Hayatımızın bir noktasında mutlaka Can Yücel şiirleriyle karşı karşıya kalmışızdır. Onun kendine has tarzı ister istemez insanın ilgisini çekmektedir. Şiirler yazılır, okunur ama çok nadir anlaşılır. Şiiri hissetmek, yazmak kadar bir sanattır. Bazen şiirde anlatılmak istenilenin dışında, ucu çok farklı yerlere de dokunabilir. Can Yücel’i anlamak da başlı başına bir sanattır. Öyle ki, zeka ve bilgiyi birleştirip; argo, öfke ve sevgiyi şiirlerinde bir bütün halinde getirebilmiştir. Can Yücel kişiliğini ve şairliğini tek kelime ile tanımlar: “Serserilik”. Serseri bir ruha sahip olsa da ailesine ciddi derecede düşkünlüğü vardır. Yücel, arkadaşlarına karşı da bağlılığı, sadakati ve vefası vardır. İnsanları ve doğayı ayrılmaz bir bütün olarak görür.
Yetmiş üç yıllık yaşamını şiirlerle doldurmuş ve “Yaşamım benim en güzel şiirim” diye anlatmıştır. On yaşından beri şiir yazan Yücel’e şiire nasıl başladığı sorulduğunda: “Hiç bilmiyorum! İnat halinde şiir yazıyorum herhalde.” diye cevap verir. Şiirlerinde her zaman cesur olmuştur. Öfke ve sevgi şiirlerinde birbirini besleyen iki unsur olduğuna inanır.
AİLESİ
Can Yücel’in dedesi Ali Rıza Bey, babaannesi Neyire Hanım, babası Hasan Ali Yücel, annesi Gülsüm Refika Hanım, ikiz kardeşi Canan’dır. Babası Hasan Ali Yücel; şair, yazar, felsefe hocası, maarif müfettişidir. Sonrasında İsmet Paşa kabinesinin maarif vekili olur. Aydınlanmanın ilk ateşi olarak anılan köy enstitüsünü kuran kişidir. Bu girişimin sonucu başarılı olsa da saldırılardan kendini koruyamamış ve Ali Hasan Yücel’in eğitim ve kültür alanındaki birçok projesi engellerle karşılaşmıştır. Can Yücel, babasını şöyle anlatır: “sadece bana değil herkese karşı şefkatli birisiydi.” Babası mesleğinden dolayı sıklıkla İstanbul dışında olduğundan, “babamı uzaktan sevebilirdim” der. Hal böyle olunca bütün yük annesinin omuzlarında olur. Dedesi Ali Rıza Bey; devlet memuru, posta-telgraf müfettişiydi. Babaannesi hakkında: “Babaannem de harika. Türkçeyi ben ondan öğrendim.” der. Annesini Romanyalı, mahzun, güzel, şefkatli ve sabırlı diye anlatır. İkiz kardeşi Canan, Can Yücel hakkında şunları söyler: ” Karşılaşmaların en güzeli.” Tutucu dede ve çağa açık bir babanın ortamında büyümüştür Can Yücel. Babasına olan sevgisi şiirlere taşmıştır:
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla – ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
…
Can Yücel’i, Can Baba olmasındaki en etkili isim şüphesiz babası Hasan Ali Yücel’dir. Babasından ve bulunduğu siyasi çevreden oldukça etkilenmiştir. Can Yücel, on yaşındayken şiirle ilgilenip, futbol oynamaya başladığında babası maarif vekili olmuş ve Ankara’ya taşınmışlardır. Babasının bakan olmasını bir ayrıcalık olarak görmemiştir. Hatta arkadaş çevresi mahalledendir ve makam aracını kullanmayı tercih etmez. Protokolü ise “portakal gibi bir şey” diye tanımlar. Can Yücel yirmili yaşlarına geldiğinde babasıyla çatışmalar yaşamaya başlar.
“…Babam benim için aslında, duygularımın incelmesine yaramış bir adam…”
OKUL YILLARI
İlköğretimine ikizi Canan ile birlikte Boğaziçi İlkokulunda başlar. Kardeşiyle çok kavga ettiği için Can Yücel’i yatılı okula verirler. Bunun hakkında şunları söyler: “Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi…” Bu sıralar futbola ilgisi oldukça fazlaydı. Ortaöğretimine kardeşi Canan ile birlikte Ankara’da Taşmektep’e giderler fakat Can Yücel burayı bir türlü sevemez. Lisenin ardından Ankara Üniversitesi’nde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Klasik Filolojide Latince ve Yunanca okur. Öğretmenleri arasında Nurullah Ataç ve Cevdet Kudret’de gibi isimler yer alıyordu. Can Yücel’in muhalif tavrı bu dönemlerde de devam eder. 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte, muhalif tavrı artık siyasal bir kimlik kazanır ve Demokrat Partiyi destekler. Sol kanattaki sanatçı ve politikacılarla görüşmeye başlar. Bu dönemde Behice Boran ile tanışır. Dil Tarihteki, İlerici Gençler Derneği’ne üye olur. Bütün bunlar bakan babası duyar ve fakültede Almanca öğrenmişken Londra’ya yollanır ve Cambridge Üniversitesi’nde okumaya başlar. Buradaki arkadaşları arasında Bülent Ecevit ve Rahşan Hanım vardır. Can Yücel, Bülent Ecevit hakkında, “İçten ve asabi bir adamdır.” der. Can Yücel Londra’ya alışamayınca Latincesinin oradakilere göre yetersiz kaldığını söyleyerek Paris’e geçer. Burada Avni Arbaş, Bedri Rahmi, Selim Turan, Sadi Çalık, İlhan Koman gibi sanatçılarla arkadaşlık yapar. Bursu yetersiz kaldığı zamanlarda sokaklarda incik boncuk satar, sırtına bir reklam panosu asıp sokaklarda dolaşır. Burada mutluyken babasının isteği üzerine ülkesine geri döner.
