Modern Türk şiirinde özellikle 1950’lerden sonra belirginleşen siyasal ve tarihsel duyarlılık, bazı şairleri dili yalnızca estetik bir araç olarak değil, aynı zamanda bir karşı duruş biçimi olarak kullanmaya yönlendirmiştir. Bu anlayışın en özgün örneklerinden biri olan Ece Ayhan, şiiri bir tür sivil tarih yazımı olarak görmüş; geleneksel anlatılara, resmi ideolojiye ve kurumsallaşmış dile karşı şiirsel direniş geliştirmiştir. Onun etkisindeki şiirler, sembollerle yüklü, çok katmanlı ve okuru edilgen konumdan çıkaran yapılar kurar.
Ece Ayhan‘ın “Yort Savul” başlıklı şiiri, işte tam bu çizgide yer alarak emredici dili ve çok katmanlı simgeleriyle okura yalnızca anlam teklif etmez; aynı zamanda bir eylem çağrısında bulunur. Yort Savul, bu yönüyle bir şiirden çok, tarihe ve suskunluğa karşı yazılmış bir bildiridir. Bu yazıda, söz konusu şiirin sunduğu mesajları ve onları taşıyan sembolik yapıyı çözümleyerek, şiirin dile getirdiği tarihsel ve toplumsal eleştiriyi görünür kılmayı amaçlayacağız.
Başlıkta Gizlenen Komut: “Yort Savul!”

“Arif Çağlar için
1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız
2. Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:
3. Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?
4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?
5. Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?
6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk
7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız
8. Kurşun kalemle de olabilir
Yort Savul!”
Şiirin başlığı bir kelimeyle okura meydan okur: “Yort Savul!” Türkçede nadir kullanılan bu ifade, “Çekilin!” ya da “Kenara çekilin!” anlamına gelen eski ve sert bir uyarıdır. Ancak bu sadece fiziksel bir çekilme değildir. Şair burada, yerleşik düşünce biçimlerine, suskunluğa, kabullenişe, içselleştirilmiş korkuya karşı bir uyanış talep etmektedir. Başlık, şiirin tamamının özeti gibidir; bir emir, bir çağrı, bir sarsıntı… Ve bu başlık, şiirin sonunda yeniden yinelenerek, döngüsel bir yapı kurar. Bu tekrar, yalnızca bir stilistik tercihten ibaret değildir: Şiirin başında verilen komut, sonunda eyleme dönüşmelidir. Okuyucu sadece okuyan değil, artık yazan, konuşan ve harekete geçen bir özneye dönüşmelidir.
Ardından gelen “Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!” dizesiyle bu şiirsel komut, tarihsel bir bağlam kazanır. Şair, tarihe yeniden bakmak değil, tarihi yeniden kurmak istemektedir. Atlas sözcüğü burada salt bir coğrafi araç değildir, aynı zamanda bir hafıza nesnesidir. Hangi sınırlar nasıl çizildi? Hangi anlatılar egemen kılındı? Kimler bu haritanın dışına itildi? Bu dize, tarihin yalnızca olanı anlatmadığını, aynı zamanda belirli şekillerde yeniden yazıldığını ima eder. Bu nedenle şairin atlas istemesi, geçmişe sahip çıkmak değil, onu sorgulamak anlamına gelir. Bu çağrı, resmi tarihin otoritesini yıkmak isteyen bir şiirsel müdahaledir.
“En geniş zamanlı bir şiir yazacağız” dizesi, bu tarih-yazım önerisini daha da derinleştirir. Burada zaman, klasik anlamda bir kronoloji değil; Benjaminci anlamda bir şimdi ânıdır. Walter Benjamin, tarihin galipler tarafından yazıldığını ve ezilenlerin sesinin bastırıldığını söylerken, geçmişi bir hafıza alanı değil, bir mücadele alanı olarak yorumlar. Şiirde geçen “en geniş zaman” ifadesi, geçmişi, bugünü ve geleceği eş zamanlı düşünen bir şiirsel zaman anlayışına işaret eder. Bu açıdan Yort Savul, yalnızca geçmişi hatırlatan bir şiir değil; geçmişi bugüne taşıyan ve dönüştüren bir şiirdir. Zamanın genişliği, şiirin ideolojik açıklığını ve evrensel iddiasını belirler. Çünkü şair yalnızca Türkiye’deki değil, dünyanın her yerindeki bastırılmış anlatıların tarihsel hakikatine kulak vermek ister.
