19. yüzyıl sonlarına doğru hayatında birçok alanında olduğu gibi sanatta ve sinemada da patriarkal düzen söz konusuydu. Tarih boyu türlü haksızlık ve eşitsizlikle mücadele eden kadınlar, sinema sektöründe de bu mücadeleye devam etmiştir. Sektörde ikinci plana atılmış, filmlerin yapım ve yönetim aşamalarından dışlanarak sahne arkasındaki etkili olmayan görevlerde yer almışlardır. Bu pasif rollerin altında kalmayı kabul etmeyen bazı kadınlar, filmlerde yönetmenlik ve senaristlik görevlerini üstlenmeye başlamıştır. Erkek hegemonyasıyla mücadele eden, filmleriyle cinsiyet kimliğini, nesnelleştirme gibi kavramları adeta yerle bir eden senarist ve yönetmenler, kadının üzerinde kalıplaşmış olan bu yargıları ortadan kaldırmıştır.
Patriarkal düzene adeta başkaldırı niteliğinde olan, feminen bakış açısıyla cinsiyetçiliği yıkıp geçen filmleri sizler için listeledik.
Jeanne Dielman, 23 Quai Du Commerce, 1080 Bruxelles (1975)
Yönetmenlik ve senaristliğini Chantal Akerman‘ın yaptığı film “sinema tarihinin ilk kadınsı başyapıtı” olarak isimlendirilmiş, başrolde Delphine Seyrig‘in oyunculuğuyla beraber bizleri yalnız, takıntılı ve ritüelleri olan dul bir ev kadını karşılamaktadır. Bir yandan günlük işlerini yaparken diğer yandan da oğluyla yaşadığı apartmanla ilgilenen kadın, kocası öldüğünden bu yana altı yılın istisnasız her gününü aynı şekilde geçirir. Bu düzenli hayatın içerisinde bilinmeyen tek şey ise her öğleden sonrasında eve aldığı bir erkek ile yatak odasında geçirmiş olduğu o bir kaç saattir.
The Color Purple (1985)
Alice Walker’ın Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda, film boyu erkek egemen düzene yeni bir dil yazan Steven Spielberg’in oturmaktadır. Film küçük yaşta birbirinden ayrılan iki kız kardeşin hikayesini anlatmaktadır. 1900’lerin başında babası tarafından tacize uğrayan ve hamile bırakılan Celie (Whoopi Goldberg), yıllar boyu adeta efendisiymiş gibi davranan, kendisinden yaşça büyük adamla evlendirilir. Gördüğü onca şiddete rağmen tek tesellisi kız kardeşi Nettie’ye (Akosua Busia) yazdığı mektuplar olur. Celie’nin bilmediği ise Netie’nin cevaplarının kendisine ulaşılmasının engellendiğidir. Celie’nin adeta yeniden doğmasına vesile olan, güçlü, erkek hegemonyasına karşı dimdik duran Sofia’nın (Oprah Winfrey) gelişiyle her şey bambaşka hal alır. Celie’nin Sofia’dan öğreneceği çok şey olacaktır.
Sen ve ben hiç ayrılmayacağız
Sen ve ben, bir atıyor kalbimiz
Ne okyanus ne deniz
Kız kardeşimi benden ayırabilir
Sans Toit Ni Loi (1985)
Yönetmenliğini ve senaristliğini Agnès Varda‘nın üstlendiği film Fransa‘nın güneyindeki üzüm bağlarında geçmektedir. Film Agnès Varda’nın dokuz yıllık aradan sonra çektiği en iyi yapıtlarındandır. Nimes şehri yakınlarında kırsal bölgede donarak ölen genç bir kızın cesedi ortaya çıkar. Bir çok tanık genç kızla daha önceki ilişkilerini anlatmaya başlar. Mona‘nın (Sandrine Bonnaire), adeta kalıpların dışında yaşayan, mesafeli ve bağımsız bir kız olduğunu dile getirirler. Ortaya çıkan veriler sonucu bu genç kızın, orta sınıf bir ailenin ferdi olduğu, sekreterlik eğitimi aldığı, ofiste çalıştığı fakat bu işini sevmediği ve bu nedenle eşyaları ve çadırı sırt çantasında yollara çıktığını öğreniriz.
