Serseri Aşıklar (À bout de souffle – Breathless) filmi, geçtiğimiz Eylül ayında kaybettiğimiz yönetmeni Jean-Luc Godard’ın da öncülerinden olduğu Fransız Yeni Dalga akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Bu bağlamda film içerisinde, gerek politik, gerekse dönemin hem sinema anlamında hem de toplumsal değişim ideolojisi anlamında derin vurgular yapılır. Tabi ki bunlar ince detaylarla betimlenmiştir. Özellikle Fransız Yeni Dalgasının, İtalyan Yeni Gerçekçi Sinema ile karıştırılmamasına dikkat edilmelidir ve bu iki akımın farkları, inceleyeceğimiz eserde kendini bir nebze de olsa belli eder. Yine aynı şekilde film içerisindeki bazı düşünsel diyaloglar ve ilk bakışta manasız gelen bazı sahneler, Godard’ın da içinde bulunduğu ve Yeni Dalga öncüleri ile hayat bulmuş ”Cahiers du Cinéma (Sinema Defterleri)” dergisinin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Filmin senaryosunu ise François Truffaut’nun yazmış olduğunu da belirtelim.
En başından son sahnesine kadar serserilik dolu eserde, Michel Poiccard (Jean-Paul Belmondo) bir araba çalar ve daha sonrasında bir polisi öldürür. Bu durum Michel’in çok da umurunda değildir. O hayatına çalarak, yalan söyleyerek ve serserilik yaparak devam eder. Kadınları sık sık ötekileştirir ve onları sadece paralarını almak ve cinsel ihtiyaçlarını gidermek için bir araç olarak görür. Ancak bir gün kendi oltasına takılır ve bu kadınlardan biri olan Gazeteci Patricia Franchini’ye (Jean Seberg) gönlünü kaptırır. Beklenmedik bir anda içini saran ve Michel için takıntı haline gelen bu his, onu kendi karanlığına itecektir.
İlk olarak değineceğimiz nokta, Yeni Dalga akımının etkisi ile kendini bariz bir şekilde gösteren gerçeklik hissidir. Yani eser içerisinde sık sık hakaretler duyarız, sokaktaki insanların şaşkın ve meraklı bakışlarına şahit oluruz ve en önemlisi de olay esnasında bir sinema evreninden ziyade, gerçek dünyadaki insanların benzer bir durumda nasıl tepkiler vereceğini görürüz. Bu detaylar seyirciye, gerçeğin yalın halinin ortaya çıkarttığı estetiği gösterir.
Bu durumun en öne çıkan iki örneği ise giriş sahnesinde Michel’in araba çaldığı kısımdır, ki bu sahnede doğrudan izleyiciyle konuşulduğu için toplumsal bir eleştiri ve sinema adına ciddi bir başkaldırı da mevcuttur. Diğeriyse filmin çeşitli sahnelerinde figüran olmayan insanların meraklı gözlerle kameraya veyahut da oyunculara baktığı kısımlardır.
Kadın Hareketi
Film içerisinde ilgimizi çeken diğer bir konu ise, kadınların dönemin Fransa’sındaki konumudur. Çünkü filmin çekildiği dönem olan 1960’lı yıllarda ikinci dalga kadın hareketi olarak adlandırılan ve bunun sonucunda şekillenmeye başlayan Feminizm kavramı, toplumsal olarak kabul görmüştür. Bu kavramla beraber erkek egemenliğinin her alanda öncü olmasından ziyade, cinsiyet bakımından eşitlikçi bir yaklaşımın izlenilmesi gerektiği savunulmuştur. Bu bilgilerden yola çıkarak dönemin kadınlarına nasıl bir bakış açısıyla yaklaşıldığını az çok anlamak mümkün. Ancak biz yine de bu durumu birkaç örnek ile pekiştirelim:
İlk olarak yine Michel’in araba çaldığı sahneden bahsedebiliriz. Arabayı bir kadın sayesinde çalar ancak sonrasında tüm işi kendi yapmış gibi bir havaya bürünür. Hemen ardından gelen sahnede kural tanımaz bir biçimde araba kullanırken bir aracı sollamak ister ancak yol çalışması olduğu için sollayamaz. Fakat daha sonra sollama yaptığı zaman öndeki aracın sürücüsünün kadın olduğunu görür ve ”kadınmış” diyerek alaycı bir tutum takınır.
Bazı sahnelerdeyse Patricia ile Michel’in arasında geçen diyaloglar izleyiciye yine kadının rolünü hatırlatır. Örneğin Patricia tutkudan, sanattan ve estetikten bahseder. Bunlardan zerre anlamayan Michel ise bu sorulardan kaçarak daha çok cinselliğe dayalı cevaplarla karşılık verir. Michel ve Patricia arasında süregelen bu sahnelerde bazı sonuçlar Michel’in istediği gibi olmadığında, Michel kendi egosunu tatmin etmeye çalışarak cinsiyetçi hakaretler etmeye başlar ve süslü cümlelerle diktesini sonlandırır.
