Breaking Boundaries: Dünya Artık Yuvamız Değil

spot_img

David Attenborough ve Netflix iş birliğinin üçüncü yapımı olan Breaking Boundaries: The Science of Our Planet belgeselini sizler için inceledik.

 

David Attenborough; doğayı anlayan ve doğa ile iletişim kurabilen bir doğa bilimci olarak bizleri bu belgeselde de uyarıyor. Evet, bu belgeselde de aynı konulardan farklı araştırmalardan ve hala umudumuz olduğundan bahsediyor. Attenborough, gelecek için bir vizyon oluşturmak, daha fazla kaybetmeden toparlamak için insanlığı bu yapımla yeniden uyarıyor.

Breaking Boundaries: The Science of Our Planet adlı bu belgeselin yapımcılığını Silverback Films, yönetmenliğini Jon Clay üstleniyor. David Attenborough’un anlatıcılığını yaptığı belgeselde gezegenimizi yaşanabilir kılan denge noktalarında ne durumda olduğumuz anlatılıyor. Dünyanın sıcaklığı, azalan biyoçeşitlilik, karbon salınımı, ormansızlaşma, doğal su kaynaklarının ve ozan tabakasının durumu gibi çözüme ulaşması gereken birçok kritik noktamızın olduğunu söylüyor. Dünyaya bir daha aynı şekilde bakamayacağınızın garantisini veren bir belgesel. Çünkü gezegenimiz bizi son zamanlarda acı bir şekilde uyardı. Orman yangınları, kuraklık, buzul erimeleri ve sel haberleriyle fazlasıyla karşılaştık. Belgeselimiz tam bu noktada bizi tutup kendimize gelmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Belgeselimiz bizi hangi noktalarda uyarıyor?

Değişen dünya sıcaklığı ile ilk uyarısını yapıyor. Modern dünyayı kurmanın temelinde gezegenin sıcaklığı olduğunu bizlere hatırlatıyor. Evet, sağlıklı bir gezegenin dengeli bir sıcaklığa ihtiyacı var. Deniz seviyesinin dengesi, tahmin edilebilir mevsimler insanlık için çok önemli ve insanlık bu dengeye bağımlı. Bilim insanları kısa süre önce holoseninin bittiğini artık antroposen çağında olduğunu kabul etti. Çünkü insanlar dünyanın yaşanılabilir topraklarının yarısını tarım ve hayvancılık için dönüştürdü, okyanusların yarısından fazlasında bilinçsizce aktif olarak balıkçılık yaptı ve tek bir ömürde dünyayı bir dereceden fazla ısıttı. Bu yüzden bulunduğumuz çağ artık insanlık çağı olarak adlandırılıyor.

Bulunduğumuz bir diğer kritik eşik ise karbon seviyemiz. Belgeselimiz karbon seviyesinin kritik noktalarını grafiklerle anlaşılır bir şekilde anlatıyor ve bizlere geri dönülemeyecek bir noktaya gelmemizin çok yakın olduğunu söylüyor. Bu durumdan ise kurtulmanın en önemli çözümü ise önümüzdeki 30 yıl fosil yakıt kullanmayan bir dünya olmak.

Hayatımızı tehdit eden bir diğer gerçeklik ise biyoçeşitlilik. Belgeselimiz biyoçeşitlilikteki olumsuz eğilimler devam ederse gezegenimizi beslemeyeceğimizi söylüyor ve bununla ilgili kanıtları detaylı bir şekilde anlatıyor. Her bir tür doğanın işleyişi için büyük önem taşıyor. Örneğin kısa tüylü bombus arıları gıda tarımının en önemli tozlayıcılarıdır. Ama, yoğun olarak tek türlü tarımın yapılması ile böceklerin oranında ciddi bir düşüşe yol açıyoruz. Çeşitliliğin güzelliği ve türlere olan ahlaki sorumluluğumuzu unuttuk fakat toplumumuzun yaşaması için biyoçeşitliliğe ihtiyacımız var.