Thelma & Louise(1991)
Callie Khouri tarafından kaleme alınan, 6 dalda Oscar adayı gösterilen filmin yönetmenliğini Ridley Scott’un yapmıştır. Bir doksanlar klasiği olan kült film, bir yol ve suç filmi olup, iki arkadaş olan Thelma (Geena Davis) ve Louise’in (Susan Sarandon) her şeyi geride bırakıp özgürleşmelerini konu almaktadır. Erkek arkadaşından bıkan Louise, ihmalkar, ataerkil düşünce yapısına sahip cinsiyet ayrımcısı kocası olan Thelma’nın da aklını çeler ve beraber özgürlüklerle dolu araba seyahatine çıkarlar. İlk uğrak yerleri barda Louise, arkadaşı Thelma’nın peşine takılıp, tecavüze yeltenen kişiyi öldürmek zorunda kalır. Polisin kendilerine inanmayacağını düşünen kadınlar çareyi kaçmakta bulur ve kanun kaçağı haline gelirler. Thelma, yaşanan olaylardan uzaklaşmak isterken kendisini J.D (Brad Pitt) ile ilişkide bulur ve artık işler daha sarpa saracaktır.
Frida (2002)
1907 yılında Meksika doğumlu, sanat dünyasının ilklerinden ve en önemli kişilerinden olan, komünist ve feminist kimliğe sahip, döneminin yaşamış en önemli kadın sanatçılarından olan Salma Hayyek’in hayat verdiği, Frida Kahlo’nun hayatı ve Alfred Molina’nın hayat verdiği kocası Diego Rivera ile çalkantılı ilişkisi anlatılmaktadır. Filmin yönetmen koltuğunda ise Julia Taymor oturmaktadır. Feminist hareket içerisinde önemli bir yere sahip olan Frida, toplumsal ve siyasal olaylara karşı duruşunu her zaman belli etmiştir. Kocası Diego ile evli olduğu yıllarda anne olma şansını kaybeden Frida, anne olamama duygusunun içinde açtığı yaralarla beraber kadınlık ve annelik konulu pek çok çalışma üretmiştir.
The Hours ( 2002)
Yönetmen koltuğunda Steven Daldry’ın oturduğu 9 dalda Oscar’a aday gösterilen film, birbirine farklı zamanlarda bir zincirin halkası gibi eklenen üç kadının, bir edebiyat eserinin gücünün hayatlarını değiştirişini konu edinmektedir.
Yıl 1923… Başarılı bir yazar olan Virgiania Woolf (Nicole Kidman), Londra’nın dışındaki gözlerden uzak olan evinde ilk romanı olan Mrs. Dalloway isimli kitabını kaleme almaktadır. Sağlık problemleriyle uğraşan Woolf, aynı zamanda ağır bir depresyonun da eşiğindedir.
Yıl 1951… Los Angeles’ta yaşan ve ev kadını olan Laura Brown (Julianne Moore), yıllar sonra Woolf’un kitabı Mrs. Dalloway’i okurken hayatında bir değişiklik yapma kararı alıp, sahip olduğu hayattan kaçmanın tek yolunu böyle buluyor.
Yıl 2001… New York’ta yaşayan ve Woolf’un Mrs. Dalloway’inin modern versiyonu olan Clarissa Vaugan’ın (Meryl Streep), eski kocası ile arasında kurulu olan özel bir bağ…
North Country (2005)
1984 yılında Amerika’nın muhafazakar bir eyaletinde, kocasından ayrılıp yaşam mücadelesi veren bir kadının hikayesinin anlatıldığı filmin yönetmen koltuğunda Niki Caro oturmaktadır. Sürekli şiddet gördüğü kocasını, çocuklarını da yanına alarak terk edip, ailesinin yanına yerleşen Josey Aimes (Charlize Theron), hayali olan ayrı bir eve çıkmayı ve çocuklarına bakabilmeyi istemektedir. Bu sürede ailesi de Josey’e kocasının yanına dönmesi için baskıcı bir tutum sergilemektedir. Mevcut işlere oranla daha fazla kazanabileceği, Minnesota’daki Evelet Madeni’nde iş bulan Josey, etrafındaki kadınlarla beraber zor koşullar altında çalışır. Sırf kadın oldukları için düşmanca tavır, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalır. Verdikleri bu ağır mücadelede işi sürdürebilmek için ellerinden geleni yaparlar.