Üçlü Sorgulama: Çocuk, Yüz, Boğaziçi

Şiirin kalbinde yer alan üç soru, hem yapısal olarak şiire dinamizm katar hem de şiirin temel mesajlarını aktarır. Bu sorular, klasik anlamda bir bilgi arayışının değil, bilinç uyandırmanın aracıdır. Her biri kendi başına birer sembolik anlatıdır ve şairin topluma yönelik yaptığı en derin eleştirileri barındırır.
İlk soru şu şekildedir: “Yeryüzünde nasıl dağılmıştır / Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?” Bu dize, eğitim sisteminden ideolojiye kadar pek çok yapıya yöneltilmiş bir eleştiridir. Çocuklar burada yalnızca yaşça küçük bireyler değildir, onlar, sistemin henüz tamamen şekillendiremediği, sorgulama kapasitesini koruyabilen, düşünsel saflığı olan özneleri simgeler. “Tarihi düzünden okumaya ayaklanmak” ifadesi, resmi tarih anlatılarına karşı çıkmayı, alternatif yorum biçimlerini ve bastırılmış hafızaları gündeme getirmeyi ima eder. Ancak çocuklar, yeryüzüne dağılmıştır. Bu ifadedeki dağılma, hem fiziksel bir dağılım hem de bir tür sürgün anlamı taşır. Sorgulayan bilinçler, toplumun merkezinden uzaklaştırılmış; görünmezleştirilmiş, etkisizleştirilmiştir. Bu soru, düşünsel bastırılmışlığın, özgür zihnin toplumda nasıl yer bulamadığının şiirsel ifadesidir.
İkinci soru ise daha doğrudan bir varoluşsal acıya temas eder: “Daha yavuz bir belge var mıdır ha / Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?” Burada yüz sembolü çok katmanlıdır. Yüz, hem kimliktir hem de tanıklıktır. Bireyin yüzü, onun tarihsel ve psikolojik geçmişinin dışa vurumudur. Şairin kullandığı parçalanmak ifadesi, fiziksel acının ötesinde ruhsal ve ideolojik bir yıpranmayı temsil eder. Gerçeği arayan birey, sistemin baskısı altında bedel öder. Bu yüzler parçalanmış olabilir, ama içerdikleri hakikat resmi belgelerin steril satırlarında bulunmaz. Şair, belge kavramını alaya alır; hakikatin, kurumsal arşivlerde değil; sokakta, bedende, acıda, yüz ifadelerinde bulunduğunu iddia eder. Bu şiirsel söylem, belgeye dayalı tarih-yazım anlayışının eleştirisidir ve alternatif bir hakikat rejimi önerir: kişisel tanıklık.
Üçüncü soru şiirin mekâna dayalı sembolizmini açar: “Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır / Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?” Boğaziçi ifadesi, sadece İstanbul’un doğal güzelliği değil; aynı zamanda sınıfsal, kültürel ve tarihsel bir bellektir. Şairin seçtiği huruc alessultan terimi, klasik İslam siyasetinde sultana karşı başkaldırıyı tanımlar. Boğaziçi’nin bayraksız, davulsuz akışı; herhangi bir sembol, lider ya da slogan taşımayan, ama derin ve istikrarlı bir direnişi simgeler. Bu dizeler, bireysel ya da küçük toplulukların görünmeyen, duyulmayan isyan biçimlerine gönderme yapar. Boğaziçi gibi göz alıcı bir doğa unsurunun böyle bir politik metafora dönüşmesi, şairin mekânı nasıl ideolojik bir alan hâline getirdiğini gösterir. Bu, klasik estetik anlayışın tersine çevrilmesidir: güzellik artık sadece izlenmez, konuşur, direnir.
