New York’un birçok film ve dizi çekimlerine ev sahipliği yapmış olan Central Park, halkın birbirinden farklı sosyal faaliyette bulunabildiği buz pateni pistinden şelalelerine, hayvanat bahçesinden açık hava tiyatrosuna kadar içinde barındırdığı zengin yapısıyla bilinmektedir. Kalabalık bir nüfusa sahip New York şehrinde halkın hayat telaşından bir nebze uzaklaşıp huzur bulmak için gittiği Central Park gizemli bir hikayeyi de beraberinde getirmiştir.
Central Park’ın Ardındaki Gizemli Hikayesi
Birçok filmde de gördüğümüz üzere Central Park, film karakterlerinin hayatın stresinden uzaklaşmak için sığındıkları, dolaşıp ağladıkları hatta aşkı buldukları bir gizli cennet olarak görünüyor. Elbette madalyonun diğer yüzü de var niteliğinde tasvirlerde yapılmış; güneş battıktan sonra tehlike arz ettiği, kültür ve doğanın katili, suç ve adaletsizliğin merkezi olarak aks edilmiştir. Bu birbirinden bıçak sırtı gibi ayrılan iki farklı tasvir yorumlama şekillerinin en büyük sebeplerinden biride tarihin vazgeçilmez olgularından biri olan Central Park’ın yapımının başka bir alanın yıkımına dayanıyor olmasıdır.
Central Park’ın hikayesini anlayabilmek için ilk önce New York’un ilk özgür siyasi yerleşim yerlerinden biri niteliği taşıyan Seneca Köyü’nü incelemek gerekiyor. Seneca Köyü, yerli toprak sahipleri olan John ve Elizabeth Whitehead’in 1825’de kendi yerlerini parselleyip 200 hisseye satmaları ile şekillenmeye başlamıştır. 25 yaşındaki Afro-Amerikan ayakkabı boyacısı olan Andrew Williams ilk 3 hisseyi 125 dolara, mağaza görevlisi olan Epiphany Davis ise 12 hisseyi 578 dolara satın alırken Siyahiler tarafından yönetilen Afrikalı Metodist Piskoposluk Sion Kilisesi 6 hisseden fazla almış ve Seneca Köyü için yaşanacak felaketin ilk adımları atılmıştır.
New York’ta Köleliğin Kaldırılması
1825 ile 1832 yılları arasında topluluğun genişlemesi ile Seneca Köyü Siyahi Amerikalılar için oldukça önemli bir merkez haline geldi. 1827’de New York’ta köleliğin kaldırılması ile Seneca Köyü’nde halk daha rahat nefes alacağını düşünerek mutluluk ve neşe kıpırtıları gösterse de tabii hala siyah ve beyaz halk arasında yaygın bir ayrımcılık ve eşitsizlik vardı. 1841 yılına kadar başka eyaletlerden New York’a taşınan köle sahipleri, siyahileri “mülkleri” olarak getirme hakkına sahipti. Özgür Afro-Amerikanların mülk sahibi olmaları büyük ölçüde kısıtlanıyor, düşük ücretler karşılığında çalışmaya mahkum bırakılıyorlardı. Birçoğu aşağı Manhattan ve Brooklyn’in fakir mahallelerinde kiracı olarak yaşamaya çalışıyorlardı. Buradan da anlaşıldığı üzere New York’ta kölelik kaldırılmış olsa da siyahiler büyük zorluklar çekmeye devam ediyordu.

Köyde 1830 yılına kadar maksimum on ev varken, 1850 yıllarında elli ev, üç kilise, bir mezarlık ve birkaç okul inşası ile ciddi bir gelişim göstermiştir. Siyahiler gibi ayrımcılığa maruz kalan Almanlar ve İrlandalı göçmenlerde köye taşınmaya başlamış ve bu gruplar arasında birçok çekişme yaşansa da Seneca Köyü her millete ve kişiye kucak açmış, tam bir uyum yeri olarak adını tarihe yazdırmayı başarmıştır. Yaşanan anlaşmazlıklar zamanla yerini hoşgörüye bırakmış siyah-beyaz evlilikleri ve farklı grupların beraber kiliseye gitmesi gibi güzel olaylar da yaşanmıştır.
Seneca Köyü’nde halk olabildiğince mutlu mesut yaşamlarını sürdürürken 1840’lı yıllarda şehrin seçkinlerinden birkaç üye, Avrupa’da büyük ve modaya uygun olarak nitelendirilen halka açık parkların New York’da da olması gerektiği özellikle Manhattan da büyük bir park inşa edilmesi gerektiği çağrısında bulunmaya başladılar. Parkın inşa edilmesi istenen yerde yerleşim alanları bulunuyordu ama kimin umurundaydı çoktan gözden çıkarılmıştı. Bu plan ünlü peyzaj tasarımcısı Andrew Jackson ve New York sabah postası editörü William Cullen Bryant tarafından da desteklendi. Central Park’ın yapımını meşrulaştırmak için o zamanların gazeteleri Seneca Köyü’nü yoksul, hastalıklı bir çöplük, insanlarının da işgalci ve bağnaz olduğunu yazdı. Rutgers Üniversitesi çıkışlı Central Park tarihi ile ilgili bir makalede de durum doğrulanarak günümüze ışık tutmaktadır.
Parkın yapımına karşı çıkanlar isyan etti büyük çatışmalar yaşandı. Ancak hiçbir şey değişmedi. Köy halkı 1857 yılına kadar orayı terk etmek zorunda bırakıldı. Çıkan kiracıların hiçbirine tazminat verilmedi. Seneca Köyü ve halkı o kadar yok sayıldı ki onlar bile var olduklarından şüphe ettiler. Birçok çocuğun büyüdüğü ev, Central Park’ın atlıkarıncalarının altında kayboldu. Yıllar köyün bütün yaşam izlerini sildi. Zaten ne kadar iz bırakmasına müsaade edilmişti ki…
Arkeologlar bile sadece birkaç küçük kalıntı bulabildiler. Roy Rosenzweig ve Elizabeth Blackman tarafından yaklaşık bir asır sonra yayınlanan “Park ve İnsanlar: Central Park’ın Tarihi (1992)” adlı makale, köyün unutulan yıkımına ışık tuttu. Kısaca Seneca Park yıkılırken Central Park yükseldi…
Kaynakça
Martı, Caner Cem. “Huzur Dolu Bir Yaşam Alanının Yıkılmasıyla Yapılan Central Park’ın Ardındaki Gizemli Hikaye”. listelist. 24.06.2020, Altında Gömülü Olan Yıkım ve Keder: Central Park’ın Gizemli Hikayesi (listelist.com). Erişim Tarihi: 20.02.2023
Uzun ve sıkıcı olmayan adeta hap bilgi seviyesinde çok yararlı bir yazı. Ellerinize sağlık.
Çok teşekkür ederim :))