Black Mirror dizisi hayatımıza 2011 yılında girmiş ve aslında bundan 15-20 yıl sonraki dünyanın nasıl olacağı hakkında sinyaller de vermiştir. Dizi 5 sezondan oluşmaktadır. Her bölümü farklı kalemlerin ele aldığı senaryolardan oluşan ve yönetmenliğini de farklı farklı isimlerin üstlendiği bu distopik kurgu izleyenler üstünde oldukça büyük etkiler bırakmış, bırakmaya da devam etmektedir.
Her bölümü farklı bir distopik dünyaya açılan Black Mirror’ın bir yazıda sınırlandırılmaması gerektiğini düşünerek bir seri haline getireceğimiz inceleme yazımızın ilk bölümü Milli Marş.
Milli Marş (The National Anthem)
Milli Marş (The National Anthem), dizinin birinci sezon birinci bölümüdür. Hikâye aslında prensesin kaçırılması ile başlar. Prenses kaçırılır ve onu kaçıran kişi/kişiler prensesi serbest bırakmak için başbakandan belli taleplerde bulunur. İşte aslında her şey tam da bu talep noktasında başlar. Kaçıranın talebi başbakanın domuzla canlı yayında kamuoyu önünde ilişkiye girmesidir. Başbakan bu talebi ilk duyduğunda ciddiye almaz şaka niteliği taşıdığını düşünür ve doğal olarak kabul etmez.
Daha geniş bir perspektiften bakarsak bölüm bize iki farklı değerlendirme yapabilme imkânı veriyor. İlki medyanın insanlar üzerindeki gücü ve ortaya koydukları tutumlarda etkisi. Youtube ve Twitterda bu olay hızla yayılıyor ve insanlar bu konu hakkında videolar çekiyor, tweetler atıyor. Başbakanın üzerinde bir baskı oluşmasına neden olan bu durum aslında bizlere sosyal medya araçlarının gücünü de göstermiş oluyor.
Sosyal medya kullanıcıları başbakana domuzla ilişkiye girip prensesi kurtarması yönünde ciddi baskılar yapıyor ve bu durum yüzünden başbakan ciddi eleştirilere maruz kalıyor. İşte tam bu noktada dizinin bu bölümü bize teknolojinin yarattığı bu distopik dünyanın sinoptikona doğru yani çoğunluğun azınlığı izlediği bir dünyaya doğru evirildiğini göstermektedir.
Sinoptikon kavramını tartışmadan önce panoptikon bahsetmek sinoptikonu anlamamız açısından daha doğru olacaktır. Panoptikon ilk olarak Jeremy Bentham tarafından bir hapishane tasarımı olarak ortaya konulmuştur. Bununla beraber Bentham panoptikonu “bir üst aklın, gücün elde edilmesinin yeni bir modeli”olarak ifade etmiştir. Daha sonra kavram sosyal bilimlere Michel Foucault tarafından kazandırılmıştır. Foucault panoptikon kavramı ile iktidar, muhalefet ve yönetilen ilişkisini “göz” “bakış” açısıyla ortaya koymaktadır. Focuault panoptikon kavramını yaratırken Bentham’ın hapishane modelini incelemiştir. Focuault’un Hapishanenin Doğuşu adlı kitabında yer alan “ … Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.” ifadesi de panoptikon kavramına bakış açısını yansıtır.
Sinoptikon kavramı ise panoptikondan farklı olarak yukarıda da belirttiğimiz gibi çoğunluğun azınlığı izlemesini ifade eder. Diğer bir ifade ile kitle iletişim araçlarının özellikle sosyal medyanın gündelik hayatımıza yerleşmesi ile çok olan kısım yani halk az olan kısmı yani iktidarı izlemeye başlamıştır. Bununla beraber çoğunluk kendi söylemleri ile azınlığı etkileyebilir ve bu etkiyle azınlığa istediğini yaptırabilir ve hatta azınlığın davranışlarını kendi isteklerine göre şekillendirebilir.
İkinci olarak diğer bir değerlendirme ise medyanın eğlenceyi bir tüketim aracı haline dönüştürüp metalaştırmasıdır. Buradaki en büyük etken ise tekno-kapitalizm dediğimiz olgudur. Tekno-kapitalizm bireyin gündelik yaşamının her alanında teknolojileşmesi anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle teknoloji, araç olmanın ötesinde egemenlik boyutu kazanır. Birey teknolojinin egemenliği altına girmiştir ve tüm davranış ve tutumlarını buna göre şekillendirmeye başlamıştır. Bu egemenlik altında eğlence bir meta haline gelmiş ve tüketim aracı halini almıştır. Tam bu noktada diziye geri dönersek aslında bu dediklerimiz ile aradaki korelasyon daha iyi anlaşılacaktır.
Başbakana yollanan bu tehdit mesajı ilk ortaya çıktığında kamuoyu tarafından ciddiye alınmadı ve yukarıda belirtiğimiz gibi hem başbakan hem de kamuoyu tarafından şaka olarak nitelendirildi. İşte eğlence kavramı meta olarak ilk burada karşımıza çıkar. Halk bu olayı eğlence olarak görmüş ve işin ciddiyetini anlayana kadar eğlenceyi “şaka” yoluyla tüketmişlerdir. İşler ciddiye bindiğinde ise artık farklı bir eğlence kapısı açılmıştır. Bu eğlence şakadan biraz daha farklı olarak kendi söylem ve isteklerini yaptırabileceklerini fark ettikleri evredir. Bu evrede artık eğlence metasını başbakan üzerinde yarattıkları sosyal medya baskısı üzerinden tüketmeye başlarlar. Bu yaratılan baskı başbakanın talebi kabul etmesiyle sonlanır ve halk arzuladığı sonuca ulaşmış olur. Bu da aslında Mike Watson’ın Kavramsal Militanlık Üzerine; Politik Sanat Manifestoları kitabında da belirttiği gibi tekno-kapitalizm dediğimiz olgunun arzu ve fantezilerimiz üzerinde kurduğu hakimiyetin göstergesidir. Başka bir deyişle gösteri toplumu olma yolunda ilerleyişin hemen her evresi tamamlanmıştır da denilebilir.
Sona doğru yaklaşırken halk ekran başına geçmiş ve eğlence metasının son noktasına ulaşmışlardır: İğrenme ve tiksinti. Başbakanın domuzla ilişkiye girmesi için her şey tamamlanmış, saatler belirlenmiş ve başbakan ekranda yerini almıştır. Kendi zaferleri olarak gördükleri bu durumu izlemek için can atan halk, olayı büyük bir iğrenmeyle izlemiş, bu durumdan rahatsız olmuşlardır.
Bölüm boyunca sosyal medyanın halk üzerindeki gücünü çok net bir şekilde görebiliyoruz. Giderek bir medya toplumu halini alan ve sergiledikleri davranış ve tutumlar sadece birer gösteriden ibaret olan toplumun, tekno-kapitalizmle beraber arzu ve fantezilerini ön plana koyduğunu ve yavaş yavaş etik değerlere yabancılaştığını söyleyebiliriz.
Kaynakça
Medya Gösterisi, Douglas Kellner, Açılım Kitap, Çevr. Zeynep S. Doğruer, 1.Baskı, Şubat 2010
Hapishanenin Doğuşu, Michel Foucault, Çevr. Mehmet Ali Kılıçbay İmge Yayınevi, 8.Baskı, 2015