İŞ HAYATI
1953’de Kore’ye askere gider. Komutanı Cemal Madanoğlu’dur. 1956’da dönemin Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel’in onayı ile İzmir Bornova merkezinde iki yıl boyunca tercüman olarak görev yapar. Daha sonra Güler Hanımla evlenir. Bu sefer eşiyle beraber Londra’ya gider ve beş yıl orada kalır. Burada çocukları Hasan (Nöropatoloji uzmanı), Güzel (Su ürünleri uzmanı) ve Su (Ressam) dünyaya gelir. Can Yücel orada BBC’de Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spikerlik yapar. 3 Haziran 1963’de Nazım Hikmet’in ölümüyle ilgili bir haber onun başına iş açar. Can Yücel olayı şöyle anlatır:
“Nazım’ın öldüğü haberi geldi… ben gece nöbetindeyim. Gece nöbetinde haberleri tercüme ettim, koydum daktiloya, belli bir saatte aşağı ineceğim. Ben masanın kenarına oturmuşum, işte bitmiş dalmışım ben yani uyuma falan değil, Nazım’ı okuyorum kendi kendime, bir başıma, kimse yok… telefon geldi vakit geçiyor gelin diye, peki geliyorum dedim ama yine dalmışım ben. O gün sabah yayını olmadı. Sabah yayını olmadı çünkü yayın yapamadık ben aşağı inip okumadım. Okumayınca adamlar haklı olarak Can boykot yaptı diye, tam sepetleme değil, istifamı istediler, biz de istifayı bastık Türkiye’ye geldik.”
Marmaris’e giderler ve burada Yücel, rehberlik, turizm müdürlüğü; eşi ise öğretmenlik yapar. Belli bir süre sonra tekrar İstanbul’a dönerler ve Can Yücel Yeni Sabah’ta çalışmaya başlar. Bir süre sonra şiirlerinden içki şişeleri üremeye başlar ve parasızlık sorun olur. Bu sorundan onları Can Yücel’in annesi kurtaracaktır.
CEZAEVİ YILLARI
Can Yücel, Türkiye İşçi Partisi’nin aktif üyesiydi. Şiirlerini 1950 de babasının önerisi ve desteğiyle “Yazma” adı altında toplayıp yayımladı. Sadece kitaplarla da sınırlı kalmayıp dergilerde de şiirleri yayımlanmıştır. Şiirlerin yanında çeviriler de yapardı. Başarılıydı ve başarı ardından belaya davetiye çıkaran bir şeydi buna bağlı olarak da mahkemeler, cezaevleri peş peşe gelmişti. İlk mahkum edilişi 12 Mart döneminde Che Guevera ve Garilla Harbi çevirilerinden dolayı olmuştur. On beş yıla mahkûm edilir. 1974’deki affa kadar sürgün bir şekilde iki buçuk yıl içeride kalır. Buradaki ortamın etkisiyle de şiire daha fazla yönelmeye başlar. Bir keresinde Can Yücel’in canı içki çeker. O sırada Gaziantep’ten üzümler gelmiştir, koğuş arkadaşlarıyla beraber onlardan şarap yapmaya kalkışır fakat bütün koğuş kusar. İçkiye dayanıklı bünyeye sahip olduğu için bir tek Can Yücel’e bir şey olmaz.
Can Yücel’in büyüdüğü ortam, girip çıktığı ortamlar onu ister istemez politikaya itmiştir. Yücel, politikaya Marmaris’te girdiğini ve 1965’ten itibaren İşçi Partili olduğunu söyler. Ant Dergisi’nde ise yazıları yayımlanır. Bu kadar içli dışlı olmasına rağmen siyasetçi olmayı tercih etmemiştir. Bundaki en büyük etken babasına karşı bir saygısızlık yapmak istemeyişidir.
