Control, post-punk efsanesi Joy Division grubunun vokalisti Ian Curtis‘in hayatını mercek altına alıyor. Biyografik bir film olmasının yanı sıra, Joy Division grubunun doğuş serüvenini ve kariyerinin hızla nasıl ilerlediğini gözler önüne seriyor.

Joy Division
1978-1980 yılları arasında var olan bir müzik grubudur. Bernard Summer, Peter Hook ve Ian Curtis, 1976 yazında bir Sex Pistols konseri sonrasında aldıkları ilhamla bir araya gelerek bu grubu kurdular. Manchester’ın punk sahnesine “Unknown Pleasures” ile muhteşem bir giriş yaptılar. Ian Curtis’in edebiyata olan ilgisinin getirisi ile oldukça içimize işleyen şarkı sözleri, daha önce benzeri görülmemiş bir tarzda ifade edilen bir sanatı vardı. Joy Division çok kısa sürede müziğiyle dünyaya açıldı. “Unkown Pleasures” albümü ve “Love Will Tears Us Apart” teklisi sayesinde listelerde hızlı bir yükseliş yaşadılar. Tüm bu hızlı yükselişte grubun vokalisti Ian Curtis’in epilepsi hastalığı ortaya çıktı ve ilerledi. Çok hızlı ve üretim dolu geçen kısa bir süre ardından Ian derin bir buhrana yenik düştü. Joy Division Amerika turnesine hazırlanıyordu. Ian Curtis, 18 Mayıs sabahı henüz 24 yaşında, evinin mutfağında kendini asarak intihar etti. Joy Division grubunun bir daha aktif bir müzik hayatı olamadı. Hemen sonrasında grubun kalan üyeleri, “New Order” adında yeni bir grup kurarak kariyerlerine devam ettiler.
Control (2007)
Filmin yönetmeni olan Anton Corbijn, 1979 yılında Joy Division “Unknown Pleasures” albümünden etkilenerek, Hollanda’dan İngiltere’ye taşınma kararı aldığını bir röportajında anlatmış. Anton Corbijn aynı zamanda grupla o dönem tanışmış, Joy Division’ın fotoğrafçılığını yapmıştır. Oldukça meşhur olan tünel fotoğrafları yönetmene aittir. Anton, filmin yayınlandığı tarihten sonra tekrar Hollanda’ya döneceğini ifade etmiş ve tüm bu hikâyenin Joy Division ile başlayıp onunla bitmesinin en doğru olacağını söylemiştir. Ian Curtis’in eşi Deborah Curtis, filmin yapımcılarından biridir. Deborah’ın kaleme aldığı “Touching from a Distance” isimli otobiyografi kitabından da oldukça yararlanılmış. Tüm bu sebeplerden ötürü, bir müzik grubuna ait izlenebilecek en saydam yapımlardan biri değerlendirmesini yapmak mümkün.
Tamamen siyah-beyaz olan film, izleyiciyi Ian Curtis’in hissettiği karamsarlığın içine alıyor. Sex Pistols konseriyle başlayan serüvenin en başından, grubun ismine karar verdiği noktadan izlemeye başlıyoruz. Ian’ın intiharına kadar olan süreci yakından ve tüm detaylarıyla sunuyor. Kullanılan şarkı seçimleri oldukça anlamlı ve Ian’ın hayatına yön veren şarkılar. Edebiyattaki yeteneğini bir ifade ediş biçimi olarak müziği seçmesi, 18-19 yaşlarında keşfettiği sanatçıların etkisi. David Bowie’nin yenilikçiliğiyle ikon haline gelmesi, Ian için farklı bir şey üretmeliyim hissini canlandırıyor. İlk etapta odasının tavanına bakarak kurduğu tüm hayallerde arkada bu sanatçıların şarkılarına yer veriliyor. Grubun ortak ilhamı olan Sex Pistols konseri, biz de müziğimizle orada olmak zorundayız hissini ilk tattıkları nokta. David Bowie (Drive-in Saturday) ve Sex Pistols (Problems) şarkılarına yer verilmiş. Bir diğer önemli detay ise filmin müziğini Joy Division’ın geriye kalan üyelerinin oluşturduğu “New Order” bestelemiş olması.
Süslü ve abartılmış anlatımdan tamamen uzak, gerçekçi bir yapım. Yönetmenin bizzat grubun o dönemine şahit olması, Deborah Curtis ile birlikte çalışmaları daha da profesyonel bir biyografi ortaya çıkarıyor. Film müziklerini yine Joy Division üyelerinin yapması, başrolde izlediğimiz Sam Riley ve diğer oyuncuların da aslında kariyerlerinde ilk profesyonel işi olması gibi detaylar, filmi daha çok bir ekip işine çeviriyor. Gerçekle aranıza hiçbir perde çekilmiyor. Şüphesiz Anton Corbijn, Ian Curtis’in mirasını hak ettiği gibi anmak ve onurlandırmak amacıyla bu yola çıkmış olmalı.
