakmaya evirilen bir sürece girilmiştir. Ancak yine de bir mahkûmun diğerlerinden daha fazla ceza çekmesi, en azından bedensel bir şiddet görmesi taraftarlığı bazı kesimler tarafından istense de süreç bunun tersini göstermekte; “azaba yönelik” ceza giderek azalmaktadır (Foucault, 1992, s. 19).

 

Amaca Giden Yol Kapitalizmden Geçiyor

O halde azap çektirmede meydana gelen bu azalışın temel sebebi neydi? Foucault’a göre bunun nedeni ne daha az gaddarlık yapmak ne daha az acı çektirmek ne insanlığa olan saygının artması ne de şiddetin yoğunluğunun azalmasıdır. Asıl sebep iktidarın amacında meydana gelen bir amaç değişikliğidir (Foucault, 1992, s. 19). Modern çağ ile şiddet uygulayan iktidar anlayışı kökten değişime uğramıştır. Öldürme kudretini elinde bulunduran iktidar, artık yaşatan iktidara evirilmiştir. “Ölüm hakkı; o andan itibaren, yaşamı yöneten bir iktidarın gerektirdiklerine doğru kaymaya, ya da en azından bunlara dayanmaya ve bunların taleplerine uymaya yönelecektir” (Foucault, 2013, s. 100).

Yaşanan amaç değişikliğiyle bireyin yaşatılmasının gerekliliği anlaşılmış ve bireyi daha verimli hale getirmek öncelik haline gelmiştir. Öznenin bedeni kapitalist sistem uğruna kontrol altına alınmış, müdahaleler sadece bedene değil özel yaşama da sirayet etmiştir (Bayır, 2020, s. 3). Böylelikle şiddet uygulama tekelini elinde bulunduran egemen iktidar anlayışı yerini öznenin eylemlerini ve bedenlerini konusu haline getiren disiplin edici iktidar modeline bırakmıştır (Altunok, 2008, s. 16).

Foucault, otoriteyi daha etkin kılmak ve topluma daha fazla nüfuz etmek için kurulan iktidar teknikleri nedeniyle şiddet kullanımının geçmişe göre azaldığı sonucuna varır. 18. yüzyılda bu amaçla yaygın olarak kullanılmaya başlanan akıl hastaneleri, hapishaneler, okullar, fabrikalar gibi kurumlar gücü yeni bir boyuta taşımış ve onu cezalandırıcı değil disipline edici bir otoriteye dönüştürmüştür. Ölümü şenlik halinde sunmak iktidarın kaybedilmesi anlamına gelmektedir artık. “Ölümü çevreleyen şatafat, siyasal tören alanına giriyordu. Ama bugün, iktidar, etkisini yaşam üzerinde ve bu yaşam sürdükçe kurar; ölüm bunun sınırı, iktidarın elinden kaçan andır; böylece ölüm varoluşun en gizli, en “özel” noktası olur” (Foucault, 2013, s. 102). Böylece iktidarın görünmezliği şiddetin de görünmezliğini belgeliyor; şiddet artık ulu orta gerçekleştirilmiyor ve kapalı kapılar ardında kendisini gösteriyordu.