Dışarı çıktığında, “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabı yayımlar. Bu kitap 1973’de çıkan “Sevgi Duvarı” nı aşar ve bu sayede geniş kitlelere ulaşır. Özellikle gençlere hitap eder. Yeni kitapları da bunları izler; Ölüm ve Oğlum (1976), Şiir Alayı (1981), Rengâhenk (1982), Gökyokuş (1984), Canfeda (1986), Çok Bi Çocuk (1988), Gece Vardiyası (1991), Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993), Gezintiler (1994), Maaile (1995), Kuzgunun Yavrusu (1990), Kısa Devre (1990), Seke Seke (1997), Alavara (1999), Mekanın Datça Olsun (1999), Alavara (1999); Şiir ve oyun çevirileri, Hamlet, Saloz’un Mavalı, Shakespeare’den çeviriler yapmıştır.
Argo bir dil normalde herkes tarafından yadırganırken, Can Yücel’de biz bunu yadırgayamıyoruz. İroni ve zekayı kullanmanın marifet istediğini ve bunun başarılı şekilde kullanıldığını Can Yücel üzerinden görmekteyiz. Serseri bir ruha sahip olduğunu Can Yücel eserlerine hakim olan havayla okuyucularına oldukça belli etmiştir. Refik Durbaş, pek çok kitabına önsöz yazmış birisidir ve Can Yücel’i şöyle anlatır: ” Dalgasını geçiyor hayatla, en çok da kendisiyle. Gündeminde her şey var; politika da, şehvet de, tarih de, güncel olan da. Özetle, ölümü ve yaşamı kucaklayan her şey.” Onun başka kitabının önsözünü yazan Necati Doğru ise: “Aslında o halkın şairi. Halkın öfkelerini, tepkilerini, kızgınlıklarını dile getiriyor. Onun, bulup şiirlerine koyduğu kelimeler aslında halkın taşları. Nasıl halk öfkelenip de taşları yerden alıp öfkelendiği insanın camına atarsa Can Yüce’de halkın kelimelerini alıyor, kurulu düzenin camekânlarına atıyor ve onları yerle bir ediyor, tuz buz ediyor. Yanlış kaynamış kemiklere saldırıyor, düzenin pisliklerine saldırıyor, sömürü mekanizmalarına saldırıyor, diktatörlüklere saldırıyor, insan haklarına saygısızlığa saldırıyor ama saldırırken hicivle saldırıyor, halkın kelimeleriyle saldırıyor, halkın kelimelerini yazdığı için de adama küfürbaz diyorlar veya düzene baş kaldırıyor diyorlar…” diye anlatır.
Sadece kitaplar yazmaz. Birçok gazetede köşe yazıları ve denemeleri yayımlanır. Dört yıl Leman ve Öküz‘de periyodik olarak yazı, şiir ve denemelerle ilgilenir. Böylece gençler tarafından da beğenilir. Sunay Akın, Can Yücel için şunları söyler: “İstanbul Boğazı için martı ne ise, şiirimizde de Can Yücel odur.” der. Öküz Dergisi 1996’da Can Yücel’ 70. doğum gününde bir gece düzenler. Şair dakikalarca alkışlanır. Can Yücel’in kızı olan Su sayesinde şiirleri sadece kitaplarda kalmayıp resimlere kaynak olmuştur. Şiir, resim ve cazı birleştirip bir sergi açarlar. Su Yücel: ” Sergi benim için bir deneyim oldu. Çünkü resim, şiir ve caz birlikte bir bütün oluşturdular. Benim için resmin sesi diyebilirim. Şiirin rengi, cazın ritmi birlikte birleştiler, bir bütün oluşturdular.” Can Yücel, kızı için: “Çok iyi resim yapıyor ben onun yandaşıyım.” der. Şiirleri, özellikle Yeni Türkü ve Derya Köroğlu bestelemiştir.
Yaşamı boyunca hakkında birçok dava açılmıştır. 1997’de yetmiş iki yaşında bile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten bir yıl iki ay hapse mahkum edilir. 1998 yılında rahatsızlanıp Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılır ve gırtlak kanseri teşhisi konulur. Aslında bir buçuk yıl önce muayene olmuş ve gırtlakla bademcik arasında tümör bulunmuştur fakat Yücel’in bunu içki ve sigaraya bağlayıp önemsememiştir. Yücel, Datça’ya gömülmek istemiştir ve 12 Ağustos 1999‘da bu isteği yerine getirilmiştir.
Bu dünyadan, hayatla dalga geçen bir Can Yücel geçti…
KAYNAKÇA
- Yıldırım, Erkavim, “Can Yücel Belgeseli-Bir Yudum İnsan”, Erişim:17 Mayıs 2021.
- Gülgen Börklü, Jale(2012). Can Yücel’in Hayatı, Edebi Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi. Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.
- Katarcı, Bülent, Can Yücel Kanser, Taha Toros Arşivi,1998.
- Görsel: Sanatatak, Can Yücel’e Ait Diye Bildiğimiz Ama Onun Olmayan 10 Can Yücel Şiiri, 2016.