Egemen Virüs: Kapitalizm Nefessiz Bırakır

spot_img

Donatella Di Cesare Kimdir?

İtalyan filozof, deneme yazarı ve editör Donatella Di Cesare, 29 Nisan 1956 Yılında Roma, İtalya’da Dünya’ya gelmiştir. Donatella Di Cesare, Roma Sapienza Üniversitesi’nde teorik felsefe dersleri eğitimi vermektedir. L’Espresso ve Il Manifesto dahil olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerle iş birliği içindedir.

Sınırların her geçen gün belirginleştiği “dışarıdakine”, “ötekine” kapandığı bir dünyada Covid-19 kaçar, gezer, sınırları aşar ve başkalarına bulaşır. Donatella Di Cesare’ye göre korona virüs, kesinlikle bir vatansever değildir. O, sınır tanımazlığıyla bir “egemen virüs”tür. Kimi durumlarda “Korona virüs insanlığın yok edilmesi için kimyasal bir araçken, kimilerine göre Çin’in kontrolünü kaybettiği biyolojik bir silahtır, belki de Bill Gates tarafından yaptırılan ve finanse ettirilen bir deneydir ya da vahşi hayvan pazarından çıkan bir Wuhan virüsüdür.” Her bakıma bütün bunlar komplo fantezilerinden ibarettir.

Egemen Virüs - Kapitalizm Nefessiz Bırakır | D&R - Kültür, Sanat ve Eğlence Dünyası

Donatella Di Cesare gözünden bu dünya artık siyasetçilerin sahneyi terk ederek dünyayı bilim insanlarına bırakmak zorunda oldukları bir dünyadır. Korona virüsü bahane ederek politikacılar uzmanlara ve bilim insanlarına sahneyi verse de bu yer verme ilişkisi ona göre oldukça risklidir. Yazar burada bir ikiliğe işaret etmektedir. Çünkü gerçekte olan şey; hükümetler, doktorların ve bilim adamlarının önerilerini bahane ederek nüfuslara diktatörlük dayatırken bedenlerimiz de her an denetlenmeye maruz kalmış ve salgın da biyo-politik bir güzergaha kaymıştır. Foucault için biyopolitika; nüfusu ekonomik bir kaynak olarak gören, insan bedenini de siyasete dâhil eden bir iktidar biçimidir. M. Foucault, 18. yüzyıl sonundan itibaren iktidarın yönetim tekniğinin değiştiğini söyler. Ona göre bir merkezi idare tarafından halkların yönetiminde, disipline dayalı beden teknolojisinden, yaşam düzenlemeye dayalı bir teknolojiye geçilmiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda disipline dayalı iktidar tekniği, eğitilecek, terbiye edilecek, cezalandırılacak, şekilde ve okul, hapishane, hastane, kışla gibi kurumlarda bireyler yaratmaya ve bu bireylerden oluşan bir toplumu yönetmeye odaklıyken, nüfus artışı ve sanayileşme gibi faktörler yeni bir iktidar teknolojisinin doğuşuna zemin hazırladı. Biyopolitika da bu yeni teknolojinin adıdır. Biyopolitikanın amacı insanlar arasında bir disiplin sağlamak değil, yaşamı düzenlemektir. Gelin şimdi hep birlikte bu süreci yazarın kitapta kullanmış olduğu bazı kavramlar üzerinden inceleyelim.

İlk olarak, Michael Foucault’un “kapatılma teorisini” herkesin eve kapatıldığı bir dönemde nasıl yorumlayabiliriz?

Foucault’un “Deliliğin Tarihinde” bahsettiği, “Büyük Kapatılma”nın neredeyse bütün dünyada yaşanır bir hâlidir bu. 1656’da Paris’te  “genel hastane” adı altında bir yapı kurulmuş ve yaklaşık altı bin Parisli burada gözetim altına alınmıştır. Foucault, bu olaya “Büyük Kapatılma” adını verir ve bu olayı çok önemser. Kapatılanların çok büyük kısmı üretime yeniden kazandırılamamaktadır.  Kapitalist sanayi toplumunda, ekonomiye girdisi veya çıktısı olmayan bu insanlar için yapılması gereken en doğru şeyin onların ayak altından çekilmeleri olduğuna kanaat getirilmiştir. On yedinci yüzyılda Paris’te yaşanan büyük kapatılmaların içinde yersiz, yurtsuz, evsiz, işsiz ve eşsiz olanlar bulunuyordu. Bu kapatılmadan kurtulmak içinse ancak bir meslek icra etmek, bir işte çalışmak gerekiyordu.
Nasıl ki hastalar, fakirler, eşcinseller, deliler toplanıp, “Genel hastane” adı altında kapatıldılarsa, 21. yüzyılda da bu, önce yaşlılardan başlayarak, herkesi kapsamış duruma geldi.

