Tarih kitaplarına ilgisi olan insanların en zorlandığı konu tarihin neresinden okumaya başlaması gerektiğini bilememesidir. Eduardo Galeano, Aynalar adlı kitabında bu sorunu ortadan kaldırarak okuyucusuna genel bir tarih sunar. Mısır mitolojisinden, Yunan edebiyatına, Dünya’nın ortaya çıkış efsanelerinden, bira ve diğer içkilerin nasıl ortaya çıktığına dair birbirine uç konuları kısa paragraflar halinde okuyucuya sunar. Böylesine uç konuları işlemesine rağmen akıcılığını da korur.
Eduardo Galeano kendisine ‘’Ben hatırlama hastalığı olan bir insanım’’ der. Kitapta da aslında bu sözünün altını doldurur. Kitap, Galeano neyi hatırladıysa anlık şekilde yazmış gibidir. Kitap bir tarih kitabı olmasına karşın kendi içinde gizli denemeler de barındırır. İlk dilin ortaya çıkışı hakkında ki paragrafı bu konuya örnek olarak gösterilebilir.
‘’Ceza için teşekkürler
İncil’e göre fahişe ve fahişelerin anası olan lanetlenmiş şehir Babil’de insan küstahlığının bir sembolünü teşkil eden o kule göğe doğru yükselmekteydi. Öfkenin yıldırımı fazla gecikmedi: Tanrı kuleyi inşa edenleri artık birbirleriyle asla anlaşamasınlar diye, farklı diller konuşmaya mahkûm etti ve kule sonsuza dek yarım kaldı.
Eski İbranilere göre insanların konuştuğu dillerin farklılığı ilahi bir cezaydı.
Ancak Tanrı bizi cezalandırmak isterken tek bir dilin sıkıcılığından kurtararak belki de bize bir iyilik yaptı. (Sayfa 49-50)’’
Kitap okuyucuya her gün gördüğü, duyduğu objelerin veya seslerin ilk olarak nerede ve nasıl çıktığını sunar. Aynı zamanda gazeteci olan Galeano tarihi sunarken de birçok eleştiriyi ustalıkla paragrafların arasına serpiştirir.
‘’İnsancıklar
Darwin meleklerin değil, maymunların kuzeni olduğumuz konusunda bizi aydınlattı. Daha sonra Afrika selvasından geldiğimizi ve hiçbir leyleğin bizi Paris’ten falan getirmediğini öğrendik. Kısa bir süre önce de genlerimizin, farelerin genleriyle neredeyse birebir aynı olduğunun farkına vardık.
Tanrı’nın şaheserleri mi yoksa Şeytan’ın kötü bir şakası mı olduğumuzu artık bilmiyoruz. Biz, insancıklar
Her şeyin yok edicisiyiz,
Hemcinslerimizin avcısıyız,
Atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,
Makineler icat eden,
İcat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,
İçinde yaşadığı evi yiyip bitiren,
Kendisinin içeceği suyu ve kendisine yiyecek veren toprağı zehirleyen,
Kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,
Zevk için öldüren
İşkence eden,
Tecavüz eden yegane hayvanlarız.
Ama aynı zamanda da,
Gülen
Uyanıkken düş kuran,
İpekböceğinin salyasından ipek yapan,
Çöplüğü güzelliğe dönüştüren,
Gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden
Dünyanın seslerine yeni müzikler katan
Ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye
Yeni sözcükler yaratan yegane hayvanlarız. (240-241)’’
Irkçılığa ve köleliğe karşıt düşüncelerini belirten hikâyelere de sıkça yer verir.
‘’Moda
Kölelerin satışı Afrika’da bir ithal mal sağanağına neden oldu.
Afrika çok iyi kalitede demir ve çelik üretmesine rağmen beyaz şirketlere zenci satan birçok krallıktaki saray efradı için Avrupa kılıçları bir gösteriş unsuruydu.
Aynı şey pamuktan ağaç kabuğuna kadar çok değişik liflerle üretilen Afrika kumaşları için de geçerliydi. On altıncı yüzyılın başlarında, Portekizli denizci Duarte Pacheco, palmiyeden yapılan Kongo elbiselerinin kadife kadar yumuşak ve İtalya’dakilerden bile çok daha güzel olduklarını yazmıştı. Ama iki katı fiyata satılan ithal kıyafetler, giyenlere saygınlık kazandırıyordu. Fiyat değeri belirliyordu. Ne kadar pahalı o kadar değerli. Ucuz ve bol olanlar kölelerdi, bu yüzden de pek değerler yoktu. Pahalı ve nadir olduğu ölçüde bir şeyin değeri artıyordu; üstelik ona ne kadar az gereksinim duyulursa o kadar iyiydi. Dışarıdan gelen her şeye karşı duyulan arzu gereksiz yenilik tercihlerinin yerleşmesine sürekli değişen modalara yol açıyordu; bugün böyle, yarın öyle, öbür gün kim bilir nasıl?
Bu uçucu parıltılar ve güç sembolleri, yönetilenleri yönetenlerden ayırt etmeye yarıyordu.
Tıpkı bugün olduğu gibi. (Sayfa: 172-173)’’
Kitaptan alınan örnek metinlerde de görüldüğü üzere Eduardo Galeano, Aynalar adlı kitabında tarihi eleştirel biçimde ama aynı zamanda da olduğu gibi okuyucuya sunar. İlkleri, Yunan ve Mısır tarihini, ırkçılığın ortaya nasıl çıktığını, köleliği, Tanrı kavramının coğrafyalar arasında nasıl farklılık gösterdiğini merak edenler için okunması gereken bir metindir. Daha birçok bilgiyi de içinde barındırır. Genel kültür anlamında da oldukça pekiştirici bir kitaptır.
Tarihin tozlanmayan sayfalarında dolaşmak isterseniz Aynalar’a bakmanız yeterli.
Yazar: Eduardo Galeano
Çevirmen: Süleyman Doğru
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 380