Yönetmenliğini ve senaristliğini Ali Kemal Güven‘in yaptığı filmin başrollerinde; Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen yer alıyor. Bu rollere eşlik eden diğer oyuncularsa şöyle; Adnan Devran, Gülhan Kadim, Ecrin Bolkar. Çilingir Sofrası’nın prömiyeri İstanbul Film Festivali’nde yapıldı.
Film, 41. İstanbul Film Festivali‘nde Juri Özel Ödülünü ve En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. En İyi Erkek Oyuncu ödülünü Ahmet Rıfar Şungar ve Barış Gönenen paylaştılar. 29. Adana Altın Koza Film Festivali‘nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü yine iki başrol olarak paylaştılar. Ayrıca En İyi Görüntü Yönetimi ve SİYAD Cüneyt Cebenoyan En iyi Film Ödülünü de kazandı.
Filmi 33. Ankara Film Festivali kapsamında izledik. 1 saatlik süresiyle, orta metrajlı bir film Çilingir Sofrası. Belki de yönetmenin tek pişmanlığı filmi 90 dakika yapmamak diyebiliriz. Bunun dışında yaptığı filmden memnun görünüyor. Haklı bir memnuniyet diyebiliriz; çünkü filmde boş koltuk bulmak mümkün değildi. Ayrıca biletler satışa çıktıktan kısa bir süre sonra tükenmişti. Salonu sadece festival izleyicileri doldurmadı; yönetmen, yapımcı ve pek çok ünlü oyuncunun da yer aldığı bir gösterim oldu.
Film dört ana bölümden oluşuyor. Yönetmen başta bu projeyi bir dizi gibi planlamış, ancak sonradan film olarak yayınlama kararı almış. Filmin uzun metraj değil de orta metrajlı olmasının en büyük nedeni bu denilebilir.
Filmde; Emir Can ve Yusuf Efe isimli iki lise arkadaşının 17 yıl aradan sonra bir çilingir sofrasında buluşmaları anlatılıyor. Neredeyse tek mekanda geçen film, izleyiciyi Yusuf Efe’nin arkadaşını beklediği meyhanede karşılıyor. Yusuf Efe’nin bekleyişinden, ifadesindeki telaştan ve masaya olan özeninden gelen kişinin onun için çok önemli olduğunu anlıyoruz.
Emir Can’ın da gelişiyle mezeler söyleniyor, rakılar koyuluyor. İki lise arkadaşının birbirine kavuşumunu izliyoruz. İlk bakışta birbirlerine çok da benzemeyen iki adamı görüyoruz; ancak bir şekilde de birbirlerine çok benziyorlar. Emir Can’ın öğretmen olduğunu, Yusuf Efe’nin de babasının işini devam ettirdiğini ve başarılı olduğunu öğreniyoruz. Yusuf Efe evlenmiş, çocukları olmuş. Emir Can gay bir erkek olarak hayatını sürdürmüş. Yusuf Efe’nin bir kızı olduğunu öğreniyoruz. Kızının Emir Can’ı tanımasını çok istediğini söylüyor. Bazı cümlelerin kuruluş şekli, kelimelerin zikredilişi, sözcüklerin dudaktan zarafetle çıkışından bile söylenmek istenenin ne olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bu iki adam birbirlerine hiçbir şey itiraf etmeden, sadece birbirlerine baksalar bile ne kadar aşık olduklarını anlayabilirdik.
Oyuncuların yetenekleri, kusursuz yakın plan çekimleriyle birleşince tarifi zor bir görsele imza atılıyor.
Yönetmenin yakın plan kamera çekimleri sayesinde karakterlerin hislerine dair pek çok şey de daha konuşmadan ortaya dökülüyor. Kamera kullanımı cidden başarılı ve tek plan bir film için de oldukça önemli bir detay diyebiliriz. Yusuf Efe’nin gözlerine, Emir Can’ın dudaklarına yapılan yakın plan çekimlerine bir de müzikler ekleniyor. Müziklerin sahnelere dahil oldukları anlar ve müziklerin filme kattıkları tarif edilmez şekilde izleyiciye geçiyor.
Türk Sineması adına ufuk açan işlerden biri Çilingir Sofrası. Erkek egemen anlayışından uzakta olmasına rağmen, film tüm çatısını erkek karakterlerin üzerine kuruyor. Çilingir Sofrası quir sinemanın örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Ülkemizde bu anlayışla çok fazla film çekilmediği için çoğu kişi tarafından da cesur bir iş olarak değerlendiriliyor. Bu bir anlamda iyi bir yorumken, bir anlamda da bizi üzücü bir gerçekle karşı karşıya bırakıyor. Ülkemizde bu kadar çok sayıda LGBTİ birey yaşarken; onlar yokmuş gibi yaşamaya devam edenlerin, yaşam haklarını gasp edenlerin, eşitlik ilkesinde onları görmezden gelenlerin sayısının, onlara destek olanlardan fazla olmasının üzüntüsünü yaşıyoruz.