2 Nisan 2020’de bütün dünyada insanlık hükümetler tarafından eve kapanmaya zorlandı. Covid-19’un yayılmasına karşı önlemler, izolasyon, karantina ve bazen sokağa çıkma yasakları olmuştur ve her yerde retweetlenen tek bir düşünce belirdi: #evdekal. Bu, bütün dünya için eşi görülmemiş bir olay oldu. Kafeler, sinemalar, tiyatrolar, konser alanları, okullar, üniversiteler, camiler, kiliseler kapatılarak herkes eve kapanmak zorunda kaldı. İngiltere’de Başbakan Boris Johnson polise virüs taşıdığına dair şüphe uyandıran herkesi göz altına alma yetkisi veren bir kanun geçirmiştir. Eleştiriler yüzünden daha sonra bazı maddeleri değiştirilen kanun, hükümete 2 yıl boyunca kamusal alanda toplu gösterileri kısıtlama veya yasaklama yetkisi de vermektedir. İsrail’de salgın ile mücadele önlemleri çeşitli hak ve yetki ihlaline gerekçe olmuştur. Salgın yönetme bahanesiyle kişisel verilerin korunması kanunu ihlal edilmiştir. Devletin izleme aygıtları halkın rızası alınmadan devreye alınmış cep telefonu datası toplanmaya başlanmıştır. Macaristan’da ise Başkan Viktor Orban, Covid-19 gerekçesiyle olağanüstü hâl ilan etmiş, ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başlamıştır. Basın özgürlükleri askıya alınmış, toplantı ve yürüyüşler yasaklanmıştır. Türkiye’de de hafta içi sokağa çıkma yasakları, önce 65 yaş üstü bireylere; daha sonra da 18 yaş altındakilere uygulanmış, hukukun ayrım gözetmeme ilkesi ihlal edilmiştir. Covid-19  istatistikleri kamuoyuna şeffaf olmayan bir biçimde sunulmuş, hasta sayısının hastaneye yatan kişileri mi yoksa PCR testi pozitif olanları mı gösterdiğinin bilinemediği, ortalama temas süresinin ve filyasyon oranının gerçekle bağdaşmadığı da ortadadır. Görüldüğü gibi otoriterleşmenin yükseldiği bu dönemde hükümetlerde Covid-19 ile birlikte kazandıkları olağanüstü yetkileri kötüye  kullanabilmekte ve Covid-19’u fırsata dönüştürebilmektedir.

İkinci olarak, İngiliz sosyolog Jeremy Bentham 1785 yılında hapishane inşa modeli adlı bir yapı hazırlamıştır. “Bütünü gözetlemek” anlamına gelen bu yapıya panaptikon olarak kavramsallaştırmıştır. Panoptikon, ortada bir kule ile dışarıda dairesel bir bina şeklinde hücrelerdir. Kule, dairesel binanın içine bakmak için açılan büyük pencerelere sahiptir. Her bir hücrede biri kule penceresine bakan, diğeri dışarıdaki bir pencerenin ışığının geldiği iki penceresi vardır. Kulede bir amir var. Hücrenin arkasından gelen ışığın etkisiyle, hücrelerin içindeki insanları gözetleyebilir. Panoptikon, mahkumların ne zaman izlendiğini bilememeleri, her zaman izleniyormuş gibi davranmaya motive oldukları anlamına gelir. Tekrar tekrar izlendiğini hisseden hücrelerdeki bu insanlar itaatkar olurlar. Yazarın bu kavramlarla vermek istediği esas mesaj şudur: Korona virüs ile birlikte biz de hızlandırılmış bir panoptikonda yaşıyoruz. Alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, toplu alanlarda vücut sıcaklığımızın ölçülmesine, düzenli olarak ellerimizi yıkamaya, sosyal mesafeye dikkat etmek adına toplu alanlara girmemeye, toplu taşıma kullanmamaya ve hatta evden çalışmaya dikkat ediyoruz. Otoriteye itaat ediyoruz çünkü Covid-19 tarafından gözetleniyoruz. Yapılan bir çalışmaya göre insanların yüzde 64’ü karantinada olan insanların elektronik bilekliklerle gözetim altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Tam da bu noktada bireyler arasında olan bir gözetim söz konusudur. Bireyler devletin aldığı önlem ve kısıtlamalara uymayan insanları, kimi zaman komşularını ihbar ederek bu kişileri bulaş riskini yükselten “sorumsuz vatandaşlar” olarak göstermişlerdir.

