Bolulu Mehmet Habib Bey, bulgur ticaretiyle ilgilenerek zenginleşmesiyle Bulgur Kralı Habib Bey olarak anılmaya başlar. Tarihi Bulgur Palas da ismini buradan almaktadır. 20. yüzyılın sivil mimari örneklerinden birini oluşturan yapı 1926 yılında Habib Bey’in borçlarını ödeyememesiyle Osmanlı Bankası’na devredilmiştir. 2001 yılında özel bir bankanın himayesine geçmesinden sonra en son İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2021 yılında satın alınıp 2024 yılında ise halkın hizmetine sunulmuştur.
Bulgur Palas’ın Kamuya Açılması

Sergiye geçmeden önce binanın kendisiyle ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle yapıya ulaşmak için yürüdüğünüz esnada binanın hiçbir taraftan görülememesi ve dar bir sokağa girdiğiniz anda karşınıza çıkması bana çok büyüleyici geldi. İstanbul’da kıyıda köşede saklanan daha nice yapı olduğunu bir kez daha hatırlattı. Binaya girmeden Beltur Kafe ve İstanbul Kitapçısı görülüyor. Binanın içerisinde sergi alanı dışında ders çalışmak için masalar ve ufak bir kitap koleksiyonu da var. En tepeye çıktığınızda da seyir terasından İstanbul’a bakabilirsiniz. Bu amaç için kullanıma açılması güzel olmuş fakat Türkiye’de yapılan çoğu restorasyon çalışmasında olduğu gibi burada da beni hayli şaşırtan bir hata vardı. Sergiyi gezerken pencereden dışarıyı seyretmek için cama yaklaştığımda koyu antrasit renkli pimapen yaptıklarını fark ettim. Böylesine güzel bir yapıya ahşap pencere yapmak pek de zor olmasa gerek diye geçirdim içimden ama her şeye rağmen halkın ücretsiz şekilde yapının bahçesine ve iç kısmına girebilip vakit geçireceği yeni alanlar açmak da epey önemli.
Foto Muhabirlik ve Etik

Asıl sergiyi anlamak için daha birçok kavrama bakmamız gerekmekte, bunlardan ilki Magnum Photos. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947 yılında Robert Capa, Henri Cartier-Bresson, George Rodger ve David “Chim” Seymour tarafından kurulan bağımsız bir fotoğraf ajansıdır. Bugün Photojournalism yani foto muhabirlik yapan insanları da bünyesine toplayarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. Foto muhabirlikle ilgili dönen tartışmalar, bana aktivist antropoloji etrafında şekillenen eleştirileri anımsatıyor. Savaşa, açlığa ve teröre maruz bırakılan insanları fotoğraflayan kimi foto muhabirlerini bu zulme seyirci kalmakla suçlayanlar var. Ben ise oraya giden ve insanları fotoğraflayıp dünyanın başka yerlerinde yaşananlardan haberi olmayanlara bu fotoğrafları ulaştırmanın yeterince aktivist bir eylem olduğu görüşündeyim.
Antropoloji alanında Nancy Scheper-Hughes tarafından yazılan Death Without Weeping kitabında da bir antropoloğun tanık olduklarına müdahale etmesinin gerekliliği tartışılıyor. Kendisi müdahele etme taraftarı fakat ortaya da etik sorunlar çıkmakta. Foto muhabirler için de bu etik sorunlar çok önemli. Konunun da içinden çıkmak epey zor fakat düşünce üretmek de önemli. Sizin görüşlerinizi bilmemekle birlikte birçok insanın gözlerini sorun olan yere çekmenin de yadsınamayacak bir hareket olduğunu düşünüyorum.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, farklı milletlerden ve kültürlerden temsilcilerle birlikte hazırlanmıştır. Yasal açıdan bağlayıcı olmamasına rağmen birçok uluslararası kurum ve kuruluşun dikkate aldığı bir belge niteliği taşımaktadır. 30 maddeden oluşan bildirgeyi okuduğumuzda insanları; dil, etnik köken, ırk, cinsiyet, yaş, din ve cinsel yönelim konularında ayırmadan temel hak ve özgürlüklerin sağlanmasını destekleyen içeriklere sahip olduğunu görebiliriz. Tüm maddeleri tek tek okuduğumda kafamda bir ütopya canlandı. En çok acı veren şey de bunun ütopya olduğunu çok iyi bilmek.
Sergiye Dair: Öfke, Acı ve Umut

