“Entelektüel bir bireyi düşündüğümüz zaman portresini çizdiğimiz kişinin bireyselliğini mi vurguluyoruz, yoksa bireyin mensup olduğu grubu ya da sınıfı mı odak alıyoruz?”
Son zamanlarda okuduğum en nitelikli kitaplardan biri olan “Entelektüel” kitabına değinmeden önce, sizlere kitabın yazarından kısaca bahsetmek istiyorum:
Edward Said, Filistinli Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak 1935’te Kudüs’te doğmuştur. Kudüs ve Kahire’de eğitim görmüş; On beş yaşındayken ABD’ye göç etmiştir. Princeton Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Harvard’da master ve doktorasını tamamlamış; Columbia Üniversitesi’nde dersler vermiştir. Yale, Harvard ve Johns Hopkins üniversitelerinde konuk profesör olarak görev yapan Said uzun yıllar sürgündeki Filistin Ulusal Konseyi’nin üyesi olarak kalmıştır.
Entelektüel kitabı, Edward Said’in 1993 Reith Konferanslarındaki konuşmalarının derlemesinden oluşuyor. 6 bölümden oluşup, entelektüel kavramını çeşitli konulardan ele alıyor. Kitapta bu konular, “Entelektüelin Temsil Ettikleri”, “Milletlere ve Geleneklere Pes Etmemek”, “Entelektüel Sürgün: Göçmenler ve Marjinaller”, “Profesyoneller ve Amatörler”, “İktidara Hakikati Söylemek”, “Tanrılar Hep İflas Eder” başlıklarıyla ele alınıyor.
Said, entelektüeli öncelikle otoritere ve iktidara hizmet etmeyi reddedişiyle, sonra da milliyeti, dini, geleneği ile arasına koyduğu mesafeyle tanımlıyor. Adorno’dan etkilenerek entelektüeli sürgün, evsizlik konumuna yerleştiriyor. Bu sürgünlükte yaşanan toplumun yerlilerinden olmamayı ve hep marjinal kalmayı bir yoksunluk olarak değil; özgürlük olarak görüyor. Ona göre entelektüel, eskiden olduğu gibi toplumda uzlaşma yaratan biri değil, bu simgeleri zorlayan, mücadeleden çekinmeyen ve hiçbir kahramana ve siyasi hiçbir tanrıya inanmayan kişidir.
“Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlar arası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır.”
Kitabın dördüncü bölümünü oluşturan “Profesyoneller ve Amatörler” kısmı bana kalırsa kitabın en fazla düşündüren bölümlerindendi. Aşina olduğumuz örnekler ve literatüre dayalı bilgilerle ilişkilendirerek yapılan açıklamalar okuyucuyu hiç beklemediği sorgulamaya itiyor. Hem kendine hem de yaşadığı topluma dair fayda sağlayacak sorgulamalar bunlar…
Edward Said’in tüm yapıtlarına şöyle bir bakıldığında, Auerbach, Spitzer ve Curtius’un temsil ettiği hümanist filoloji geleneği, İtalyan tarihçi Vico’nun, Gramsci’nin ve Lukacs’ın tarihselciliği, Foucault’nun arkeolojisi, Marx’ın radikalizmi, Yeni Eleştiri Okulu’nun aykırı ismi Blackmur’un eleştirel keskinliği birleşerek kendine özgü, gerilimli ve çarpıcı bir etki görüldüğü söylenebilir.
“Toplum ne kadar özgür ve açık olursa olsun, birey ne kadar bohem olursa olsun herkes bir toplumun zaptı altındadır.”
Bunca ağır ve dolu dolu bir konuyu ele alması açısından kitabı elinize aldığınızda belki ürkütücü gözükebilir. Ancak kitabın üslubu, işlenilen konu açısından oldukça akıcı. Çevirisi başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş. Kitapta altı çizilecek, okuyucunun bilgi birikimine çok şey katacak türden çok kıymetli satırlar yer alıyor.
Ayrıca kitapta verilen çeşitli romanlar üzerinden olan konuyla ilgili anlatılar ve az önce bahsedildiği gibi önemli düşünürler hakkındaki bilgiler okuyucu için kıymetli olmakla birlikte akılda kalıcı oluyor.
Konuyla ilgilenenlere/ilgilenmeyenlere hiç fark etmez kesinlikle tavsiye edilecek bir kitap. Okuyucuya tahmininden daha çok şey katacak, nitelikli kitaplar arasında kendini gösteren bir yapıt…