Biyo-iktidar, modernleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu yeni iktidar kavramına Foucault’nun atıfta bulunduğu şeydir. Bu güç algısı, ayrılmaz bir şekilde kapitalizmin yükselişiyle bağlantılıdır. Foucault’ya göre kapitalizm, bedenleri kapitalist üretim sürecine mümkün olduğunca dahil etmeye çalışırken aynı zamanda itaatlerini artırmayı da amaçlar (2013: 100). Bu daha fazla yaşatırken daha fazla bağımlı kılmaya dayanan bir güç paradigmasının ortaya çıkışıdır. Sonuç olarak, bu değişen güç anlayışının öncülü hayatta kalmak olduğunda, güç ve şiddet gerçekliği sorgulanmaya başlanmıştır. Egemenliği korumak için uygulanan geleneksel şiddet biçimleri, biyo-iktidar ile ancak toplumsal refah ve devamı adına uygulanır olmuştur. Savaşlar artık bir hükümdar uğruna yapılmıyor herkesin yaşaması uğruna yapılıyor. Başkasını öldürmek kendi halkının yaşaması anlamına gelmektedir. Böylece katliamlar yaşamsal hale gelmiştir; “‘yaşayabilmek için öldürebilme’” fikri, devletlerarası bir strateji ilkesine dönüşmüştür; ama söz konusu olan, egemenliğin hukuksal varlığı değil, bir halkın biyolojik varlığıdır. Eğer soykırım modern iktidarların düşlediği bir şeyse, bu, eski öldürme hakkının günümüzde geri gelmesinden değil, iktidarın yaşam, tür, ırk ve kitlesel nüfus olayları düzeyinde yer alması ve kendini orada göstermesindendir” (Foucault, 2013, s. 101). Sonuç olarak günümüz savaşları, soykırımlar ve katliamlar, toplumun refahına ve bekasına tehdit oluşturduğu düşünülen unsurlara karşı yapılan meşru şiddet eylemleri olarak görülmektedir (Altunok, 2008, s. 18-19).

Foucault’nun “modernitenin eşiği” olarak adlandırdığı biyo-iktidar, şiddeti cezalandırma prosedürlerinden dışlarken, onun yerine onarıcı ve yenileyici bir ceza stratejisi üzerine kurulu bir düzeni ifade eder. Okul, hapishane, aile, ordu, akıl hastanesi gibi kurumlar, bireyin daha iyi hale gelmesine ve üretim süreçlerine uygun bedenlerin oluşmasına, bir başka deyişle bu ceza sistemlerinin daha doğru çalışmasına hizmet etmektedir. “Çıplak yaşamın kendisi artık politikanın tam merkezindedir ve ona yönelik şiddet karşısına iktidarı alır” (Keskin, 1996, s. 122). Dolayısıyla Foucault açısından şiddetin azaldığını ya da en azından daha az belirgin hale geldiğini iddia etmek yanlış olmaz. Ancak şiddetin halen var olduğunu ve görünmezlik pelerininin arkasına saklandığını hatırlamak önemlidir. Bu mercekten bakıldığında, şiddet gerçekten azalmamış olabilir, aksine yeni bir yüze bürünmüş olması da muhtemeldir. İktidarın bu görünmeyen yapısı ise onu etkisiz kılmamış; daha ziyade her yerde hissettirerek etkinliğini de artırmıştır. Nitekim, bireyler üzerinde çeşitli stratejiler aracılığıyla denetim kurması bakımından geleneksel iktidardan ayrılan biyo-iktidar, “her yerde hazır ve nazır” sloganıyla bir şekilde kendini ispatlamaktadır.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, yazarımızın şiddet konulu diğer yazılarını da okuyabilirsiniz:

Şiddetin Politik Yönleri

Şiddeti Dışarıda Aramak

Şiddetin Doğasına Yönelik Bazı İçgüdüsel Yaklaşımlar

 

 

Kaynakça

Altunok, G. (2008). Şiddetin Eleştirisi Olarak İktidar: Arendt ve Foucault. Doğu Batı (43), 51-75.

Bayır, M. (2020). Michael, Foucault’da Biyoiktidar ve Benlik Teknikleri. Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi (6), 1-13.

Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu (6 b.). (M. A. Kılıçbay, Çev.) Ankara: İmge Kitabevi.

Foucault, M. (2013). Cinselliğin Tarihi (5 b.). (H. U. Tanrıöver, , Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Han, B.-C. (2018). Şiddetin Topolojisi (3 b.). (D. Zaptçıoğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

Keskin, F. (1996). Foucault’da Şiddet ve İktidar. Cogito (6-7), s. 117-122.

 

spot_img
Evren Ersoy
Evren Ersoy
"Kitle kültürü süssüz bir makyajdır"

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Alıntının Hikâyesi: Livaneli’den Aşk, Travma ve Unutabilmek Üzerine

“Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.”

Müziğin Kalbinin Attığı O Yer: Royal Albert Hall

1871'de açılan Royal Albert Hall yıllar boyunca birçok sanat etkinliğine tanıklık etmiştir.

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.