Volver (2006)
Adını Estrella Morente’nin şarkısından alan, 2006 Cannes Film Festivali’nde altı kadın oyuncusunun ödül aldığı, yönetmen koltuğunda Pedro Almodóvar’ın oturduğu romantik-komedi filmi. Hayatını zorlu koşullara rağmen kazanmak için birden fazla işte çalışarak elinden geleni yapan Raimunda (Penélope Cruz), doğuştan mücadeleci bir ruha sahip güçlü bir kadın fakat duygusal açıdan da bir o kadar kırılgandır. Ablası Sole (Lola Dueñas) ise kardeşinin aksine utangaç, tedirgin ve cesaretsiz bir kişiliğe sahiptir. Tüm aile üyelerin doğduğu yer olan La Mancha’da halaları Paula (Yohana Cobo), ilkbaharın bir Pazar günü hayatını kaybeder. Raimunda halasını aşırı sevmesine rağmen cenazeye gidemeyecek durumdadır. Cenazeye giden Sole burada hayatının şokunu yaşayacaktır. Yıllar önce yangında kaybettikleri anneleri, hasta halaları Paula’nın son günlerinde yardımcı olmak için geri dönmüştür. Tüm bu gelişmeler; birbirinin zıttı karmaşa ve sadeliğin, duygusallık ve acımasızlığın aynı anda hissedildiği, Raimunda ve ailesini başta olacak şekilde, komşu kadınları ve birkaç erkeği etkileyen olayların sadece başlangıcı olacaktır.
The Secret Life of Bees (2008)
Sue Monk Kidd’in aynı isimli eserinden uyarlanan, yönetmen koltuğunda Gina Prince-Bythewood’un oturduğu, aile, özgürlük ve sevginin gücüne dair insanı derinden etkileyen bir hikaye. Öfkeli ve zalim babasından kaçmak ve annesi hakkındaki gerçekleri öğrenmek isteyen Lily (Dakota Fanning), bakıcısı ve arkadaşı olan Rosaleen (Jennifer Hudson) ve arıcılıkla uğraşan Boatwright kardeşlerin Güney Carolina’daki kasabalarına gider. Bu köyde annesinin sırlarının da saklı olacağı, sevgi ve merhametle karşılaşacak Lily; bu eşi benzeri olmayan kadınların arasında, insanın asıl yuvasını bulabilmesi için bazen her şeyi geride bırakması gerektiğini fark eder.
Mustang (2015)
Yönetmen koltuğunda Deniz Gamze Ergüven’in oturduğu film aynı zamanda yönetmenin ilk uzun metraj filmi olma özelliği taşıyor. 2016 Akademi Ödülleri’nde Fransa’nın yabancı dilde Oscar adayı olan film, 2015 Cannes Film Festivali’nde Europa Cinemas Label Ödülü’nü de kazanarak başarısını kanıtlamış oldu. Ergüven, Mustang filmi ile “Türkiye’de kadın olmanın” karşılaştığı zorluklara değiniyor. Film; Karadeniz kıyısında küçük bir kasabada yaşayan beş kız kardeşin, okullarının tatile girmesiyle beraber deniz kenarında erkek arkadaşlarıyla oynamalarıyla başlıyor. Bu masum oyunun kasaba sakinlerince hoş karşılanmaması üzerine, kızlara bakımında destek olan babaanne ve amcalar, onları eve kapatmaya ve de bir an önce evlendirmeye çalışıyor. Yetişkinlerinin bu tutucu, basmakalıp zihniyetini kabul etmeyen dayanışmacı mustanglar, hapishaneden hallice bir evde ellerinden ne geliyorsa, yeniden özgür olabilmek adına her şeyi yapmaya hazırlar.
Suffragette (2015)
Yönetmen Sarah Gavron’ın ikinci uzun metrajlı filmi olan Suffragette, tarihin ilk feminist hareketlerinden birini başlatan kadınların, git gide acımasız bir hale gelen hükümete karşı yürüttükleri haklı mücadeleye odaklanır. Hareketin ilk safhalarında barışçıl yöntemler izleyen bu grubun üyeleri işçi sınıfı kadınlardır. Zamanla hem hayatları hem de çalışma koşulları için verdikleri bu eşitlik mücadelesi daha radikal bir boyuta taşınacaktır. Oyuncu kadrosunda Helena Bonham Carter, Meryl Streep, Carey Mulligan, Ben Whishaw ve Brendan Gleeson gibi yıldız isimleri gördüğümüz filmde, Maud’un hikayesi ele alınmaktadır. Tesadüf eseri süfrajetlerin arasında kalan Maud, orada arkadaşı Violet’i görür. Maud’un harekete ilgisini fark eden Violet, arkadaşını süfrajet hareketine ve oy haklarını savunmaya ikna etmek için çabalar. Maud, oy hakkı kazanmadan kadınların iyi bir geleceğinin olmayacağını anladığında iyi bir lider olan Edith ile tanışarak harekete daha fazla dahil olur. Bu dahil oluş sonrası göze batmaya başlayan Maud tutuklanarak bir hafta hapiste kalacaktır. Sonrasında her ne kadar kendini uzak tutmaya çalışsa da, duyduğu öfke onu hareketin içine daha çok çekecek ve hareketin lideri olan Emmeline Pankhurst ile tanışmaya dek götürecektir.