Ian Curtis karakterini Sam Riley, inanılmaz bir performansla canlandırıyor. Oynadığı sahnelerdeki duygusal derinlik ve sahicilik seyirciye etkileyici bir deneyim sunuyor. Sam Riley, Control filmi için; “Hayatımın dönemeciydi, bu rol kesinlikle kariyerimi inşa etti.” diye bahsediyor. Filmde Ian Curtis’in gazeteci sevgilisi Annik Honore’yi canlandıran Alexandra Maria Lara ile Control filminin setinde tanışmış ve evlenmişler. Şu anda bir oğulları var.
Bu Rol Sam Riley’ı Etkilediği Kadar İzleyenlerin de İçine İşliyor
Ian Curtis sahnedeki tutkusuyla unutulmazdı. Sam Riley, bu role çalışırken çok fazla kez evde konserlerini prova etmiş ve bu tamamıyla performansından okunuyor. Adeta tekrar onu izliyormuşuz gibi hissettiren bu sahnelerde, izleyenlerin tüylerinin diken diken olmasına neden oluyor. Epilepsi krizlerinin nasıl sahnedeyken tetiklendiğini, bu hastalığın ve psikolojik çöküşünün nasıl onu bu sona sürüklediğini gözler önüne seriyor.
Ian Curtis ve Deborah çok genç yaşta evlenerek çocuk sahibi oldular. Müziğine tutkuyla bağlı olan Ian, bir yanda aile hayatını diğer yanda kariyerini yönetirken, kendi içinde bölünüyordu. Deborah ile olan çatışmaları sonrası turnede tanıştığı gazeteci Annik Honore ile aşk yaşayan Ian, “Love Will Tears Us Apart” şarkısının sözlerini bu dönemde kaleme almıştır. Filmde bu şarkının çaldığı o kırılma anı izleyici için çok özel. Ian, Deborah’a karşı bir açılma yaşıyor. Ian, ilişkilerinde artık sadakatli olmak zorunda olmadığını söylediğinde Deborah artık bir sevgi bağı kalmadığını anlıyor. İki tarafında bildiği gerçek ilk kez açıkça konuşuluyor. Ian, “Love Will Tears Us Apart” şarkısında aşkın nasıl tarafları yavaş yavaş ayıran bir noktaya sürüklediğini anlatıyor. İzleyenlerin buruk bir hisle dolup taşma sebebi ise Ian’ın mezar taşında bu şarkının adının yazması.
Ian için etrafındaki her şey ilham kaynağı olabilir. Çünkü o, hayatı bambaşka bir gözle değerlendiriyor. Karakter gelişimi süresince Ian, tüm hislerini sahnede dışa vurarak yaşıyor. Filmdeki güzel detaylardan bir diğeri ise, müzik grubunu oluşturan her bir faktörün önemine parmak basıyor olması. Fotoğrafçı, menajer, müzik şirketleri gibi göz önünde olmayan elemanlar da işlenmiş. Etraflarındaki insanlar, hep daha iyi olmaya teşvik anlamında itici bir güç. Joy Division, Rob Gretton radarına girdikten sonra onun ışığında bir plan çiziyor. Grup, Rob yönetiminde gelişiyor. Menajerleri ile esprili ve arkadaş canlısı bir iletişimleri var. Grubun bile kendinde göremediği potansiyeli Rob, yönlendirmeleriyle ortaya çıkarıyor. Ian sahnede ne zaman sorun yaşarsa yaşasın suçlayıcı olmuyor ve dostane bir iletişim kuruyor. Grubun potansiyeline güvenen bir ekip olmazsa olmaz. Joy Division grubunun ekibiyle olan iletişiminin gücü, onların daha doğal ve üretken olmasında büyük bir etken oluyor.
Sahne geçişlerinde sürekli olarak Ian Curtis’in kafasında dönen şarkı sözlerini duyuyoruz. Bu ilhamı nereden aldığını hayal etmenize olanak sağlarken, aynı zamanda adeta bir şiir gibi duyuluyor. Bu sözleri duydukça aslında intihara giden süreçte, şarkılarını bir miras gibi bıraktığını hissettiriyor.
“So this is permanent, love’s shattered pride
(Yani bu kalıcılık, aşkın paramparça gururu)
What once was innocence, turned on it’s side
(Bir zamanlar masumiyet neydi, gerçek yüzünü gösterdi)
A cloud hangs over me, marks every move
(Üstümde bir bulut asılı, her hareketi işaretliyor)
Deep in the memory, what once was love
(Hafızanın derinliklerinde, bir zamanlar aşk neydi)
– Joy Division, Twenty Four Hours
İntihar ettiği sahnenin daha önce mutfakta geçen bir sahnede ima edilmesi, oldukça dokunaklı bir detay. Son sahnede mutfakta eşinin cansız bedenini gören Deborah, can alıcı çığlığıyla izleyen herkesin içini burkuyor. Film izleyiciyi içine alıyor ve bu yolculuğun bir şahidi yapıyor. Tüm süreci izleyip bağ kurduktan sonra, Joy Division albümlerini tekrar eskisi gibi dinlemek asla mümkün olmayacaktır.