Korku tohumları eken bir toplumda yaşadığımızı kabul edersek, quir bir anlatıya sahip olan filmler çekmenin cesurca bir davranış olarak görülmesini de normal karşılayabiliriz.
Çilingir Sofrası; birbirlerine çocuk denecek yaşta aşık olan iki adamın, yıllar sonra bir araya geldiği, ”arayı kapatmak” adı altında hesapları kapatma buluşması olarak tarif edilebilir. Yusuf Efe‘nin Emir Can’a bakışları iç burkuyor; Emir Can‘ın Yusuf Efe’ye söyledikleri can yakıyor. Birbirlerine bu kadar aşık olup, kavuşamayan iki insana üzülmek yerine onlardan nefret etmeyi seçen insanlardan olmayı seçmek, bu filmleri izledikçe, insanların yaşadıklarını anlamaya çalıştıkça güçleşecektir.
Oyuncuların arasındaki kimya, kurmaca bir hikayeyi gerçek bir hikayeye çevirmeyi başarmış. Film sadece 5 günde ve provasız çekilmiş olmasına rağmen, duyguların perdeden seyirciye geçme şekli etkileyici denilebilir.
Yusuf Efe’nin yaşadığı hisleri hastalık olarak yorumlamasıyla ve iyileşebilmek için tedavi gördüğü gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu sayede bir ailesinin olduğundan bahsediyor. Diğer taraftaysa kimliğini sahiplenen, dilediği gibi yaşamayı seçen Emir Can duruyor.
Yusuf Efe, Emir Can dışında hiçbir erkeğe böyle duygular hissetmediğini söylüyor. Bu da birini sevmenin, cinsiyetler arası kurallarla ilgili olmadığını, tamamen cinsiyetsiz bir yaklaşımla birilerini sevebileceğimizi de hatırlatıyor. Bazen birine cinsiyetinin ötesinde sevgi besleyebilirsin.
Filmde samimi bir yaklaşım söz konusu. Bu samimiyetin altında gizlenen ve hikayeyi daimi olarak besleyen kavuşamayan aşıklar olgusu sayesinde akıp giden ve nereye gittiğini anlayamadığımız bir saati geride bırakıyoruz.
Filmde yenilen mezeler, yemekler; içilen rakılar, çaylar, biralar… Geçmişin verilemeyen hesaplarını, kendini kandırmayı görev edinmiş bir adamla; onu kendine getirmeye çabalayan başka bir adamın çaresizliğine bu sonu gelmez çilingir sofrası ve bizler tanıklık ediyoruz.
Birbirini çeken zıt kutuplar gibi… Birbirine aşk, acı ve özlemle bağlı iki hayatın, iyi görünmelerine rağmen solmalarına tanık oluyoruz; çünkü insan sevgiyle var olur. Sevdiğine kavuşamayan insanların gülümsemeleri bile gerçek değildir. Başkasıyla atılan her kahkaha sonrasında, içe yayılan buruk hislerin varlığını herkesten saklamaktır yarım kalmak. Öteki yarının bir başkasını bütünlediğini düşünerek uyunamayan gecelerin sabahlarıdır yarım kalan aşkın kırgınlıkları.
Zalim bir dünyada, kırık kanatlarıyla var olmaya çalışan yaralı kuşlar misali Yusuf Efe ve Emir Can… Tanrının vazgeçtiği bu diyarda aşklarına bir şans verebilecekler mi?
Çilingir Sofrası çok tanıdık bir yerden, aşkın kırıp döktüğü, viran bir şehirden Nazan Öncel‘in kalbinden dökülen sözlerle sesleniyor:
”Gönlümün tellerine mızrap dayanmaz
Dudaktan öpmezsen aşkım bilinmez Şimdi gelmezsen ateşim sönmez Mecbur değilsin ama kalbim bilmez Bunu bir ben bilirim, bir Allah.”Film, ilerleyen zamanlarda dijital bir platformda izlenebilecek. Ali Kemal Güven’in ayrıca Duygu Asena‘nın kitabından uyarladığı Gain‘de yayınlanan Aslında Özgürsün dizisine de bir bakabilirsiniz.