Toplumun dayandığı bir diğer temel olan tatlı sularımızda ise aslında güvenli bölgedeyiz fakat hızla kritik noktaya yaklaşıyoruz. Gezegenimizin damarlarından biri olan tatlı sularımızı karbon ve azot oranıyla tehlikeye atıyoruz. Bilim adamı Johan Rockström, “Suya yukarıdan baktığımızda her şey aynı” diyor fakat suyun altında işler farklılaşıyor. Belgeselimizde de bunu acı görsellerle izliyoruz.

Belgeselimiz 9 kritik sınır hakkında bizleri alanında uzman kişiler ile ilgili bilgilendiriyor. Ve bu sınırların dördünde kritik seviyeyi aştığımız konusunda bizi ciddi bir şekilde uyarıyor. Bunlar iklim, orman kaybı, besinler ve biyoçeşitlilik. Bu dört noktada geri dönüşü olmayan devrilme noktalarını geçmeye ve dünyayı, medeniyetlerimizi desteklemeyecek bir hale getirmeye tehlikeli bir biçimde yakınız.

Bilim adamı Johan Rockström’ün  araştırmaları üzerine ilerleyen belgeselin sonunda Rockström’ün haklı sinirine şahit oluyoruz. Bilim adamımız öfkesini şu cümlelerle dile getiriyor;“Bilim oldukça net ve otuz yıldır söylemek istediklerini anlatmaya çabalıyor. Fakat insanlar olarak bizler hâlâ doğru yönde ilerleyemiyoruz.”

Kontrol edilemeyen orman yangınları ve mercan resiflerinin ağarması bizleri uyarıyor. Belgeselimiz bu uyarılara kulak vermemizi vurguladığı noktada Covid-19 gerçeğinin belki de en önemli uyarımız olduğunu hatırlatıyor. İnsan sağlığı, hayvan sağlığı ve çevre sağlığının bir bütün olduğunu belgeselin sonlarına doğru yeniden hatırlıyoruz. Doğaya karşı değil doğa ile olmamız gerektiğini izleyeceğiniz her doğa belgeselinde olduğu gibi bunda da açıkça görüyorsunuz. Belki bir türe özel bir belgesel izlediğinizde her canlının bir görevi olduğu çıkarımını siz yaparken bu belgesel sizlere açık açık söylüyor. Çünkü artık o noktadayız. Covid-19’un ortaya çıkışı gezegenimizde her şeyin yolunda olmadığının açık bir uyarısıydı. Bu acı gerçekleri öğrendiğinizde karamsar bir hal alabilirsiniz fakat belgeselin son kısmında Johan ve meslektaşları bizlere kurtuluşumuzun nasıl olacağını anlatmasıyla geleceğe ışık tutuyor.

İnsanlar, dünyayı nasıl da evcilleştirdi öyle değil mi? Tek türlü tarım için çeşit çeşit ağacı kesti, yüzlerce farklı canlıya yuva olan ormanları yok etti. Oysa hepsinin doğaya ve bu dünyaya karşı görevleri vardı. Oksijen üretiminde büyük rol oynayan mercan resiflerini öldürdü, zincirde ne varsa yok etti insanlar ve kendilerine dünyayı düşman etti. Evet dünya artık yuvamız değil. Yerkürenin düzenini, işleyişini bozduk. Dünyanın bize değil, bizim ona ihtiyacımız olduğunu unuttuk. Yaşayabilmek için biyoçeşitliliği, ormanları, okyanusları kurtarmamız gerek. Gelecek için bir vizyon oluşturmak adına yapılabilecekler ve en önemlisi farkına varıp hissetmenizin için sizlerin listesine bu belgeseli bırakıyoruz.

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Geyik: Türk Mitolojisinin Derinliklerindeki Ruhsal Rehber

Türk mitolojisinde geyik, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi simgeler. Ruhsal yolculuk, rehberlik ve dönüşüm figürü olarak geçmişten günümüze derin bir anlam taşır.

Alıntının Hikâyesi: Livaneli’den Aşk, Travma ve Unutabilmek Üzerine

“Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.”

Müziğin Kalbinin Attığı O Yer: Royal Albert Hall

1871'de açılan Royal Albert Hall yıllar boyunca birçok sanat etkinliğine tanıklık etmiştir.

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!