Bizans İmparatorluğu döneminde gelişerek yayılan Bizans sanatını ve diğer sanat akımlarında nasıl izler bırakmış olduğunu ”Bizans Sanatı: Nasıl Gelişti ve Sonraki Dönemleri Nasıl Etkiledi?” başlıklı içeriğimizde ele almıştık. Bu içeriğimizde ise, Bizans sanatının mimariye olan yansımalarından ve ihtiyaçtan doğarak kendilerine özgü özellikler kazanan mimari yapılarından bahsedeceğiz.
Bizans Mimarisinin Oluşumu ve Geçirdiği Evreler
Siyasi ve tarihi olaylara göre devirlere ayrılan Bizans Mimarisinde ibadet etmek amacıyla birçok kilise, şehrin korunması için surlar ve su ihtiyacını karşılamak için ise sarnıçlar inşa edilmiştir. Erken dönemden son döneme kadar zincirleme olarak ilerleyen mimari, dönemlerin koşullarına uygun olarak değişmiştir.
Erken Dönem Bizans Mimarisi
Erken dönem Bizans mimarisi, 300-750 tarihleri arasında özellikle Batı Akdeniz ve İtalya’da gelişmiş, yaklaşık 300-500 tarihleri arasında, Geç Antik sanattan çok farklı olmayan fakat teknik açıdan ondan daha zayıf nitelikte eserler vermiştir. Bu dönemin yeni olarak nitelenebilecek tek özelliği, Hristiyanlıkla birlikte gelen ikonografidir. Mimari açıdansa, dönemin geleceğe yönelik katkısı Roma bazilikasını temel alarak kilise plan-şemasının oluşturulmaya başlanmasıdır. Hristiyanlık yaygınlaşmadan önce Pagan inancının hakim olduğu ve çoğu Pagan-Romalı’nın varlığını sürdürdüğü kesimlerde Hristiyanlık inancı yasaklanmıştı.
İbadetlerini gizli gerçekleştiren Hristiyan Romalılar, bir bazilikanın en arka, köşe yerlerinde ibadet ederlerdi. Bunlardan biri olan, Hristiyanlığın en eski mabedinin kalıntısı Fırat kenarındaki Duro Eurapos‘da bulunmuştur. Justinianus döneminde (527-565) durum farklılaşmıştır. İmparatorlara verilen önem artmış, başta Ayasofya olmak üzere önemli ve büyük eserlerin verildiği bir erken dönem olmuştur. Birçok kilise inşa edilmiş var olan kiliseler onarılmış ve çok sayıda ikonalar ortaya çıkmıştır. Dış cephesi oldukça sade tutulan Erken Bizans dini mimarisinde yaygın olarak plan-şeması içinde bazilikal plan ve merkezi plan izlenmiş Justinianus döneminde haç plan tipi ortaya çıkmış ve diğer dönemlere zemin hazırlamıştır.



Orta Dönem Bizans Mimarisi
Orta Bizans dini mimarisi 864-1204 arasında Latin istilasına kadar geçen süreyi kapsamaktadır, bu dönem Bizans için Rönesans sayılır. Bu dönemde Bizans kültürünün İslam medeniyetiyle beraber, Ortaçağ içinde, İlkçağın bilgi ve geleneklerini, yakın doğunun sanat anlayışıyla harmanlanmış biçimde sürdürdüğü görülür.
Örneğin, İlkçağ mezar mimarisinden gelen haç planlı kiliseler görülmüştür. Erken Bizans devrinin son dönemlerinde ortaya çıkan bu plan tipi, serbest haç planlı ve kapalı Yunan Haçı planına sahip olup, orta devirde kapalı yunan haç planlı yapılar yaygın olarak kullanılmaya başlanır. Diğer adıyla kare içinde haç olarak adlandırılan plan tipi, dört serbest destek üzerine oturan kubbenin doğu-batı kuzey-güney yönlerine haç kollarının genişlediği ve haç kollarının boşluklarının dört köşe oluşturduğu bir plan tipidir. Bazilika planın haçvari planla birleştiği 6. yüzyıl mimarlığıyla 9-10. yüzyıl mimarlığı arasındaki geçişi simgeler. İznik Koimesis Kilisesi ve Ankara Aziz Klemens Kilisesi bu türe örnektir.

