Fransız yönetmen Catherine Corsini tarafından yönetilen Le Retour (Homecoming), Altın Palmiye için yarıştığı 76. Cannes Film Festivali’nde 17 Mayıs Çarşamba günü galasını yaptı. Film iki kızıyla birlikte yaşayan ve zengin Paris’li bir ailenin çocuklarına bakıcılık yapan Khedidja (Aïssatou Diallo Sagna) ve kızları Jessica (Suzy Bemba) ile Farah’ın (Esther Gohourou) hikayesini konu alıyor. Çok küçük yaşta trafik kazasında kaybettikleri babaları beyaz bir Corsica’lı olan küçük kızlar üzerinden film; aidiyet, ev, travma, etnik kökenler ve cinselliği keşfetme gibi birçok hassas konuya dokunuyor.
Halihazırda Cannes Film Festivali’nin açılış filmi Jeanne du Barry beraberinde birçok tartışma getirirken, Le Retour’un festivalin resmi seçkisine girişi de en az onun kadar problemli olmuştu. Bu tartışmaların sebebi, filmin başrol oyuncularından olan 15 yaşındaki Esther Gohourou ile 17 yaşındaki Harold Orsini arasında cinsel içerikli sahne geçiyor olmasıydı. Sahnenin orijinal senaryoda doğru betimlenmediği, dolayısıyla Fransız yetkililerin onayından geçmediği iddia edilmesi nedeniyle Fransız Ulusal Film Merkezi (Centre national du cinéma et de l’image animée) filme verdiği 513.000 $’lık desteği geri çekmişti. Bu tartışmaların üzerine filmin yönetmeni Corsini, duruma son derece duyarlı yaklaşıktıklarını, oyuncuları rahatsız edecek hiçbir durumun yaşanmadığını ve söz konusu sahnelerin sadece cinsel bir olayı ima ettiğini ama açıkça göstermediğini söyledi. ‘‘Oyuncular çekim sırasında tamamen giyinikti ve birbirlerine dokunmadılar, kamera sadece suratlarını gösteriyordu’’ diyen Corsini sonrasında şapkasını önüne koyarak ‘‘Evet belki de sette bununla alakalı bir ilişki koçu bulundurmamız gerekiyordu. Fazla özgüvenli davrandım ve 35 yıllık tecrübemin bir ilişki koçunun yönlendirmelerinden daha faydalı olacağını düşündüm’’ diye de ekledi. Tüm bunların ardından dün festivalde galasını yapan Le Retour’da söz konusu tartışmalı sahnelerin filmin son halinden çıkarılmış olduğu gözlemlendi.
Le Retour’a geri dönecek olursak, film iki genç kızın hem etnik kökenlerini, hem kimliklerini, hem de cinselliklerini keşfetmelerini vurucu bir şekilde ele alıyor. Aslında bakarsanız filmdeki olayların çoğu birkaç haftalık bir süreçte gerçekleşiyor, yani tüm bu kimliğini keşfetme serüveni çok hızlı gelişiyor. Ancak bu durum izleyiciyi rahatsız etmiyor çünkü zaten o yaşlarda bu tarz fikirlerin ne kadar hızlı gelişip değişebileceğini biliyoruz. Aynı zamanda Corsini bu genç kızların iç dünyasını o kadar başarılı bir biçimde yansıtıyor ki, aslında anlattığı hiçbir hikaye bayağı durmuyor. Siyahi Fransızların toplum içinde karşılaştıkları zorluklardan queer ilişkilere, kendini bulunduğu yere ait hissetmeyen karakterlerden ergenlikte yaşanan değişimlere kadar çokça önemli konuya naif bir dokunuş yapan film; seyirciyi birçok farklı insani noktadan yakalamayı başarıyor. Bu incelikle yazılmış karakterlere, oyuncuların samimi performanslarıyla birlikte Corsica’nın muhteşem doğası ve sinematik güzelliğinin de eklenmesiyle Le Retour, keyifli bir izleme deneyimi sunan 110 dakika vadediyor.
Bununla birlikte şunu da belirtelim ki, oyunculuklar kusursuz denebilecek şekilde icra edilmiş olsa da, film bir noktadan sonra özellikle anne Khedidja’nın iç dünyasını yansıtmakta yetersiz kalıyor. Genç kızların dünyasına fazla odaklanarak, aslında tüm filmin anlatısını etrafında kurduğu ‘eve dönüş’ temasının Khedidja için ne anlama geldiğini hissettirmekte başarısız oluyor. Seyirci, Khedidja’nın arzuları, motivasyonu ve kişiliği hakkında daha sınırlı bilgiye sahip olduğu için o karakterle bağ kurmakta zorlanıyor. Bunun yanı sıra Corsini, kendisi için de çok önemli bir yer olduğunu belirttiği Corsica’nın doğal güzelliğine çok güvendiğinden midir bilinmez, sinematik hikaye anlatımına yenilikçi bir bakış açısı getirmekte de yetersiz kalıyor.
Özetle Le Retour, gerek hikaye anlatımı gerekse görsel yaklaşım olarak çok yenilik vadetmese de, hassas birçok noktayı oldukça naif bir yerden yakalayarak seyircinin kalbine dokunmayı başarıyor. Cannes Film Festivali’nin resmi seçkisinde büyük ödül Altın Palmiye için yarışan filmin vermek istediği mesaj ise çok açık: İnsanın evi gibisi yok, sadece evini bulman gerekiyor…