Günümüz edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Ayfer Tunç, 1989’da yayımlanan ve Yunus Nadi Öykü Armağanı’na layık görülmesini sağlayan Saklı kitabını daha sonra Evvelotel ile birleştirerek biz okurlarına eşsiz bir öykü şöleni sunuyor. Dünyaya uyum sağlayamayan, içlerindeki dünya ağrısını dindiremeyen insanların hayatlarını anlatıyor. Her bir öykünün diğerini daha büyük bir merakla okumanıza neden olduğu kitaptan alıntıları sizler için derledik. Keyifli okumalar!
“Sinirli yapar bizim buralar adamı. Öyle tuhaf bir yerdir ki, kaderi hızlandırır. Üç ayda olacak olan üç günde olur, yaran varsa kanar, durduramazsın. Sabrım var sanırsın, tükenir. Öleceğin yoksa bile ölürsün. Ölmezsen eksilirsin. Hâlâ burada yaşıyorsan bil ki, son sen, ilk sen değilsin. Kendimden biliyorum, eksildim.” (s. 13)
“Zaman örtmüyor, ama yatıştırıyor; bu da az şey değil.” (s. 29)
“Abim çevresindekilere büyük şiirler yazmaktan, dar kapılardan geçmekten, tersine çevirmekten, uyumsuzluğun erdeminden ve daha bir yığın karışık şeyden söz ederdi, tavanları çok yüksek olduğu için kendini en iyi hissettiği yer olan okul kantininde. ‘Şiir hayatın kaynağıdır’ derdi mesela, ‘hayat sonsuz bir şiirden başka bir şey değildir.’ Nereye kanacağını tahmin edemediğimiz, küçük, haşarı kuşlara benzerdi sözleri, ordan oraya uçardı.” (s. 30)
“Dünyayla gözlerimin arasına gri bir toz bulutu giriyor, dünya benden uzaklaşıyor, beni istemiyor, öyle hissediyorum. Kalkıp buraya geliyorum.” (s. 41)
“Açık kapılara hiç dayanasım yoktur benim, kapılar kapanmalıdır, dünya güvenilmez bir yerdir çünkü. Kapısını kapalı tutmayan kirli bir suyun içeri sızmasına, kendini çürütmesine, yok etmesine razı demektir; ama belki de doğrusu budur, dünya yorucu bir yerdir çünkü.” (s. 44)
“Halas arkadan itiliyormuş gibi yaşıyordu, sırtına bir yumruk yiyor da öne fırlıyor gibiydi her hareketi. Bu yüzden sadece havada bir harekete dönüşüp yok oluyordu, bir karecik görüntü bile olamıyordu.” (s. 50)
“Hikayenin hangi satırı doğru bilmiyorum. Doğruların ne önemi var, onu da bilmiyorum.” (s. 59)
“Bir kitabı kapatıp diğerini açarken, tuhaf bir bağlantı cümlesiymiş ya da kötülüklerden koruyan bir duaymış gibi mırıldandığım dize beni ele veriyordur:
Bir gün herkes kendisi olsun.” (s. 61)
“Onunla birlikte olduğum süre boyunca ben de evin içine kapanışının bir parçası oldum. Sanırım ikimizde ve sadece onda olan -onun yanında değilsem bende olmayan-, ikimizi ve onu başkalarından ayıran -onsuz iken beni başkalarıyla bir kılan- şey, gerçekliğin üstümüzde ve onun üstünde iz bırakmamasıydı. (s. 66)
“Çok mu büyüktü aşkınız dedim.