Son Dönem Bizans Dini Mimarisi
Son Dönem Bizans mimarisi 1204-1453’e kadar olan süreyi kapsamaktadır. İstanbul’un Palaiologoslar tarafından geri alınışından sonra (1261) farklı akımlarla sanat değişik bir karakter kazanmış, mimari ve resim sanatı canlanmıştır. Bunun en karakteristik örneğini İstanbul’da bulunan Pammakaristos Manastırı Kilisesi‘nde (Fethiye Camii) görmek mümkündür. Kilisenin iç kısmında ilk anda göze çarpan yerleri mozaikle, köşede kalmış yerleri de freskoyla süslenmiştir. Bunun sebebi, mozaik altınla döşendiğinden ve daha pahalı malzemeyle yapıldığından doğrudan dikkat çeken taraflara döşenmiş olmasıdır.
İstanbul’a özgü olan U şeklinde eş yükseklikte kubbeyi koridor gibi çevreleyen dehlizli plan tipi, Orta Bizans döneminin sonlarına doğru kullanılmaya başlanırken Son Bizans devrinde yaygınlık kazanır. İstanbul’da sadece üç yapıda dehlizli plan tipi uygulanmıştır, bunlar: Koca Mustafa Paşa Camii, Feneri İsa Camii, Fethiye Camii‘dir.

Bizans Sivil Mimarisinin Parçası Olan Büyük Kültür: Yerebatan Sarnıcı
Sarnıç kelime anlamıyla, kent sakinlerinin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yer altında inşa edilen, etrafı duvarla çevrelenmiş, su geçirmez mahzen veya su haznesidir. Sarnıçta su depolamak için ya yağmur suyu biriktirilir ya da başka bir kaynaktan suyun getirilmesi gerekir. İstanbul’daki sarnıçlar Trakya’dan bağlanan su kanallarıyla su girişini sağlamaktadır. Yaz aylarında artan su talebini karşılamak amacıyla Bizans imparatorları, özellikle Ioustinianos, birçok anıtsal sarnıç inşa etmiştir.

