“Bir insanın içine bakarsan, dibini göremezsin. Başın döner.”
Dünyaca ünlü bir masal o, Woyzeck masalı. Dışavurumculuğun belki de en güzel sahne eseri. Günümüzde Devlet Tiyatroları ya da özel tiyatro sektörleri tarafında halen en gözde oyun olarak oynanıyor. Yani Büchner ölümsüz bir eser bırakmış. Woyzeck’i ölümsüz yapan ve diğerlerinden ayrı kılan bir diğer yanı da yarım kalmış olması. Dışavurumcu bir eseri biraz da trajik yapan bu yarım kalmışlık aslında…
Bu oyun, yarım kalmış bir oyundur. Georg Büchner’in 1836 yılında yazmaya başladığı tahmin edilen, ölümüyle yarım kalan tiyatro oyunu. Oyun Leipzigli perukçu Johann Christian Woyzeck’in gerçek yaşam öyküsüne dayanıyor.
Woyzeck 1821’de kıskançlık nedeniyle beraber yaşadığı kadını öldürür ve idam edilerek cezalandırılır. Georg Büchner bu olaydan yola çıkarak, insan doğasına ilişkin hasetin, zulmetin kıskançlığın insan ruhunda yarattığı acıyı ve tahribatı göz önüne alır. Kıskançlığı aklımıza Othello’yu getiriyor evet. Bu acının neden olduğu korkunç, trajik olayları kurgular ve Woyzeck oyununu yazar. Büchner’in erken ölümüyle birlikte eksik kalan oyun daha sonra çeşitli yönetmenler ve yazarlar tarafından farklı biçimlerde sonlandırıldı. Ve sayısız kez değişik yönetmenler tarafından sahneye kondu. Woyzeck oyununun metni ilk defa 1879 yılında Karl Emil Franzos tarafından yayınlandı ve 8 Kasım 1913 yılında, Münih’te Residenztheater’da ilk kez sahnelendi.
Georg Büchner, Woyzeck adlı eserinde dönemin Almanya’sında görülen üst sınıf – alt sınıf ilişkisini ağırlıklı olarak ele almış ve eleştirmiştir. Bunun yanı sıra dönemin din ve bilim adamı algısına da eserinde yer vermiştir. Bunlara değinirken de bazı tekniklerden yararlanmıştır. Alman ırkının tiyatro-edebiyat ve felsefe konusundaki emekleri gerçekten göz ardı edilemez.
Yarım kalan her şey, başkaları tarafından doldurulmaya çalışılır. Her oyun kendi sonunu hazırlar. Tiyatro oyunları da insanlar gibidir, tamamlanması gerekir. İşte tam da bu yüzden senaryo ve oyun yazarları kendi kalemine göre tamamlamaya çalışır bu oyunu. Orijinal nüshaya sadık kalan yazar pek azdır.
Peki, nasıl bir oyun Woyzeck?
Oyunun başında karanlık bir bataklıkta iki arkadaşı solucan avlarken görürüz.
“Andres bu bataklık lanetli, bataklıktan uğultular geliyor. Duyuyor musun Andres?” Andres şaşkınca cevap verir.
“Franz bir şey olduğu yok. Çabuk ol. Yüzbaşı bizi bekler”. “
“Sanki yeryüzü ölmüş gibi. Gidelim buradan, kaçalım”.
Fakir, çaresiz, umutsuz, en başından hayatta kaybetmiş insanlar bunlar. Adeta toplumun bütün erklerini yıkmaya gelmiştir Woyzeck.
Ayrıca yazar, askerlerin ve doktorların ruh sağlığı ciddi biçimde bozuk olan genç Woyzeck üzerinde bıraktığı yıpratıcı etkiyi de anlatır. Karakterlerini dönemin Almanya’sını da dikkate alarak delirtmeye çalışır. Oyunda Woyzeck, küçük bir kasabada görevini yapmakta olan düşük rütbeli bir askerdir ve metresi Marie’den gayrimeşru bir çocuğu vardır. Ailesini geçindirebilmek için daha fazla para kazanmak uğruna yüzbaşının pis işlerini yapar. Üç peniye doktorun tıbbi deneylerinde kobay olarak çalışır.
“Bezelyeni yedin mi Woyzeck? Öfke kötü bir şeydir Woyzeck. Öfkelenmeyeceksin !”
Woyzeck, oyunun ortalarında başına gelen her şeyi metresinden bilir. Onu sürekli suçlar (Bu bölüm bazı nüshalarda farklıdır.) Oyunun sonlarına doğru olaylar karışır, Woyzeck’in gördüğü halüsinasyonlar, sadece kendisinin duyduğu-duyduğunu iddia ettiği- ürkütücü sesler, Marie’ye karşı duyduğu kıskançlık ve öfke, ona yetememe hissi, ve bando şefiyle yüzleşme.
Herkes Kendi Sonunu Hazırlar; Woyzeck de.
Bando şefinin aşağılayıcı tavrı ve uğradığı şiddet yolun sonunu belirler. Woyzeck bütün bunların hesabını Marie’den soracaktır. Onu yaşadıkları küçük kasabadaki küçük göle götürür ve orada bıçaklayarak öldürür. Aslında Woyzeck kendini öldürür. Lakin, Woyzeck’in sahip olduğu tek gerçek sevgi Marie’nin sevgisidir. Onu öldürünce hiçbir şeyi kalmaz elinde ve kalbinde. Toplumun her yerinde dolaşıyor Woyzeckler. Tıpkı Oblomov’lar gibi, tıpkı Hamlet’ler gibi.
Daha sonra, insanın kanını donduran bir cümleyle koca bir oyunu yüreğinize şu kelimelerle kazır yazar,
“İyi bir cinayet, tam bir cinayet, güzel bir cinayet. Bundan iyisi can sağlığı artık. Ne zamandır böyle güzeli düşmemişti.”