Hayır dedi, ikimizde çok yalnızdık.” (s. 83)
“Ama büyük bir boşluk yerleşti içime, sanki içinde kaybolduğum gerçeküstü bir film bitmiş de gerçekliğe alışamıyorum bir türlü, böyle tuhaf bir duygu.” (s. 86)
“Yalanlarıyla hayatımı güzelleştirdi dedi, evet yalan söylüyor, ama doğruyu yaşamaktan bıktım artık.” (s. 125)
“Kendi hikayem hafif, hatta basit geliyor bana, basit hikayelerle oyalanmış bir ömrün sahibi olmak ise ağır geliyor, eziliyorum.” (s. 138)
“Günlerimizi düşünüyordum ben, seyircisi kaldığımız, bir gün aslında bizim olduğunu anladığımız, gençlikten veya gelecek sarhoşluğundan elimizde tutamadığımız, çabucak geçen günlerimizi. Yazılmayacak bir romanın içinde, yazılacakmışız gibi yaşamıştık.” (s. 143)
“Gidenler nerededir, kimlerledir, bilinemez. Tarihler geçer, yüzümüze çizgiler dolar, sırtımız ısınmak bilmez, yıllar geçer, aşklar nerededir, bilinmez.” (s. 168)
“Çocukluğumu unuttum. Unutmak bir yalanlamadır, en yalnız zamanlarımda kendime bir bir anlattığım. Aslında hiçbirini unutmadım, sakladım. Çocukluğumu ve o günlerle birlikte taşıdığım her şeyi değerli bir sandık gibi kalbime çiviledim.” (s. 179)
“Ara sıra çıkarıyorum o gizlediklerimi kalbimin en derin yerinden. Yanımda, kimselerin olmadığı, kahkahalarımın, gülüşlerimin bittiği zamanlarda. Ben çeşit çeşit gülüşlerimle ünlüyümdür. Hep neşeler gezdirmişimdir yanımda. Benimle birlikte olanlar, en çok neşemi severler, bilirim. Çünkü hüzünlü suskunluklar, ağlamaklı duruşlar insanlara kendi küçük acılarını hatırlatır. Oysa herkes unutmak ister bir yanıyla kırık anlarını.” (s. 182)
“Uzakta olan yemyeşil çayırların, kızıl çam ağaçlarının, gelinciklerin olduğu yerler midir? Yoksa onları görebildiği, sevebildiği zamanlar mı? Hiç bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Uzak yerleri aradığım zamanlar mı artık olmayan? Yoksa artık uzak yerler diye bir yer mi yok? Bilmiyorum.” (s. 182)
“Yalnızlık zamanlarım daha sık oluyor artık. Dalıp dalıp gittiğim, bir loşlukta tutsak kaldığım zamanlar. Hayat daha ağır geçiyor benim için, belki ondan. Belki de artık kendimi daha çok arayıp bulmak istiyorum. Anılarımı daha sık çıkarıyorum sandığından. Acı duymaktan, yaşadıklarımı acıklı, hüzünlü bulmaktan korkmuyorum. Çünkü kuşku duyuyorum gerçekliklerden.” (s. 185)
“Bir soluk kadar yakındım ona ama, farkında bile değildi. Onu sevmeye hazırlanmak bir kavrayıştı. Derin bir soluk aldı, göz göze geldik. Gülümsedim, yorgun gibiydi. Onu içimde duydukça sevindim, yıllarca ağaçsız dalsız bir ovada büyük bir yangın beklemiştim.” (s. 241)
“Bir insan doğum ve ölüm denen iki büyük yalnızlık arasında hiç yalnız kalmamışlardan değilse, içinde bir türlü ses olup dağılamayan bir çığlığı taşımışsa, bir anı ya da bir hayal için hayatını yakabilir.”
“Bir insan doğum ve ölüm denen iki büyük yalnızlık arasında hiç yalnız kalmamışlardan değilse, içinde bir türlü ses olup dağılamayan bir çığlığı taşımışsa, bir anı ya da bir hayal için hayatını yakabilir. Böyle bir insan yüreğinde kurduğu mahallede, herkesten gizli, uğrunda hayatını yaktığı şeyle yaşayabilir.” (s. 242)
“Yalnızlığını sevmekte belki de haklıydı. Ulu bir kimsesizliği hayatın kendisi yapınca gülüşünün donması, yıkılması, bozguna uğraması yoktu. Yalnızlıkta bütün güzelliklerin gerçekten en uzak olanı en düşsel renklerle yaşanabilirdi.” (s. 244)
“Yalnızlığa bürüneli beri ağaçların ağaç, kuşların kuş oluşu gibi insanlara sadece insan diye bakıyordu. Keder ve acıya yalnızca kendi sahip çıkarak yalnızlığını besliyordu.” (s. 244)
Evvelotel – Saklı, Ayfer Tunç, Can Yayınları, 8. Baskı