Ioustinianos dönemi yapılarını anlatan Prokopios, diğer mevsimlerde bol olan ve su yolları ile kente getirilen suyun arta kalanının, yaz mevsiminde ortaya çıkabilecek su ihtiyacını karşılaması amacıyla imparatorluk stoası avlusundaki sarnıcın inşa edildiğini belirtir. Kuşatmalar sırasında, su yollarının bozulma tehlikesi bulunduğundan, kentin su ihtiyacının karşılanmasında sarnıçların stratejik bir önemi de vardı. Ioustinianos döneminde, 526-527 seneleri arasında inşa edilen sarnıç, denizden 30 m yüksekliktedir.
Prokopios, sarnıcın inşasını şöyle anlatır:
Avukat, davacı ve bu işlerle ilgili başka kimselerin davalarını hazırladıkları imparatorluk stoasında çok uzun ve çok geniş bir avlu vardır ve bu avlu dört tarafında sütunlarla çevrilidir; yapının temelleri toprağa değil kaya üstüne atılmıştır. Avluyu, her biri bir kenarda olmak üzere dört adet sütun sıralı stoa çevreler; İmparator Iustinianus, güneye bakan stoanın çok derin olarak kazılmasını emretti ve buraya, yaz mevsimi dışındaki mevsimlerde çok bol olduğu için ziyan edilen suyun, yaz mevsimi için toplanacağı uygun bir su haznesi yaptırdı.
Şehre giren su yolu Ayasofya maksemine ulaşıp, oradan Yerebatan Sarnıcı’nı doldurmaktaydı. Sarnıç, kayalık bir zemine oturan, 138 x 64,6 m ölçülerinde ve dikdörtgen planlı, tuğladan inşa edilmiş bir yapıdır. Toplam 336 sütun, üzerindeki tuğla örgülü tonozu taşır. Doğu-batı yönünde 28, güney-kuzey yönünde 12 sütun sırası bulunur. Yapıda, Korint sütun başlıkları ve Medusalı başlıklar gibi devşirme malzemeler kullanılmıştır.
Zaman içerisinde sarnıçlar suyla birlikte gelen kum ve toprak ile dolmaktaydı ve mevcut sarnıçlar yaz aylarında ancak bir ay kadar hizmet sunabilir duruma gelmişti. Çeşitli defalar su yolları onarılsa da, Yerebatan Sarnıcı’nın kapsamlı bir biçimde restorasyonuna dair adımlar 1846 tarihinde gündeme gelmiştir. 1846 tarihinden önce sarnıca kısmi müdahaleler yapıldı. Ayasofya Camii’ne giden yolun altındaki kemerlerin çöküp yolun ikiye ayrılması nedeniyle 1722 senesinde sarnıçta yapılan çalışmalar, tespit edilen ilk restorasyon girişimidir. İvaz Mehmed Ağa emeğiyle bu müdahale gerçekleşti. Mimar Ali Ağa ve hassa mimarbaşısı Kayserili Mehmed Ağa’nın keşif defterine göre restorasyon esnasında tuğla ile cila sıvalı sekiz adet payeler yerleştirildi ve tonozun örülmesiyle açıklık kapatıldı.
Su yolcu ve hamamcı ustalarının ise sandallarla gruplar halinde, resmi ve teknik kısıtlamalar olmadan sarnıç içerisinde keşif yapmalarının önünde bir engel yoktu.
Dolayısıyla, sütun aralarını düzenli bir oranla gösteren, sarnıcın detaylarını olduğu şekilde aktaran ve şimdiye kadar keşfedilmiş en erken tarihli belge su yolcu ve hamamcı ustalarının hazırladıkları plandır;

I. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, sarnıca elektrik tesisatı döşenerek giriş ücreti karşılığı ziyaretçilere açıldı. Bu yıllarda, bir Alman denizaltından bot getirtildiği, Alman arkeolog Eckhard Unger’in bu botla sarnıcı gezdiği ve yapının ölçülerinin ilk kez alındığına dair görüşler bulunmaktadır. 1921 tarihinde Reşid Beyzade vermiş olduğu bir dilekçede süreç hakkındaki hikâyeyi geliştirmektedir. Sarnıç girişinin, yaklaşık seksen senedir ailesine ait konağın içerisinde bulunduğunu ve savaş sırasında Alman mühendislerin sarnıca elektrik tesisatı döşediğini söyler. İtalyalı De Orani Apolonyo isminde bir şirketin Rus işçileri çalıştırarak çeşitli tadilatlar yaptığını ve sarnıcın içine bir de iskele kurduğunu ihbar eder. Polis ve Mühendis İbrahim Bey bölgeye giderek restorasyonu durdurur ve yapılan çalışmalarda sarnıç girişini, Apolonyo şirketine, Nureddin isminde birisinin kiraladığı belirlenir. Daha sonrasında FSM Vakfı’na; sarnıcın “asar-ı âtikâdan” olmasıyla müzeye ait olduğunu iddia etmiştir. Aradaki anlaşmazlık, sarnıcın belediyeye bağlanması ile çözülmüş ve sarnıç 1940 yılında ise Müzeler Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Günümüzde de müze olarak işlev gören Sarnıç, son dönemde yapılan restorasyon çalışmalarıyla sütun kaideleri arasındaki gergiler sağlamlaştırılmış, düzenlemeler eklenmiş ve onarıma kavuşturulmuştur.
Kaynak
Ayhan H., Osmanlı Döneminde Yerebatan Sarnıcı ve Mahallesi, Yıllık: Annual of Istanbul Studies 1, 2019.
Kerim A., Arkeolojik Gezi Rehberi Yeraltındaki İstanbul, İBB, 2022
Annie Pralong, Bizans: Yapılar, Meydanlar, Yaşamlar, kitap yayınevi, 2011