Hidden Figures (2016)
Yönetmen koltuğunda oturan Theodore Melfi, senaristliğini paylaştığı Allison Schroeder ile beraber bizlere, 1961’de NASA’ya götürüp, Amerika Birleşik Devletleri’nin aya bir adam koyma çabalarında çok önemli olan üç Afrikalı-Amerikalı kadının gerçek hikayesini aktarmaktadır. Uzay ve bilimlerinin derinliklerinde yatan sorunları müthiş zekalarıyla çözmeye çalışan bu kadınlar, ön önemli NASA operasyonlarından birinde büyük ve önemli bir rol oynayacaktır. Dünya yörüngesine çıkan ilk Amerikalı astronot John Glenn’in bütün dünyayı heyecana düşüren operasyonundaki her adım, bu üç zeki bilim kadını yardımıyla mümkün olacaktır.
Lady Bird (2017)
Yönetmenliğini ve senaristliğini Greta Gerwig‘in üstlendiği bu başarılı filmde annesi gibi olmamak için elinden geleni yapan fakat ne yazık ki bu gerçeğinden uzaklaşamayan lise öğrencisi Christine McPherson (Saoirse Ronan), nam-ı diğer “Uğur Böceği”‘nin hayatına şahit oluyoruz. Hemşire olan annesi, eşinin kaybından sonra dur durak bilmeden ailesini geçindirebilmek için çalışır. Lise son sınıf öğrencisi olan Uğur Böceği, üniversite tercih stresi yanı sıra sosyal hayatın zorluğu ve annesi ile yaşadıkları zıtlaşmaların içerisinde kendini adeta savaşıyormuş gibi hisseder. Yaşadığı bu hayattan bunalıp, üniversite eğitimini New York’ta alabilmek ister ve bunun için çabalar.
Pieces of a Woman (2020)
Yönetmenliğini önceki iki filmiyle ses getiren Kornél Mundruczó’nun, senaristliğini Kata Wéber’in yapmış olduğu film, doğum sırasında çocuğunu kaybeden acılı bir annenin hem acısı hem de hayat ve etrafındaki kişilerle vermiş olduğu mücadeleye odaklanır. Evde yaptığı doğumda bebeğini kaybeden Martha’nın (Vanessa Kirby), bu acı olaydan sonra yaşadığı duygusal çöküntü ile mücadele vermesi gerekecektir. Bu mücadele bununla sınırlı kalmayacak, bir yandan da kocası Sean (Shhia LaBeouf) ve annesi Elizabeth (Ellen Burstyn) ile yaşadığı sorunlarla da başa çıkması gerekecektir.
Happening (2021)
Annie Ernaux’un aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Audrey Diwan’ı görmekteyiz. Edebiyat öğrencisi olan Anne (Anamaria Vartolomei), planı dışında hamile kalmasıyla, eğitim hayatının devamlılığı için kürtaj olmanın yollarını arar. Eğitim hayatı bir yana, Anne kendini ebeveyn olmak için de hazır hissetmemektedir. 1963 yılının Fransa’sında geçen filmde kürtajın yasa dışı bir eylem olması Anne’yi, ilkel olan yöntemlerle gebeliği sonlandırma mecburiyetinde bırakacaktır. Anne, gencecik bedeniyle bu dünyaya meydan okuyarak hayallerinin peşinden gider ve bunu sadece kendi gücünün yardımıyla başarır.
İyi seyirler!
Kaynakça
- “Sinema Tarihinin Feminist Filmleri”. Filmhafızası.com. 2022
- “100 Feminist Filmi”. Huzursuzbeyin.com. 21 Mart 2021
- Beyazperde.com. Web Erişim: 12.03.2023
- Sinemalar.com. Web Erişim: 12.03.2023
- “Mutlaka İzlemeniz Gereken 30 Feminist Film”. Denemenlazım.net. 06.03.2021