Ünlülerin toplum üzerindeki etkisini yok saymak imkansız, hatta bazılarının bıraktığı izler geçmişten günümüze birer gelenek gibi aktarılmış durumda ama David Bowie’nin yıktığı ve yeniden kurduğu dünyalarla kıyaslanamayacağı kesin. Bowie hayatı boyunca ittiği sınırlarla ve yıkmaya çalıştığı önyargılarla savaşırken birden fazla jenerasyonun kahramanı haline gelmişti ve bu sadece müzik dünyasıyla sınırlandırılamazdı.
Sinemanın, modanın ve sanatın sıkı sıkı tutunduğu kuralları baltalamakla yetinmemiş, aynı zamanda kendini ifade ediş biçimi milyonlarca insana ilham ve cesaret vermişti. Başarısızlığa uğramış başlangıçlardan bir punk rock tanrısına dönüşürken Bowie, dünyadan öylece geçip giden sıradan bir ruh olmayı hep reddetti. Kendi sesini bulmakta zorlanmadığı gibi, müziğiyle hayatlarına dokunduğu insanlara da seslerini bulmak konusunda yardımcı olmuştu. Bir şarkıcı, söz yazarı, aktör, yapımcı, dansçı ve gerçek bir gösteri adamı olarak müzik dünyasına büyülü bir sürrealizm ve yaratıcılık eklemişti.
Bowie’nin ilham verdiği sanatçıların, onun adımlarını her geçen yıl doldurmaya devam etmesi ise Bowie’nin ne kadar büyük bir efsaneye dönüştüğünün canlı kanıtlarıydı. Tabii ki her efsane gibi Bowie de bir gecede mutlu sona ulaşmamıştı.
David Robert Jones adıyla, 8 Ocak 1946 tarihinde dünyaya gözlerini açmış olan Bowie, savaştan sonra hayatını dengede tutmaya çalışan Jones Ailesi’nin yeni üyesiydi. Annesi Margaret garsonluk yapıyor, babası Haywood ise bir hayır kurumunda çalışıyordu. Küçükken bile monotonlaşmış hayat şartlarından nefret eden ve bütün gücüyle bundan kaçmaya çalışan Bowie, hayatının ilerleyen zamanlarında müziğe âşık olmuştu. Abisinin rock grubunun albümlerini dinleyerek büyüyen Bowie, on üç yaşına geldiğinde usta bir şekilde saksafon çalmaya başlamıştı. Kendisinden on yaş büyük olan abisi Terry, Bowie’nin müzikle tanışması ve hayatının büyük bir parçası haline gelmesinde büyük bir rol oynamıştı.
Daha David Bowie çocukken onu rock müzikle ve ritim edebiyatıyla tanıştırmış olan abisi, Bowie’ye görebileceği en iyi eğitimi vermişti. Terry, Bowie’nin hayatındaki rolünü şizofreni tanısı konduktan sonra intihar ederek sonlandırdığında, Bowie yaşadığı travmatik olaya sıkı sıkı sarılmış, bunu müziğine etki eden büyük bir ilham kaynağına dönüştürmüş ve All The Madmen ve Jump They Say gibi şarkılarını da bu doğrultuda çıkarmıştı.
Lise zamanlarında sesi orta seviyelerde sınıflandırılan David, dans, sanat ve enstrümanlarda olan yeteneğiyle ilgiyi üzerine çekmeyi başarmıştı. On altı yaşında liseden mezun olduktan sonra da müzikten ve şarkı söylemekten vazgeçmeyen David, tam o sıralarda arkadaşı George Underwood’la hoşlandıkları bir kız üzerine tartışmaya başlamıştı. George’la ettikleri kavga sırasında arkadaşının sol gözüne gelen yumruğuyla ciddi bir şekilde yaralanan Bowie, üst üste birçok ameliyat geçirse de sol gözbebeği kalıcı olarak genişlemiş ve bu da gözlerinin farklı renkte olduğu illüzyonunu yaratmıştı.
Renklerin farklılığı, onun iki farklı dünyaya bakan gözlere sahip oluşunu temsil ettiğini söylesek de aynı zamanda gözleri ona şöhret yolunda ikonik bir görüntü de vermişti. David Bowie ilerleyen yıllarında arkadaşına yumruk için teşekkür etmiş ve eserinin kariyerinde ona çok yardımcı olduğunu da söylemişti.