Ek olarak başka bir sahnede Patricia bir roman yazarı ile söyleşi yapmaya gider. Bu sahnede farklı gazetecilerin sorularını yanıtlayan yazar, Patricia’nın sorularını birkaç kez görmezden gelir. Bunun sebebinin Patricia’nın sorularının diğer gazetecilere göre cevaplanması daha zor ve daha iddialı olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ancak yazar en sonunda dayanamaz ve Patricia’nın sorularından birine yanıt verir. Soru ve cevap şu şekildedir:
– Günümüz toplumunda kadının bir rolü var mı?
– Cazibelilerse ve çizgili elbise giyip, siyah gözlük takıyorlarsa.
Yazarın betimlediği kişi tabii ki Patricia’dır ancak burada önemli olan nokta kadının toplumsal bir figür olarak değil, bir obje olarak görülüyor olmasıdır. Bu sekans sayesinde yine kadınların dönem şartları doğrultusundaki konumu ön plana çıkarılmış ve kadın hareketinin bundan fazlası olduğu yönünde ince bir atıf yapılmıştır. Yazar aynı sahnede farklı bir soruya ise şöyle bir cevap verir: ”Fransız kadınları Amerikalı kadınlardan tamamen farklıdır. Amerikalı kadınlar erkekler üzerinde hakimdir. Fransız kadınları henüz değil.” Bu cevabın gerekçesi ise birinci dalga kadın hareketinin Fransa’dan çok evvel Amerika’da doğmasından ve ikinci dalga hareketinin Fransa’da henüz yeni bir olgu olmasından kaynaklanmaktadır. Filmin evrenine baktığımız zaman bunlar gibi birçok detay göze çarpar.
İzleyicinin Dikkatinin Ölçüldüğü Sahneler
Eser içerisinde estetik algısının farklı çeşitleri değişkenlik göstererek gözler önüne serilir. Bu sahneler aslında biraz da yönetmenin kendinden ögeler aktararak, düşüncelerini perdeye yansıttığı kısımlardır.
Bu sekanslar film içerisinde düz birer çizgi gibi görünse de, ustalıkla donatılmış detaylar barındırır. İzleyicinin eseri ne denli dikkatli izlediği ve anlatılmak istenen düşüncelerin anlaşılırlığı, bu detayların fark edilip edilemeyeceği ile ölçülür.
Film içerisindeki bu detayları şu şekilde örneklendirebiliriz:
- Michel’in kahvaltı etmek için dahi parası yoktur. Bu sebeple yakınlardaki bir kız arkadaşının evine borç istemeye gider. Bu sahnede kız bir televizyoncunun yanında yazmanlık yapacağından bahseder. Michel de hemen araya girerek ”Bir dönem bir filmde asistanlık yaparken meteliksiz kalmıştım, Cinecittá’da” diye ekler. Bahsi geçen Cinecittá, İtalya’nın Roma şehrinde bulunur ve İtalyan sinemasının merkezi olarak kabul edilir. İtalyan film endüstrisini canlandırmak için Faşist dönemde inşa edilmiştir. İtalyan Yeni Gerçekçiliği ise Cinecittá‘da çekilen stüdyo filmlerine bir tepki olarak doğmuştur. Fransız Yeni Dalgası, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden etkilenilerek ortaya çıkan bir akım olduğu için, naçizane bir atıf yapılmıştır.
- Bir sahnede Michel’i sokakta yürürken görürüz. Genç bir kız onu aniden durdurur ve bir dergi uzatarak ”Gençliğe karşı mısınız?” diye sorar. Michel ise ”Evet, ihtiyarları tercih ederim.” yanıtını verir. Aktarılan bu sahnede Michel’in sığ düşüncesinden ziyade ilgi çeken temel detay kızın uzattığı ”Cahiers du Cinéma (Sinema Defterleri)” dergisidir.
- Michel ve Patricia polisten saklanmak için bir Western filmine giderler. Bilindiği gibi, Western filmleri Vahşi Batı‘da geçen şiddet dolu sahneler içerir. Yani insanların romantik vakit geçirmek için gitmeyi tercih edeceği filmlerden değillerdir. Elbette Michel ve Patricia dışında. Çiftin bu filmde öpüşmeleri, aslında ABD’nin oluşturduğu Western kültürüne bir eleştiridir.
- Eğer yeterince dikkatli izlerseniz, filmin yönetmeni Jean-Luc Godard’ı da bazı sahnelerde görebilirsiniz.
- Son olarak Patricia’nın bir roman yazarı ile söyleşi yaptığından bahsetmiştik. Roman yazarını oynayan kişi ünlü yönetmen Jean-Pierre Melville’dir. Söyleşi sırasında Melville’e ”Hayattaki en büyük amacın nedir?” diye sorulur. O ise ”Ölümsüz olmak ve sonrasında ölmek” yanıtını verir. Kendisinin yarattığı eserlere baktığımız zaman, bu gayesi gerçekleştikten sonra öldüğünü anlıyoruz.
Eğer Godard ve Fransız Yeni Dalgası hakkında daha çok bilgi edinmek isterseniz https://www.soylentidergi.com/jean-luc-godard-fransiz-yeni-dalgasi/ yazımıza göz atabilirsiniz. Söylentiyle kalın…