Korona virüsle birlikte birçok devlet ve lider salgınla daha iyi mücadele etmek için kendisine tam yetki vererek olağanüstü hal ilan etmiştir. Fransa’da yeniden acil durum ilan edilmiş, Trump kendisini “savaş zamanı devlet başkanı” olarak nitelendirerek karar verme sınırını savaş zamanında olacağı gibi esneteceğini açıklamıştır. İşte bu bu korona-politikanın ta kendisidir. Yazarın bahsettiği gibi sağlık krizi dünyayı otoriter bir laboratuvar haline getirmiştir. Koronavirüs bedenleri etkilerken küresel salgın da ruhsal bir acil duruma işaret etmektedir. Her şey belirsiz, riskli ve ölümü çağrıştırırken kendimizi soyutlayarak ötekinden korumak zorunda hissettiğimizi anlatır. Diğer yandan bu durum kesinlikle insan olarak varoluşumuza aykırıdır. Sosyal mesafe ile insan ilişkilerimiz de duygusal mesafeye indirgenmiş durumdadır. Toplu ev karantinası hemen hemen herkesi ruhsal bir bunalıma sürüklerken belirsizlikler çoğalmış, korkular, kaygılar artmıştır: hastalanmak, entübe olmak, işini kaybetmek… Virüs birçok duyguyu bizde aynı anda uyandırmıştır. “Uzaktan” çalışmak ve artık uzaktan yaşamak. Bütün benliğimizin ekranlara ver ağ ortamına tabii tutulmasından başka bir şey değildir.

Peki Covid-19 yüzünden insanlar nasıl hayata veda ediyor?

Yazar korona virüsle birlikte ölümün tanımının ve gerekliliklerinin bu süreçte apaçık değiştiğini ifade ediyor. Cenaze töreni hatta mezarlığa ziyaretin bile yasaklandığı, dezenfekte edilmiş bir örtünün içinde ölüm anında giydikleri parçaların yakıldığını, bürokrasinin ölüm belgesini çıkartırken hiç olmadığı kadar hızlı olmasından yakınıyor. Ancak bütün bu olanlar bizi izleyici olma durumundan alarak düşünmeye sevk ediyor. Ölen bütün insanlar bu kentin sakinleriydi, öğretmeni, doktoru, polisi, bakkalı, komşusu… Hepsinin birer hikayesi, sevdikleri, hayalleri vardı bir rakamdan çok daha fazlasıydı.

Donatella Di Cesare bu sistemin bir “Bağışıklık demokrasisi” yarattığından bahsediyor. Bağışıklama burada aynı zamanda anestezi anlamına gelmektedir. Enfekte olanların acıları karşısında övünen bağışıklar sadece sadık bir izleyici olurlar. Tıpkı her gün sonunda hissiz, soğukkanlı ve ruhsuz bir biçimde “korona virüs vaka tablosu”nu izlediğimiz gibi. İşte bütün bu süreç kapitalizmin insanları nefessiz bırakmasının somut bir tasviridir. Donatella Di Cesare bu kitapta Covid-19’un yaşamımızı nasıl değiştirdiğini, yalnızca izleyici değil bir kurban durumuna geldiğimizi ve ileride de Covid-19 gibi ortaya çıkabilecek birçok virüsle yaşamayı öğrenmemiz gerektiğinden bahsediyor. Bunu da şu sözüyle ortaya koyuyor. “Birlikte olmak izole edilmiş, ayrılmış bir dünyaya tepki vermektir…” Tek çıkış yolunun birlikte ve dayanışma hâlinde yaşamak olduğunu savunuyor.

Kaynakça

Di Cesare, Donatella. Egemen Virüs: Kapitalizm Nefessiz Bırakır. Çev. Balkıs Uysal. Pinhan Yayıncılık, 2020.

Foucault, Michel. Hapishanenin Doğuşu. Çev. M. Ali Kılıçbay. İstanbul: İmge Yayınevi (4. Baskı), 2019.

spot_img
Şeyma Tütüncü
Şeyma Tütüncü
Belki bir bahçe ekiyorum saksıya.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.