Liseden sonra Bowie kariyerine reklamlarda çalışarak devam etmiş ve dağılması öngörülen birden fazla grup kurmuş; the Konrads, Davy Jones and the Lower Third, Davie Jones and The King Bees gibi özgün ama uzun ömürleri olmayan gruplara hayat vermişti. David sonrasında ismini değiştirirken hata yaptığını fark ederek soyadını Bowie yapmaya karar vermişti. İlerleyen zamanlarda David sahnede öylesine kaybolmuş hissediyordu ki, sahneye çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan karakterlerini de farklı birer ruh gibi sınıflandırmaya başlamıştı.
Performansını daha da geliştirmek için Pandomim üzerinde çalışmaya başlayan Bowie, zamanla kendisine yabancılaşmaya başlayan karakterleriyle birlikte daha özgüvenli bir şekilde hareket edebildiğini dile getirmişti.
1967 tarihinde ilk albümü olan David Bowie büyük bir hüsrana ve başarısızlığa uğradığında Bowie, İskoçya’daki bir Budist manastırında haftalarca kaldıktan sonra tekrar kendini hazır hissettiğinde Londra’ya döndü. Bu sefer aktör ve film müzisyeni olarak şansını denemek isteyen Bowie tekrar başarısızlıkla yüzleşince fakirleşti ve arkadaşlarının yardımlarıyla hayatını devam ettirmeye başlamıştı. Onca hayal kırıklığına rağmen pes etmeyen ve müzisyenliği bırakmayan Bowie, 1969 yılında tam zamanlı olarak müzisyenlik işine geri dönmüştü.
Sonunda şansı yaver giden Bowie, Mercury Records ile anlaşma imzalayarak kariyerine yön veren Space Oddity şarkısını çıkarmıştı. Space Oddity, Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey (Bir Uzay Destanı) filminden ilham alınarak yazılmış bir şarkıydı ve dünyanın dört bir yanında popüler olmaya başlamış ve listelerde yerini almıştı. BBC, Apollo 11’in aya inişini Space Oddity eşliğinde yayımlamış ve Bowie’nin popülaritesini ikiye katlamıştı.
Kariyeri hızlı hızlı başarının basamaklarını tırmanırken evlenen ve çocuk sahibi olan Bowie, art arda çıkardığı The Man Who Sold The World ve Hunky Dory gibi albümlerle kendi kurduğu tahta oturmayı başarmıştı. Ünü daha da artarken elbette Bowie’nin sıra dışı tarzı medya ve fanları tarafından tartışılırken, artık medya Bowie’nin seksüel yönelimi konusunda manşetler atmaktan da kaçınmıyordu.
Bu sıra dışı feminen görünümden vazgeçmeyen ve rock müziğin temellerine bu femineniteyi de atan Bowie, kendisinden sonra gelen sanatçılar için de büyük bir ilham kaynağı olmuştu. Olduğumuz kişiyi saklamamamız gerektiğini bağıra bağıra belirten tarzıyla The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars albümünü çıkaran Bowie, aynı zamanda yeni personası olan Ziggy Stardust’ı dünyaya tanıttı. Fütüristik tarzı ve yeni rock müziğinin öncüsü Ziggy Stardust olarak Glam Rock’ı tanıtan Bowie, sonrasında yeni personası olan The Thin White Duke’u buldu.
Mükemmel bir gösteri adamı olmasına rağmen Bowie’nin hayatı müzikten ibaret değildi. Tiyatro ve sinemaya olan aşkının peşinden gitmiş ve aktör olarak da çalışmaya devam etmişti. Son albümü olan Blackstar’la birlikte tüm sanat formlarını bünyesinde toplayan Bowie, neredeyse dünyaya ve sahneye veda ediyor gibi görünüyordu. Blackstar’ın çıkışından iki gün sonra David Bowie hayata gözlerini yumdu.
Hayatının en zor zamanlarından, umudunu kaybedişinden ve dibe vuruşundan en tepeye doğru duygularını birer birer işlediği albümlerini, filmlerini ve resimlerini geride bırakırken onun sanatıyla öyle ya da böyle karşılaşmış her insanın ruhuna dokunmuştu. Bowie Efsanesi’ni elbette kısa bir yazıya sığdırmak imkansız ama rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu dünyadan bir David Bowie geçti.