Serginin başlığında da belirtildiği gibi neredeyse bütün fotoğraflarda bireysel haklarından mahrum bırakılmış kişileri görüyoruz. Fotoğrafların her birine tek tek bakarken sürekli kendi konumumu da tarttım. Hiçbir zaman siyah bir kadının korkusunu yaşamayacağım ama beyaz bir erkeğin tattığı konfor ve iktidarı da yaşamam en azından şimdilik çok yakın görünmüyor. O yer ve zamanın içinde donup kalan insanlara bakarken en çok öfke hissettim sanırım. Nereye yönlendirmem gerektiğini bildiğim fakat hangi araçlarla yapacağımı bilmediğim bir öfke bu. Acı duymakla öfke başa baş gitse de kimi zaman biri diğerini geçiyor. Hakların sözde var olması hatta bazen sözde de var olmaması Türkiye’de yaşayan herkes için çok tanıdık bir duygu.
En yakın örnek, kâr edinme hırsı ve ihmal zincirinden dolayı Bolu Grand Kartal Otel’de canını yitiren bir sürü insan. Sayılar acıların büyüklüğünü belirlememeli. Her gün birer birer katledilen kadınların canı da soykırıma maruz bırakılan Filistinli insanlar da konuşulmaya değer. Büyük rakamlar daha büyük bir şok yaratıyor ama teker teker her gün dünyanın birçok yerinde insanlar temel hak ve özgürlükleri karşılanmadığı için can veriyorlar. Çoğu fotoğrafta bir insan topluluğu görmüyor olsak da kareye sığan kocaman bir hikaye var. İnsanlar Hakları Evrensel Bildirgesi’nin maddeleri altındaki fotoğraflar tam da o hakların nasıl ihlal edildiğini gösteriyor bize.


Başka Yüzler Aynı Hayatlar
Aşağıda görmüş olduğunuz fotoğraf A. Abbas tarafından 1992 yılında Kabil, Afganistan’da çekilmiş. Açıklamasında “Vekaleten bir düğün: Almanya’ya göç eden kadının nişanlısı sadece fotoğrafta mevcut.” yazıyor. O anki karşılaşmada yalnızca bu açıklamayı okuduktan sonra insanın zihni binbir farklı senaryo üretmekten kaçamıyor. Kadının kameradan kaçan bakışları ve evlendiği kişinin yerinde sadece bir fotoğrafın olması… Belki kadınlar her gün yaşam mücadelesi vermeseydi, sadece göçten dolayı kavuşamayan ve bu şekilde evlenmek zorunda olan bir çift düşünürdüm. Bunun yerine fotoğrafı ilk gördüğümde beni çarpan hüzün bu nikahın zorla olabileceğiydi. Hangi madde altında olduğunu hatırlayamamakla birlikte hiçbir açıklama ya da bilgi olmaksızın bu fotoğrafa bakınca düşüneceğim şeyler böyle olurdu.

Bahsetmek istediğim bir diğer fotoğraf ise yüzyıllardır süregelen ırkçılığın gündelik hayatın ufak bir kesitinde bile nasıl işlemekte olduğunu göstermekte. Bildirgenin 1. maddesi altında yer alan fotoğraf bizlere, beyazların yalnızca hukuk ve eğitim gibi alanlarda değil, alelade görünen durumlarda bile nasıl tahakküm kurabildiklerini gösteriyor. Teninizin rengine ve etnik kökeninize göre yaşam standartlarınızın sizin yerinize belirlenmesinin açık bir örneği olduğunu düşünüyorum. Fotoğrafa baktığımda birkaç ay önce okuduğum bir roman geldi aklıma: James Baldwin’in Sokağın Dili Olsa adlı romanı. Baldwin’in bu eserinde de hakların kimlere bahşedilip kimlere edilmediğini çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.

Bu iki fotoğraf dışında, genel olarak her fotoğraf tek başına bir toplumsal sorunu anlatmaya ve göstermeye yetiyor. Fotoğrafın hafıza ile olan ilişkisini anlamak için kesinlikle bu sergiyi gezmenizi öneririm. Hukuksuzluğa ve adaletin taraflı olarak işlemesine karşı elimizdeki gücün kimi zaman fotoğraf çekerek veya çekilmiş olanlara bakarak geliştiğini, fotoğrafların arasında gezerken tekrardan hatırlamış oldum.
Sergiyi Merak Edenlere

10 Haziran 2025’e kadar devam edecek olan bu sergiyi fotoğrafların açıklamasını tek tek okuyarak gezmenizi öneririm. Sergi düzeninde fotoğrafların sanatsal açıdan değerlendirilmelerine ek olarak, çekildikleri zaman ve mekân ile alakalı künye bilgisi verilmesi de oldukça kıymetli. Ayrıca fotoğrafların bizlere aktardıklarının tarihte nasıl bir yeri olduğunu da aklınızda bulundurarak bu sergiyi deneyimlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Kaynakça
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı. “Bulgur Palas.” Atatürk Kitaplığı, Web. Erişim tarihi: 27.01.2025.
Magnum Photos. “History.” Web. Erişim tarihi: 27.01.2025.
United Nations. “Universal Declaration of Human Rights.” United Nations, Web. Erişim Tarihi: 27.01.2025
Kapak görseli: Magnum İstanbul’da: İnsan Hakları Olanlar-Olmayanlar, Web.
Yazınızı keyifle okudum ve çok beğendim.
Ayrıca çektiğiniz fotoğraflarla çok daha güzel olmuş yeni yazılarınızı bekliyoruz,
Tebrik ediyorum başarılar diliyorum.
Objektifi estetik kaygının ötesinde toplumsal hayatın karanlıkta kalmış kısımlarına yöneltmek ve ötekinin hayatını belgelemek çok kıymetli. Eline sağlık Zeynep, bu tür yazılar görülmeyeni gün yüzüne çıkarıyor.