Alegorik Çağrı: Hükümet Kuşu ve Kurşun Kalem

Şiirin politik dozunun en yüksek olduğu yerlerden biri, “Tarihe ağarken üç ağır yıldız / Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk” dizeleridir. Bu dizede kullanılan imgeler, doğrudan devlet yapısına ve onun tarihsel yüküne yöneltilmiş alegorilerdir. Üç ağır yıldız, rejimi veya devleti temsil edebilir; yıldızlar geleneksel olarak bayraklarda kullanılan bir sembol olmakla birlikte burada ağır olmaları, sistemin taşıdığı tarihsel yüklerin ağırlığına dikkat çeker. Tarihe ağmak, yalnızca tarihsel bir anı bırakmak değil, aynı zamanda başarısızlığı ve tükenmişliği kayda geçirmek anlamına gelir.
Hükümet kuşu ise bu bağlamda oldukça sert bir imgedir. Normalde kuş, özgürlük, hareket ve yükselişin simgesiyken burada kanatları yoluk ve sürünerek ilerleyen bir kuş olarak betimlenmiştir. Bu, iktidarın artık yön veremeyen, göğe yükselemeyen, itibarsızlaşmış bir yapı haline geldiğini ifade eder. Şair burada klasik iktidar imgelerini ters yüz eder; devlet artık kudretli bir kartal değil, kanatları koparılmış bir mahluktur. Alegori yoluyla otorite sorgulanır, zayıflatılır, insani ölçülere indirilir.
Şiirin son bölümünde ise bireysel ve kolektif direniş teması bir çağrıyla somutlaşır: “Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!”. Burada hem ciddi hem de ironik bir seslenme vardır. Muhbir gibi sistemin işbirlikçileri bile çağrıya dahildir. Bu, dönüşümün sınır tanımadığını ima eder. Kolektif kurtuluş ancak herkesin dahil olmasıyla mümkündür. Ve hemen ardından gelen “Kurşun kalemle de olabilir” dizesi, şiirin en incelikli sembollerinden biridir. Kurşun kalem, kolayca silinebilir bir araçtır. Ancak tam da bu kırılganlığıyla bir cesaret metaforu olur. Şair, büyük eylemleri değil, küçük ama kararlı adımları savunur: yazmak, konuşmak, sormak… Bunlar da direnişin biçimleridir.
Ve son sözcük yeniden gelir: Yort Savul! Bu, artık bir uyarı değil; bir şiirsel komutun, bir çağrının, bir devrimin sembolüdür. Okur, bu noktada şiirin dışına çıkmış değildir, tam tersine, şiirin bir parçası hâline gelmiştir. Şair konuşmuştur, sıra okurdadır. Şimdi susmak değil, yazmak, hatırlamak, direnmek zamanıdır.
Kaynakça:
- Ayhan, Ece. Bütün Yort Savul’lar!. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1994.
- Benjamin, Walter. Tarih Kavramı Üzerine. (Çev. Ahmet Cemal). İstanbul: Metis Yayınları, 2015.
- Karaalioğlu, Semih. “Modern Türk Şiirinde Tarih Bilinci.” Hece Dergisi, Sayı 40, 2001, s. 45–58.
- Şahin, Şaban. “Şiirde İdeoloji ve Direniş Dili.” Türk Dili, Sayı 660, 2006, s. 14–22.
Kalemine sağlık, çok güzel bir inceleme olmuş 👍🏻💫
Harika bir inceleme olmuş, hem de yerinde ve zamanında. Bir edebiyat öğrencisi ve bir okur olarak hayranlık duydum, ellerine sağlık!
Kalemine sağlık Zeynep 🙏🏻 her cümlen, her dizen çok değerli.